YAŞAM 

ÇUKUROVA OZANI

“BEN DE BU DAĞLARIN NESİNE GELDİM” dediği için bir şair olarak kıskanırdım onu. Ne güzel dizeydi o öyle, hep yazmak isteyip de yazamadığım. Kıskandığım, özendiğim… Taklit etmeye çalıştığım… “Karacaoğlan’ın uzak sesinin ne işi var arabesk bestecisinde?” demiştim hatta. “MELEŞİR KUZULAR SESİNE GELDİM” dediği için kıskançlığım artardı. “Yok,” derdim, “bu adam sıradan bir arabeskçi filan değil, onda ozanlık damarı var.” Hele o “BİR GARİP ÖLMÜŞ DE YASINA GELDİM” dizesi yok mu? İşte orada daha beter kıskandım. “Yunus’un da uzak sesini taşımış” dedim. Kaset dönemine yetişmiştim. Teypten dinlemişliğim çoktu. İnternet çağında daha…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR YILBAŞI DÜŞÜ

Briket duvarla çevrilmiş bahçenin tam ortasında, dalları dört yana adeta bir çadır gibi açılmış akasya ağacı var. Akasyanın bir yanında dört sıra kavak ağacı… Bir yanında küçük kömürlük… Karşısında kiremit damlı, toprak sıvalı iki göz bir ev… Kar yağıyor. Bahçe bembeyaz. Akasyanın ve kavakların dalları kar yüklü, bembeyaz. İki göz evin bir gözü karanlık, soğuk oda orası… Orada soba yanmaz. Hep soğuktur. Tavanındaki ahşabında kışları buz olur. Evin bir gözünden cılız bir sarı ışık vuruyor bahçeye. Pencerenin hizasında yerdeki kar sarımtırak. Pencereyi geçince beyaz… Daha ilerde, evin yan tarafında, baharın…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

“LÜKS HARCAMA YAPMAZSAN MAAŞIN YETER”

“Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı” diyordu Behçet Necatigil bir şiirinde. Öyle miydi gerçekten? Eğilmez miydik çocuklar olmasaydı? Behçet Necatigil bu şiiri yazdığında 1950’lerin sonlarıydı. Memlekette demokrasi mi “demirkırasi” mi öyle bir şey vardı. İktidardakiler hep eski Türkiye’yi kötülüyordu. Kendileri iktidar olunca halkın cebinin para, sofrasının et gördüğünü söylüyorlardı. “Memleketimiz dâhilinde fukaralık yoktur” diyorlardı. Yoksul olduğunu, geçinemediğini anlatmak isteyen olursa onları azarlıyorlardı. Tuzu kuru olanlar, keyfi yerinde olanlar, geçimi iyi olanlar, sofradaki ekmeğin hesabını yapmadan gönüllerince yaşayabilenler; fukaralara kızıyorlardı. “İş beğenmiyor bunlar” diyorlardı. “Çalışana iş mi yok?” diyorlardı. “Lüks harcama…

Devamını Oku
POLİTİKA 

İLETİŞİM OYUNLARI

Anan aşağı, baban yukarı… Eset aşağı, Esad yukarı derken… Esat da gitti. Dile kolay, 61 yıllık tek parti iktidarı yıkıldı. Yerine ne gelecek? Şimdilik belirsiz. Ama medyamızın keyfi yerinde. Fahrettin Bey’in de yakından takip ettiği X kullanıcıları başta olmak üzere tüm medyaya göre Esat gitti, mesele bitti! Fakat Ankara’da temkinli bir memnuniyet var. Ankara temkinli; çünkü sahadaki savaş kazanıldı, şimdi bunun iletişim savaşında nasıl kullanılacağının planlanması var. Öyle ya, her savaştan sonra güzel bir zafer pozu verilmez mi? Verilir. Bu zaferin pozu nerede verilecek? Muhtemelen Emevi Camii’nde, bir cuma namazı…

Devamını Oku
POLİTİKA 

KREŞ

Belediyelerin, daha doğrusu CHP’li belediyelerin kreşlerine taktı kafayı. Ya kapatacak. Ya gelip üstüne konacak? Niye? Git gör o belediye kreşlerini. Çiçek gibi her biri… Tertemiz. Cıncık gibi. Pırıl pırıl. Sadece sınıfları, odaları, koridorları değil… Eğitimi de pırıl pırıl o kreşlerin. Apaydınlık. Oralarda çocuklara şeytan meytan, cin min anlatmıyorlar mesela. Kırmızı kefene sarıp yere yatırdıkları tiyatro oyunu oynatmıyorlar. Cinsiyetçi roller yüklemiyorlar. Ölümü anlatmıyorlar. Top, tüfek, balta, kılıç, savaş, kavga, dövüş anlatmıyorlar. Kindar nesil olsun diye kin anlatmıyorlar. Dindar nesil olsun diye Emevi yorumuyla din anlatmıyorlar. CHP’li belediyelerin o kreşlerinde çocuklara aklın,…

Devamını Oku
YAŞAM 

RADYO

1990’lı yıllar. Lisedeyiz. Arkadaşımız çok. Fakat akşam oldu mu evdeyiz, ev ahalisiyle sohbetimiz pek az, ekseriyetimiz yaşlı ve yalnız insanlar gibiyiz. Ayda yılda bir arkadaşa konuk olmazsak, bir arkadaş bize konuk olmazsa en büyük arkadaşımız akşamları radyo. O zamanlar buğulu sesleri olan, radyonun mikrofonlarına tiyatro sahnesinde konuşur gibi konuşan, felsefe ve şiir seven radyo sunucuları revaçta. Neredeyse her radyoda akşamları bir nöbetçi şair, bir bunalım abi bulunuyor.  Gece 9’dan sonra radyo onlara ait… Biz gece 9’dan sonra onlara muhtaç… Çünkü arkadaşa ihtiyacımız var; lisedeyiz, dertliyiz, öfkeliyiz, çoğumuz “35 yaşını görmem…

Devamını Oku
TOPLUM 

KARA KIŞ

Mülayim Bey erken kalkar. Evvela evi havalandırır. Sonra çay suyunu koyar. Sofrasını hazırlar. Mütevazı kahvaltı sofralarını sever, öyle çeşit çeşit yiyecek koymaz sofraya. Ekmeğin dinlenmiş olanını tercih eder. Çay demini alınca demliği ocaktan indirir, masaya koyar. Televizyonu da tam kahvaltıya başladığı anda açar, “İzlemediğim televizyona niye elektrik parası vereyim” der. Huyudur, okumadığı gazeteye de para vermez. Kafası eserse, mahalledeki gazete bayiinde, tezgâhtaki gazetelerin üst manşetlerine şöyle bir göz ucuyla bakar. Bazen de mahalle berberindeki gazetelere bakar. * * * Her gazeteye bakmaz. Sadece hükümet yandaşı gazetelere bakar. “Emekliye müjde” başlıklı…

Devamını Oku
POLİTİKA 

HÜR DOĞMUŞ, HÜR YAŞAYAN…

Doğdun. İnsan olarak, birey olarak yaşamaya başladın. Ama nasıl bir yaşamak? İnsanca yaşamak mı? Kölece yaşamak mı? Annen baban zengindi. Mal mülk sahibiydi. Sen o malı mülkü nasıl kullanacaksın? Bir hanedanın, bir şahın, padişahın, kralın emri ve boyunduruğu altında mı? Özgürce mi? Annen baban fakirdi. İşçiydi. Çiftçiydi. Esnaftı. Sen ne olacaksın? İstesen de istemesen de işçi mi kalacaksın? İstersen işçi, istersen memur, istersen çiftçi, istersen tembellik hakkını kullanan kişi mi olacaksın? Annen baban Mersin’de doğmuştu. Sen de Mersin’de doğdun. Nasıl, nereye kadar yaşayacaksın? Ölene kadar Mersin’de kalıp hanedan devletinin sana…

Devamını Oku
TOPLUM 

KALABALIK YALNIZLIK

Şöyle başlar Müslüm Baba şarkıya: “Yaşamak içimden gelmiyor artık…” Bu sıralar hiçbirimizin içinden gelmiyor ki yaşamak. Çoğumuzun yaşama sevinci söndü içinde. Kimimizin söndü sönecek… Kimimiz küsüp gitmekle kalıp dövüşmek arasındayız. Çehov’a atfedilen “Çay mı demlesem, kendimi mi assam bilemiyorum” dediği noktadayız çoğumuz. Sağımızın solumuzun belli olmaması, bir anımızın bir anımızı tutmaması bundan. * * * Biz; yaşamak içinden gelmeyenler, küskünler, dargınlar, öfkeliler, hınçlılar, ezilmişler, dövülmüşler, sürülmüşler, elleri ceplerinde dalgın yürüyenler, elleri yumruk biçiminde kızgın yürüyenler… Biz; şu memleketin, ülkenin gidişatına, milletin fukaralığına bakıp da efkârlananlar… Bizler çoğuz, çoğuluz, çoğunluktayız ama…

Devamını Oku
POLİTİKA 

KEDİLİ BİR EMEKLİ YAZISI

Mizahta darılma, gücenme olmaz, hissesini alan alır, almayan güler geçer, gülmeyen dinler geçer. Peşin peşin keselim de… Fıkra bu ya; Alman, Japon ve Türk mühendisler bir araba yarışmasına katılmış. Seçici kurul her heyete bir görev vermiş. Görev şu: Öyle bir araba yapılacak ki kapılar ve camlar kapandığı anda dışardan hiç hava girmeyecek! Testler için de kedi kullanılacak. Ekipler çalışmaya başlamış, arabaları istenen şartlara göre yeniden tasarlamışlar. Seçici kurul, Alman heyetine hava sızdırmazlık ve izolasyon deneyini nasıl yaptıklarını sormuş. Almanlar şöyle demiş: “Kediyi arabaya koyduk. Kapıları kapattık. 1 saat sonra geldiğimizde…

Devamını Oku