ÖYKÜ 

YİNE

Tüm gece yağmur yağdı. Yaygaracı çinko, yağmuru çoğalttı da çoğalttı. Sanki gökten taş yağıyordu. Yorganın içinde dönüp durdum. Uyumak ne mümkün? Bir ara dalmışım. Yağmurun tahta zemine pıt pıt düşme sesiyle yataktan sıçradım. Lambayı açtım. Karyolamın önünde küçük bir gölcük! Sabah olduğunda, gökyüzü olanları unutmuş, berrak gözlerle bakıyordu. Yorgundum, uykusuzdum. Göğü görecek halim yoktu. Pisicik miyavlayıp duruyordu. Kapıyı açtım, sütünü koydum. Çamurlu patileriyle bacağıma sürtündü. Biraz sevgi istiyordu. Avluda, sabaha çıkamayan ölü yapraklar… Çizmemi giydim, biraz yürümek iyi gelecekti. Pisicik, sütü bırakıp etrafımda dolanmaya başladı. Başım zonkluyordu. Kapıdan çıktık. Dönüp…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

SONA DOĞRU

Bu sabah öleceğimi öğrendim. O sırada, şişman kara kedi kuyruğuyla oynuyordu. Evde başka kimse yoktu. Telefonu kapattım, mutfağa gidip çay demledim. Hiçbir şey olmamış gibi oturup çayımı içtim. Sonra hazırlanıp dışarı çıktım. Kapının önünde beyaz, irice bir köpek sere serpe uzanmış yatıyordu. Beni umursamadı. Yokuş aşağı yürüdüm. Mahallemin çiçekçisi, yeni çuhalar getirmişti. Sarı, pembe, beyaz çuhalar… Köşeyi dönüp henüz uyanmamış iğdelerin altından, sokağın antikacısına girdim. Antikacı Nermin, beni görünce sevindi. Beyaz takma dişleriyle gülümsedi. “Yeni bir şey var mı?” dedim, gövdesi oymalı bir lamba gösterdi. Gösterişli, incecik cam lambanın dışında,…

Devamını Oku