HABER KÜLTÜR-SANAT 

O FİLM GECELERİ ÇOKTAN BİTTİ Mİ?

Bugün 40’lı yaşlarına gelenler televizyon ekranlarının tek ses olduğu dönemlerde büyüdü. O yıllarda dijital platformlar, sınırsız içerikler, sabit saatler dışında yayınlanan filmler yoktu. Film izlemek için bir akşamı beklemek gerekirdi. Özellikle de pazar gecelerini… Çünkü ‘Parliament Gece Sineması’ tam da o saatlerde başlardı. Saatler 22.30’u gösterdiğinde başlayan jenerik, bir kuşağın yüreğinde hâlâ aynı duyguyu uyandırır: Sessizlik. Dışarıda gece, evin içinde sarı ışıklı bir huzur ve ekranda az sonra başlayacak olan bir sinema filmi… Parliament Gece Sineması, televizyonun zarif olduğu, ekranların aileye ait olduğu zamanlardan kalma bir güzellikti. EVLERİN İÇİNDE AÇILAN…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

TÜRK FİLMLERİNİN ÇOĞUNDA KADINA “HAYAT” YOK; PEKİ, NE YAPMALI?

Sanatın, toplumsal meselelere reçete sunmak gibi bir misyonu olmadığının, böyle bir beklentinin yaratıcılığın sonsuz potansiyeline ket vuracağının bilincindeyim. Ancak bu misyonsuzluğun “apolitiklik” demek olmadığına da inanıyorum. Sanat nesnel, kapalı, bütünsel bir bağlamı şart koşamaz; evet, bu onun doğasına aykırı bir durum. Ancak sanatçı, içinde yaşadığı toplumu meydana getiren sosyoekonomik, politik, ideolojik maddi koşullardan bağımsız da olamaz. (Gerçi Marx, ekonominin bütünselliğinden bahseder ama bunun yeri burası değil.) Dolayısıyla da bu durum, sanatçıya bir misyon değilse de bir “sorumluluk” yükler. Çünkü sanatın malzemesi insan! Burada, belki de sanatçının kendine sorması gereken: İnsanı,…

Devamını Oku
HABER KÜLTÜR-SANAT NOSTALJİ YAŞAM 

ZAMANIN YAPRAKLARI: SAATLİ MAARİF TAKVİMİ ÜZERİNE BİR HATIRLAYIŞ

Türkiye’nin gündelik yaşamında bir zamanlar neredeyse her evde, her dükkânda, her duvarda karşılaşılabilen; yalnızca zamanı değil, bilgeliği, alışkanlıkları, duaları ve umutları taşıyan küçük bir rehberdi Saatli Maarif Takvimi. Çoğu zaman mutfağın kapısında, bazen de sobanın hemen üstünde, bazen bir çiviye asılmış şekilde takılı dururdu. Her sabah güne onunla başlanır, ilk iş olarak bir yaprak koparılırdı. O tek yaprakta, bir günün özeti gizliydi adeta. BİR TAKVİMDEN FAZLASI İlk olarak 1870’li yıllarda benzer örneklerle başlayan bu kültür, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Maarif Vekâleti –bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı– öncülüğünde resmi bir hal aldı. Ancak…

Devamını Oku
HABER KÜLTÜR-SANAT 

“NELER OLUYOR BİZE, İLHAN ABİ?”

Kent ozanı İlhan Şeşen, 76 yaşında aramızdan ayrıldı. Ardında ince bir sızı, nahif bir tebessüm ve yürekten kopan melodiler bıraktı… Bir şarkının ortasında susar gibi… Bir yaz akşamı güneşin vedası gibi… İlhan Şeşen gitti. Sessizce, zarifçe, yavaşça… Ardında ne çok şey bırakarak… Müzikseverlerin “İlhan Abi”si, Türkçe şarkıların en sade anlatıcısı, şehirli hüzünlerin şiirli sesi artık yok. 76 yıllık ömrüne sığdırdığı yüzlerce şarkı, dizeler, senaryolar ve sahne anılarıyla gönlümüzde yer etti, şimdi ise kalbimizin en ince yerinde bir boşluk bıraktı. GRUP GÜNDOĞARKEN, ‘ANKARA’DAN ABİM GELMİŞ’, ‘GÖNÜLÇELEN’… 1970’lerde başlayan müzik yolculuğu, 1983’te…

Devamını Oku
HABER KÜLTÜR-SANAT 

GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU UYARLAMALARI ÜZERİNE BİR İÇ YOLCULUK

Türk televizyonlarının son yıllarda en çok konuşulan yapımları… Ama sadece reytingle değil, kalple ölçülen işler. Her sahnesinde bir geçmişin yankısı, her karakterinde bir suskunluk… Ve tüm bu hikâyelerin ardında aynı kalem: Gülseren Budayıcıoğlu… O, yalnızca yazmaz; çözer, tanık olur, kaydeder. Onun kitapları, bazen bir terapi odasında başlar ama milyonların salonunda yankılanır. Dizilere dönüşen her satır, toplumun bastırdığı bir duyguyu gün yüzüne çıkarır. Ve biz, her bölümde kendimize biraz daha yaklaşırız. İşte, o dizilerden bazıları… TRAVMALARIN RUTİNLE MASKELENDİĞİ HAYATLAR: “MASUMLAR APARTMANI” Safiye’nin temizlik takıntıları, Gülben’in ezik sesi, Han’ın sevgiyle şiddet arasında…

Devamını Oku
HABER KÜLTÜR-SANAT 

WALKMAN’DE BİR ŞARKI: TÜRKİYE’DE 90’LAR MÜZİĞİ

90’lar Türkiye’si; kasetlerin sarardığı, antenle yakalanan müzik kanallarında hayatın yavaşça aktığı bir zaman dilimiydi. Bir yönüyle politik kargaşanın, ekonomik belirsizliğin, başka bir yönüyle ise gençliğin, aşkın, sokağın sesiyle örülmüştü. İşte, bu yüzden, 90’lar müziği sadece kulakta değil, kalpte de yer etti. Çünkü o yıllarda şarkılar, dinleyicisiyle arasına mesafe koymazdı; oturma odalarında, yolculuklarda, ayrılık gecelerinde bir arkadaş gibi konuşurdu. KASETÇALARIN KALBİNDE BİR DÖNEM 1990’lar Türkiye’sinde müzik, teknolojinin değil, duygunun öncülüğünde büyüdü. Müzik dinlemek bir ritüeldi: Kaset başa sarılırdı, şarkı sözleri kitapçıklardan ezberlenirdi, bazı şarkılar hatıralar kadar net olurdu. O dönemin sokakları,…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

POLİTİK OLARAK ‘ÖZGÜRLÜK’ SORUNSALI YA DA ‘DASEIN’ OLARAK İNSANIN TRAJEDİSİ: “POOR THINGS”

Öncelikle, bu film hakkında yazmayı pek düşünmüyordum. Bunun bir nedeni, filmin bende, sanatçı sezgiselliğinden biraz uzak olduğu; filmsel metin üzerine fazla düşünülüp tasarlanmış hissi yaratmasıydı. Elbette her sanatçı eserini tasarlarken yoğun bir düşünme sürecine girer; ancak eser, laboratuvarda çalışan bilim insanı titizliğiyle bir şeyi kanıtlamak derdine düştüğünde, sanata özgü o “esriklik” hali yitiyor gibi gelir bana. (Lanthimos sinemasında bu duyguya sıkça kapıldığımı ve bu yüzden olsa gerek, kendimi onun sinemasına yakın bulmadığımı itiraf etmeliyim.) Diğer yandan, akademinin çok seveceği türden, bol katmanlı olmasına fazlasıyla uğraşılmış, ancak entelektüel izleyici için de…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

“ÖLDÜRDÜĞÜN ŞEYLER” YA DA APOLLONCU AYDINLANMADAN DIONYSOSÇU GERÇEKLİĞE

Not: Spoiler içerir. Sundence Film Festivali’nden “En İyi Yönetmen” ödülüyle ayrılan ve geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Alireza Khatami imzalı ‘Öldürdüğün Şeyler’ ile gizemli bir hikâye evrenine dalıyoruz. Film; Ekin Koç, Ercan Kesal, Hazar Ergüçlü, Erkan Kolçak Köstendil gibi güçlü oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Annesinin ani ölümüyle sarsılan Ali’nin (Ekin Koç) hem kendiyle hem de babayla yüzleşmesini konu alan filmin durgun giden ilk kırk beş dakikasından sonra, nihayet anlıyoruz ki onun bilinçdışında öldüremediği şeylerin (baba/iktidar) derinlerde nasıl bir travmaya dönüştüğüne tanık olacağız. “Durgun giden” diyorum çünkü “art house” filmlerin birçoğunda…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

KOZMİK ADALET TASAVVURUNA MİNÖR BİR ELEŞTİRİ: “TEREDDÜT ÇİZGİSİ”

“Küçük bir yara parmakta nasıl iltihaba yol açarsa kötü bir düşünce de akla öyle zarar verir.” – Etiyopya atasözü (Akt: Robert C. Solomon, Adalet Tutkusu) Çağlar boyunca felsefenin belki de en önemli sorusu, “Adalet nedir?” sorusuydu. Platon’un ‘Devlet’inden bu yana “adalet”; dünyevi olmanın ötesinde, tanrısal, azametli, evrensel bir ideal olarak tartışıldı. Filozoflar ve kuramcılar tarafından üst düzeyde bir soyutlama olarak tasavvur edilen bu klasik “adalet ideası”; insanı eyleme geçiren, ona kendi sorumluluğunu veren değil, adaleti yüce kurumlardan bekleyen, edilgen bir yerde konumlandırdı. Peki, “adalet”; yalnızca rasyonel akılla, kurumlarla, devletle sağlanabilecek…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

‘ZAMAN’IN CİNSEL POLİTİKASI ÜZERİNE BİR FİLM OKUMASI: “CEVHER”

Virginia Woolf, “Bir kadının hayatı tek bir gün ve o gün de tüm hayatı” derken kadının, içine hapsolduğu zaman ve mekânı işaret ediyordu. Çünkü ona göre kadınlar aslında kendi zaman ve mekânlarını değil, erkek egemen bir tasavvuru yaşıyordu. Bu yüzden, bir kadının kendini özgürce varlaştırabilmesi için “Kendine Ait Bir Oda”sı olmalıydı. Yani kendi zaman ve mekânları… Tabii, burada sorun, sanıldığı kadar soyut ve sofistike değildi; 19’uncu yüzyılda bir kadının, Cambridge Üniversitesi kütüphanesine dahi yanında bir erkek olmadan giremeyişinde olduğu gibi son derece yalın ve açıktı. Gelin görün ki 19’uncu yüzyılın…

Devamını Oku