YAŞAM 

ARKASI YARIN

Konuşmaların en güzeli, ağaçlar üzerine olandır. Yapraklar, şifalı otlar, çiçekler gelir ardından. Söz gelimi, “O adam hiç dengin değil. Bir kere gördüm, anladım senin kalemin olmadığını. Ayrılmanız isabet olmuş.” cümlelerinin solukluğuna bakın. Bir de “Koca yemiş pek bereketli bu sene, kendi kendine büyüdü, hiç zahmetsiz. Sayısız küçük güneşe benzemiyor mu meyveleri? Ah şu küçük tombul meyveler, içlerini açınca bahar fışkırıyor; tatlı, lezzetli bir bahar.” cümlelerinin renkliliğine. Eğrelti yapraklarını tarif etse bana birisi, yol yordam gösterse. Konargöçer çınar dallarından… Toprakla gökyüzü arasındaki seferden açsa muhabbeti… Arpa erkencidir, buğday geçten olur diyene…

Devamını Oku
YAŞAM 

DÖRT GÜNLÜK DÜNYA

Vakti kaybediyoruz. Süresi belli olan vakti… Hiç gitmeyecek gibiyiz. Sakin, koşuşturmasız. Dışarda, bizi bekleyen bilmediğimiz şehrin sesi geliyor. Sandalyemde oturmuş, loş kahvaltı salonuna bakıyorum. Masalar toplanmış, girip çıkmalar bitmiş, ayak sesleri çekilmiş, cam çatının altında dinleniyorum. Arkadaşım, yatağa bağdaş kurmuş çalışmasını temize çekiyor. Görebildiğim, bilgisayar da kırılıp tümlenen parmakları. Düşüncelerini göremiyorum. Bir an önce çıkmalıyız, demek istiyorum. Ara sokakları, meydanları, şapelleri, katedralleri eski, yeni şehri, hepsini, hepsini gezip görmeliyiz. Zaman dar. Lobide, dün gecenin gölgesiyle oturan birkaç kişi dışında kimse kalmamış. Açılır kapanır kapının dışına çıkıyoruz, şehrin içine. İyi olurdu…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

YİNE

Tüm gece yağmur yağdı. Yaygaracı çinko, yağmuru çoğalttı da çoğalttı. Sanki gökten taş yağıyordu. Yorganın içinde dönüp durdum. Uyumak ne mümkün? Bir ara dalmışım. Yağmurun tahta zemine pıt pıt düşme sesiyle yataktan sıçradım. Lambayı açtım. Karyolamın önünde küçük bir gölcük! Sabah olduğunda, gökyüzü olanları unutmuş, berrak gözlerle bakıyordu. Yorgundum, uykusuzdum. Göğü görecek halim yoktu. Pisicik miyavlayıp duruyordu. Kapıyı açtım, sütünü koydum. Çamurlu patileriyle bacağıma sürtündü. Biraz sevgi istiyordu. Avluda, sabaha çıkamayan ölü yapraklar… Çizmemi giydim, biraz yürümek iyi gelecekti. Pisicik, sütü bırakıp etrafımda dolanmaya başladı. Başım zonkluyordu. Kapıdan çıktık. Dönüp…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

SONA DOĞRU

Bu sabah öleceğimi öğrendim. O sırada, şişman kara kedi kuyruğuyla oynuyordu. Evde başka kimse yoktu. Telefonu kapattım, mutfağa gidip çay demledim. Hiçbir şey olmamış gibi oturup çayımı içtim. Sonra hazırlanıp dışarı çıktım. Kapının önünde beyaz, irice bir köpek sere serpe uzanmış yatıyordu. Beni umursamadı. Yokuş aşağı yürüdüm. Mahallemin çiçekçisi, yeni çuhalar getirmişti. Sarı, pembe, beyaz çuhalar… Köşeyi dönüp henüz uyanmamış iğdelerin altından, sokağın antikacısına girdim. Antikacı Nermin, beni görünce sevindi. Beyaz takma dişleriyle gülümsedi. “Yeni bir şey var mı?” dedim, gövdesi oymalı bir lamba gösterdi. Gösterişli, incecik cam lambanın dışında,…

Devamını Oku