YAŞAM 

BİR TATLI HUZUR EYLÜLÜ; GEÇMİŞ, ŞİMDİ, GELECEK…

Geçmiş zaman eylülleri iyi ki vardı, gelecek zaman eylülleri de hep var olacak… Eylülün duygusallığı, yalnızlığı şiar edinmişlere hep iyi gelmeyi sürdürecek… Şöyle tatlı tatlı hüzünlenmek, bir deniz kızının köpüklü maviliklerle dans edişini seyretmek, bu seyre bira-balık-patates üçlüsüyle eşlik etmek kime iyi gelmez ki… İyot kokusunu ciğerlerine doldurmak, hayallerini umutlarını sevdalarını deniz kızı gibi maviliklere daldırmak… Esen yelle birlikte zeytin ağaçlarının yaprak hışırtısı eşliğinde huşu içinde öylece kalakalmak… Kime iyi gelmez ki… * * * Bana hep iyi geldi… Ve bende hep gitme isteği uyandırdı… Gittim… Bir sırt çantası yetti…

Devamını Oku
YAŞAM 

GEÇMİŞ ZAMAN EYLÜLLERİ; BİRAZ GEÇMİŞ, ÇOKÇA GEÇMEMİŞ…

Efsunlu eylül, deniz kabuklarıyla yine sarmaş dolaş… Kimi uyuyor kimi uyanık… Bir güz soluk alıp veriyor üstlerindeki kum tanelerinde… Biraz hüzün kokuyor, çokça umut… Bir o takvim yaprağı, bir o ömür almanağı… Yazmak yaşamak gibi, yaşamak yazmak gibi… * * * Yirmi yıla yakındır yazıyorum… Yaşım kırka yaklaştı… Yazarak yaşadım, yazarak soluk alıyorum… Bir yazımda bahsetmiştim… “Beni yazdıklarım büyüttü” diyen bir şairden söz etmiştim… Yaşadıkları bir insanı büyüttüğü gibi yazdıkları da büyütüyordu bir yazarı… Yazdıkları, yaşadıklarını anlatıyordu… Yaşadıklarından çok şey öğrendiğini söyleyen başka bir şair gibi bizler de yazdıklarımızdan çok…

Devamını Oku
YAŞAM 

TAŞUCU-BOĞSAK HATTI; YİNE O HÜZZAM ŞARKI…

Yıllar sonra yine, yeniden aynı yerde… Yine aynı başlangıçta… Aynı deniz kokusu… Aynı iyot melodisi… Yakamoz yine ortada yok ama bütünleştiğim sevdiğim yanı başımda… Demek bazı şeyler aynı kalmamış… Bazı şeyler benim için olması gerektiği noktaya gelmiş… Ve birçok beklenti bazı bazı gerçekleşmiş… * * * Geçmişten beri her yaz sonu hüzünlerimi en çok çoğalttığım o yalnızlık koyu yine beni karşıladı… Yine beni buyur etti ve alıp gerdanlığının en güzel yerine kondurdu… İyot kokusu yine aynı, yine çok güzel… Yine meteliksiz balıkçılar olta atıyor kapital denizine… Sarhoş balıkçılar yine aynı…

Devamını Oku
YAŞAM 

ADNAN YÜCEL GİBİYİZ ŞİMDİ; BİTMEYECEK, DAHA SÜRECEK O KAVGA…

Aşkın ve kavganın şairi Adnan Yücel gibiyiz şimdi, bir temmuz sabahında… Bir inancın yüceliğinde bulduk bu kenti, bir kavganın yüceliğinde sevdik. Bin kez budadılar körpe dallarımızı, bin kez kırdılar. Ama yine Çukurova’da, yine bu güzel bereketli şehirde çiçekteyiz işte, yine meyvedeyiz. Bin kez korkuya boğdular zamanı, bin kez ölümlediler; ama yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. Şairin dediği gibi: “Bitmedi, daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” * * * Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in sözcüklerindeyiz şimdi; Yılmaz Güney’in filmlerindeyiz… Sevda yüklü bulutlar altında ıslanıyoruz yaz yağmurlarında. Ayaklarımızın…

Devamını Oku
YAŞAM 

ANSIZIN BAHAR GELİR; TORTUSUNDA ŞİİR, KUYTUSUNDA ŞAKAYIKLAR…

Ansızın mevsim değişir; ansızın cemreler düşer dağlarına taşlarına ovalarına memleketin, ne olduğunu anlamadan bahar vurur kıyılarına ömrümüzün. Ömrümüz her gün bir bahar daha uzar, ömrümüz her gün bir çiçek daha açar. “Bu sabah da uyandım/ sağ yanım ıssızlıktı/ sol yanımdaki boşlukla selamlaştım/ gökkuşağından şakayıklar aktı/ nehrin tam kıyısıydı/ güneş doğdu doğacaktı/ göğsümdeki devle boğuştum” diyen şairin baharı hangi bahardır? “Her şey geçer/ aşk da/ acı da geçer/ ağlamaklı bir şarkı/ ayrılıkların/ üzerinden. // Rüzgâr olur/ savrulur geçer/ sağılır/ yaldızlı bir/ sabahın ağaran/ seherinde hüznün/ bembeyaz/ güğümünden” diyen şairin baharı hangi…

Devamını Oku
YAŞAM 

CEMRELER CEMRESİ GÖKLERİN ALTINDA ‘ELDE KALDI NEŞE’

“Elde var hüzün” diyen şiir üstadına selam yolladık ilkin, “kahkaha kuşları”nın yaldızlı çırpınışlarından kanat yaptık kırık ruhumuza; ardından şairin “gençliğiyle” yüzleştik, “başıboş dalgalarıyla” savrulduk sahilde sağa sola, yeri göğü inlettik “tumturaklı gazelleri”yle. Acı veren hüznü gerilerde bıraktık. Tabiatın cemreler cemresi bu saatinde “Elde kaldı neşe” dedik: “Elde kaldı umut”, “Elde kaldı sevda”, “Elde kaldı yarın”… Ve “Elde kaldı gelecek”… Çok günah işledik. Bir “çağ yangını”na sebep olduk. Yandık, kavrulduk. Ve aynı soruyu sorduk kendimize sürekli: “Masum muyduk?” * * * Cemreler cemresi göklerin altında “Elde kaldı neşe” demeyi sürdürüyoruz şimdi.…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘GELECEK GÜNLERİN ŞARABI’, O İLK ÜZÜM TANESİ VE GÜZ YAĞMURLARI

Bağlar bozum bozum şimdi, yağmurlar özüm özüm, şaraplar azım azım; bir güz senfonisi gibi sanki her şey… Yer yer hüzün sağanağı, yer yer umut sığınağı; yer yer sevinç çığlığı, yer yer üzünç hıçkırığı… Kemanlar, viyolonseller, obualar, klarnetler, piyanolar, trompetler; konçerto konçerto iç çekişler, konçerto konçerto iç döküşler… Fırtınalı denizde alabora olan bugünlerimiz; ama her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan yarınlarımız… Şairin mısralarındaki “ıssız ormanı ruhumuzun”, sessiz günleri ahımızın ve acıyla yoğrulan hamuru uzvumuzun: “Ruhun ıssız ormanı/ geceye açılan kapı/ tozun rengini alır rüzgâr/ puhu kuşunun ötüşünde bile/ beklenmedik sözler ışıldar.…

Devamını Oku
YAŞAM 

EYLÜLLERDEN EYLÜL BEĞEN; SİNEMA EYLÜLÜ, ŞENLİK EYLÜLÜ, UMUT EYLÜLÜ…

– Kazancılar’da bir eylül buluşması… “Işıkta üç kırmızı güvercin/ alın yazımızı çiziyorlar ışıkta/ renkleriyle davranışlarıyla/ sevdiğimiz kişilerin.” – Yorgo SEFERIS Eylül masamızda, umut soframızda, şairlerin dizeleri yudum yudum bardağımızda… Avaz avaz şiir okuyoruz o akşam… Avaz avaz umudu konuşuyoruz Deniz Celiloğlu’yla; avaz avaz sinemayı, avaz avaz şenliği… Z. içkilerimizi söylüyor, kebabımızı, şalgamımızı, salatamızı getirtiyor; Z., umutlarımızı, sevdalarımızı, tutkularımızı koydurtuyor yan yana, dizdirtiyor meze meze ve dizdirtiyor seze seze. Şairlerin her biri imgeleriyle bizi yalnız bırakmıyor o akşam… Edip Cansever, “Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz” diyor, ardından içimden bir ses dizeleri…

Devamını Oku
YAŞAM 

AĞUSTOSTAN EYLÜLE; SESSİZ, YALNIZ VE KIRGIN…

Ağustosun eylül kapısında beklediği bir akşam vaktinde yine rastladım sana. Bu sefer sessizliğinin üzerine yalnızlık ve kırgınlık da eklenmiş buldum. Sen; ne sadece sessiz ne sadece yalnız ne de sadece kırgındın o akşam. Hepsi, bir kırmızı şarap yıllanmışlığıyla tünemişti üzerine. Ve gecenin yıldızlarına sessiz ve yalnız bir kırgın, yalnız ve kırgın bir sessiz, kırgın ve sessiz bir yalnız olarak yazdırıyordun adını. Kendi dalganla köpürüyor, kendi köpüğünle dalgalanıyordun. Mayısı haziran eylemiştin akşamüstü takıldığın barlarda, kafelerde. Haziranı temmuz, temmuzu ağustos eylemiştin. Ve şimdi de ağustosu eylül eylemektesin bir Akdeniz akşamında. Fakat bu…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘AMONYAK ÇİÇEĞİ’ KOKUYOR VE ‘MÜJGÂNLA AĞLAŞIYORDUK’…

Her şey bu dönemeçte başlamıştı ve her şey bu dönemeçte bitiyor işte… Ağustosun son dönemecinde, bir kaldırım taşı esaretinde ve bir sokak lambası huzmesinde geçip gidiyor ömrümüz işte… Günler geçiyor, haftalar geçiyor, aylar yıllar geçiyor ve bizim saçlarımızdaki aklar bir “çoğul türkü” olmuş, geleceğe doğru serpiştiriliyor işte… “Amonyak çiçeği” kokuyor aşklarımız, yandı yanacak ve bir hüzün akşamında “müjgânla ağlaşıyor” göz bebeklerimiz… Şair soruyor: Biz niye böyleyiz, biz niye böyle bulut yüklüyüz ve biz niye “çiçek çiçek” gözyaşı döküyoruz? * * * “Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa/ kör karanlıkta açardık…

Devamını Oku