EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT 

‘ADANA YOLLARINDA, PAMUKLAR DALLARINDA…’

Adana’dayızdır. Cemreler düşmüş, bahar nihayet yüzünü göstermiştir. Toroslar gürül gürül erimeye başlamıştır. Portakal çiçekleri yeni yeni kokmaya başlayacaktır. Yarınlar bizimdir, yarınlara umutla bakıyoruzdur. Kısa süre önce yitirdiğimiz Adanalı şair Salih Bolat, “kanatlarını açmış”, bize bir şeyler fısıldamaktadır: “En eski yüzlerimizle duruyoruz ayakta/ alacakaranlığın kapısında/ kollarımızda yıkılmış tapınakların büstleri/ yalın ve anlaşılır şeyler konuşuyoruz/ gelecek günler hakkında.” Ve şöyle devam etmektedir: “Diyoruz ki artık kararmayacak sözün gümüşü/ bir bulutun gölgesi olsun düşmeyecek alnımıza/ ölüler de yiyecekler güz yemişlerini/ gece toplayacak uykunun dağılmış harmanını/ bir kez daha dinleyeceğiz toprağın öyküsünü.” O “toprak”,…

Devamını Oku
YAŞAM 

BEKLİYORUZ SESSİZCE; YAĞMURLAR CEMRELERİ GETİRECEK…

Gülsüm Cengiz’in, şiirinde dediği gibi olacak belki de her şey; bir anda, birden: “Bir bakmışsın bahar gelmiş/ eriklerde bembeyaz çiçekler/ (…) // Bahar gelmiş ansızın/ kış çekip gitmiş sessiz sedasız./ Köşe başlarında menekşeler, laleler/ dost yüzlerde gülücükler.” Çünkü soğuk kış günlerimiz; “bir zincirin halkası gibi ekleniyor birbirine, yarı karanlık gündüzlerde ve yıldızsız gecelerde”… İhtiyacımız var: Artık her sabah aydınlığa uyanmaya… Umutsuzluk çağının sona erdiğini görmeye… Kaygılarımızın közünün küllenmesine… Kaygılarımız dün de vardı, bugün de var ve yarın da var olacak. Ama biz; ne dünkü biziz artık, ne de yarınki biz…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘O KIŞ, YALNIZLIĞIMIZA SIĞINDIK; BİZDİK AÇMAYI BEKLEYEN ÇİÇEK…’

Geceler sabahlara, gündüzler akşamlara erişiyor; takvimler kasımlarda aralıklarda, mevsimlerse güzlerde kışlarda derişiyor. Bir kum saati, bir duvar saati hangi zaman dilimini gösteriyor bizlere; bir yürek saati hangi şairin zamansız dizelerini nakşediyor soğuk kış gecelerimizde, hangi dizeler nakşediliyor da ısıtıyor üşüyen ellerimizi? “O kış, yalnızlığımıza sığındık/ çakan fener de bizdik, uğuldayan deniz de/ bizimdi kumsaldaki ayak izleri/ bizdik açmayı bekleyen çiçek, avludaki saksıda/ ve bizdik onaran, aramızdaki yıkık köprüleri o kış uykusunda” diye yüreğini dizeliyor bir şair. İsmi not edilmemiş. Dünyanın “sekiz yüzlü bir yalan olduğunu” haykıran bir başka şair de,…

Devamını Oku
YAŞAM 

ABRUZZO BÖLGESİ’NDE KIŞ MEVSİMİ

ARALIK 2008’İN SON GÜNLERİ… L’AQUILA – Hava son birkaç gündür iyice soğudu burada. Yakında kar da yağmaya başlar ve Abruzzo Bölgesi’nin o dik yamaçlı dağlarının uzun süredir giyindiği gelinlik şehrimizi de süslemeye koyulur. Abruzzo Bölgesi, İtalya’nın en yüksek coğrafyası olduğu için uğramaz buraya o pek meşhur Akdeniz iklimi. Karasallaşıp diğer iklimlerden farklılaşmıştır Abruzzo bu yönüyle. Bulutların içinde yaşamak, sis indiğinde göz gözü görmemektir Abruzzo’yu solumak. Sicilya’ya inip on derece enleminde olmak, Napoli Körfezi’nde dalgalarla boğuşmak ya da Venedik’in serin sularında bulmak kendini… İşte, tüm bunlar değildir Abruzzo’da kardan adamlı bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘MEVSİM GÜZ, KASIMDA AŞK BAŞKA…’

Yılların biriktirdiği hüzün, son günlerin yağdırmakta olduğu gözyaşı sürükleyip götürüyor bizi uzaklara. Gökyüzü mavisi bakışlar doluşuyor gözlerine, gözlerin okyanus derinliği oluveriyor. Bulutlar sonbahar önceliğinin yahut sonralığının kararsızlığını yaşıyor. Kasım ayının en delidolu, en doyumsuz, en karmaşık duygularıyla sarmalanıyor dört bir yanımız. Ve sessizliğin sesiyle çoğalıyoruz. Denize bakan bir kafede kahveni yudumluyorsun şu sıralarda, biliyorum. Mızıka çalan bir çocuk görüyorsun, parmakları üşümüş; mızıkanın melodisi duygularını kıpırdatıyor ve sen iç dünyanda düşlerinle buluşuyorsun. Kasımdan, kasımpatılardan dem vuran bir şairin (*) ‘güz hüzünlenmesi’ne ortak oluyorsun ansızın: “Mevsim güz/ kasımda aşk başka/ ayrılık, her…

Devamını Oku
YAŞAM 

YALNIZLIĞA ÂŞIK BİR BEN

Kasımı ortaladık gidiyoruz. İçimizde geçmişten kalma hüzünler, hele de yağmurlu ikindilerde gözlerimizden yüreğimize süzülüp gidiyor. Sokakta sarmaş dolaş yürüyen sevgililer görüyorum. Sinema önlerinde bir aşk filminden çıkmışlığın tuhaf his cümbüşünü, kaybolmuşluğunu veyahut özlemi, tutkuyu, umudu arayışın sarhoşluğunu yaşıyorlar. Yağmurlu ikindi vaktinde sokak aralarında, kafe önlerinde dolanıyorum. Gözlerim dolu dolu oluyor; terk edilmişliğin, yalnızlığın insanı olgunlaştıran yanı, bir o kadar da kahredici tarafı. Ben, “olgunlaştıran” tarafındayım. Ve hep de o tarafta olacağım. “Yalnızlık tanrıya mahsus” diyenlere inat, ben hep yalnız tarafta bulunacağım. Yalnızlık, bir başınalık bana hep güç veriyor çünkü ve…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÜZ YOLCUSU

Sabah gün ağarırken varıyorum Ankara’ya. Hava ayaza kesmiş, sıcaklık bir ya da iki derece. Kendimi hemen otobüs terminalinde bir kafeye atıyorum. Sıcak bir şeyler içsem iyi olacak diye düşünüyorum. Yaklaşık bir saat oturuyorum kafede. Sıcak ortam iyi geliyor. Sonra kafeden çıkıp metroya biniyorum. Kızılay İstasyonu’nda ineceğim. Gerçi otobüs terminalinden Kızılay istikametine seyreden bu hattın ismi ‘Ankaray’; ama olsun, ben yine de ‘metro’ diyeyim. Şehrin yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladığı dakikalar… Metro da kalabalıklaşıyor istasyon istasyon. Önce tek tük insanlar, ardından yoğun kalabalık. Kızılay İstasyonu’nda iniyorum. İstasyonun Karanfil Sokak çıkışını ararken Ankara…

Devamını Oku
YAŞAM 

ÇÖLLERDE KÜREK ÇEKENLER

“Biz ne çöllerde kürek çektik/ kaç deniz yitirdik/ en güzel maviyi/ gözlerde değil/ sözlerde çığırdık.” – S. Ç. Şair, şiirini kâğıda yazıp tutuşturdu elime… Saatler gece on ikiyi gösteriyordu. Tekne bir o yana bir bu yana sallanmakta, bizler de kadehlerin bir dolup bir boşalmasıyla o sallantıya eşlik etmekteydik. İstanbul’daydık, Kadıköy’de Haydarpaşa Garı’nın duvarlarına yanaşmıştı teknemiz. Şairin şiirini sokak lambasının ışığında okudum. Sağımdan solumdan insanlar geçiyordu. Zaman, bir sonbahar gece yarısında sabaha karşıya doğru yol alırken sağımdan solumdan geçen insanların peşine takıldım. Şairi aradım, şair gözden kaybolmuştu. Şair neden çöllerde kürek…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR SÜRGÜNÜN PARİS GÜNLERİ

Sait Faik’in “Çıplak heykeller yapmalıyım/ çırılçıplak heykeller” şeklinde başlayan o şiiri, ne güzel de anlatıyordu aşkı, çıplaklığı ve o çağlayan çığlıkları: “Sana önce/ şiirlerin tadını/ aşkların tadını/ kitaplardan tattırmalıyım/ resimlerden duyurmalıyım, resimlerden…” Ardından devam ediyordu: “Anlatsam şu kiraz mevsiminin/ sevişme vakti olduğunu…” * * * Ağustosun eylül kapısında beklediği bir yaz akşamında Turgay Fişekçi’nin romanı ‘Hep Seni Sevdim: Bir Sürgünün Paris Günleri’ni (Sözcükler Yayınları) okuyorum. Gecenin serinliğinde sessizliğin eşlik ediyor sessizliğime. Sessizliğinin sesi gecenin derinliklerindeki sözcükleri canlandırıyor. Ne güzel de anlatıyor Paris’i, Turgay Fişekçi… Seine Nehri’ni, Eiffel Kulesi’ni, Notre Dame…

Devamını Oku
YAŞAM 

DENİZ ÖZLEMİ, ÖZLEM DENİZİ; EYLÜL AŞKI, AŞK EYLÜLÜ!

Aşkın ne demek olduğunu söyleyebilir misin bana, sevgili? O diyalektik tutkuyu “gözyaşların hüzünle dansı” olarak dile getirebilir yahut “kahkahaların mutlulukla  sarmaş dolaş olması” olarak adlandırabilir misin? Denize yakılan özlemi, eylüle duyulan aşkı hangi söz öbekleriyle açıklayabilirsin? Hangi deyim, hangi özdeyiş özetleyebilir içimizdekileri? Hangi yer altı edebiyatı sonsuzlaştırabilir okyanusumsu duygularımızı? Hangi melankolizm hesaplayabilir yüreğimizdeki hüzün debisini? * * * Deniz de var şu an içimde, özlem de var, eylül ve aşk da var… Sensizliğin kıyılarına vuruyor artık gemilerim, kapitalist sandalların meteliksiz balıkçıları benim için söylüyor deniz türkülerini… Bir balıkçı meyhanesi oluyor…

Devamını Oku