EDEBİYAT 

İTHAKA YOLUNDA BİR SÜRGÜN

“Özgürlüğü hatırlayabilen yazarlara ihtiyacımız olacak. Şairlere, hayalperestlere, daha büyük bir gerçekliğin gerçekçilerine…” [1] Attila İlhan’ın ‘Hayat Bilgisi’ne dâhil ettiği bir sanat dalı olarak edebiyat hüneridir, başka türlü söylemektir, itiraftır, meydan okumadır. Edebiyat, bir şeye bakmak değil, onu görmektir. Görmekle de kalmayıp gördüğüne dokunabilmektir. Dokunmaktan da öteye geçip dokunduğun şeye hayat vermektir. Hayat verdikten sonra da hayatı paylaşmak, onunla bir bütün olmak, onu yaşamaktır. Edebiyat insan(lık)ı anlatma, insan(lık)a anlatma sanatıdır; insan(lık)a ayna tutmadır. Hayatın ta kendisidir edebiyat; insan(lık)ı anlama ve anlamlandırmadır; Susan Sontag’ın ifadesiyle “Edebiyat özgürlüktür!” ya da Fernando Pessoa’nun “Edebiyat…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

‘RAHATSIZ EDİCİ BİRİ’: BERTOLT BRECHT

“Ben Bertolt Brecht, kara ormanlardan/ karnında getirmiş şehre anam beni/ ama çekip gidene dek ben bu dünyadan/ çıkmayacak ormanların soğuğu içimden.” [1] “Otuz beş yaşındayım, soyluluk unvanım yok, taşınmaz malım yok, ticaretle hiç mi hiç uğraşmadım, hiç kimseyi sömürmedim” [2] diye tanımlardı kendini. Mücadeleci, baş eğmeyen bir komünistti ve “Ben de bir bilge olmak isterdim. Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir: Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı korkusuz geçirmek şiddete başvurmadan hem kötülüğe iyilikle karşılık vermek düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak bilgelik olarak kabul ediliyor. Tüm bunları yapamıyorum: Gerçekten karanlık…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

AŞKA VE HAYATA DAİR TUTKULU DİZELER

“Şiirsiz toplum eksiktir. Şiirsiz insan yalnızdır.” [1] İzmir’in Şakran 2. No’lu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in ‘İki Acı Esinti’ [2] adlı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan… Orhan Veli Kanık’ın “Ağlasam sesimi duyar mısınız,/ mısralarımda;/ dokunabilir misiniz/ gözyaşlarıma, ellerinizle?” [3]; Nâzım Hikmet Ran’ın “Ne güzel şey hatırlamak seni:/ ölüm ve zafer haberleri içinden,/ hapiste/ ve yaşım kırkı geçmiş iken,” [4] dizelerini anımsatan duyarlılıkla kaleme alınmış bir lahzada keyifle ve sarsılarak okuduk… * * * “Onun için…” (s.7) ithafıyla başlayan yapıt, bir yanıyla ilan-ı aşk sanki: “Sevda…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

SUYUMUZ ISINIYORKEN…

“Biz fakirdik./ Bizde ne bağ, ne bahçe vardı,/ ama insandık…” [1] Evet, suyumuz ısınıyor! “Su korunmalıdır. Su ortak mülktür. Kimse yok etme hakkına sahip değildir. Su ikame edilemez, metalaştırılamaz” gerçeğine rağmen sürdürülemez kapitalist yıkımın icraatlarıyla yok ediliyor! Yerkürede ücretli kölelik ile metalaştırılan iktisadi yaşamın getirisi, sera gazlarının iki yüzyılda gösterdiği artışın sonucu devreye sokulan iklim kriziyle yüz yüzeyiz! Küresel ölçekte Kuzey olarak bahsettiğimiz merkez ülkelerin iklim krizindeki tarihsel sorumlulukları, Güney olarak adlandırılan çevre ülkelerinden –sosyal, ekonomik, politik, kültürel eşitsizliklerle– çok daha fazla. Örneğin özelde Güney’de, genelde ise yerkürede derinleşerek yaygınlaşan…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

“YAZMAK”TAN ANLADIĞIM

“Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil; insan bile olamaz.” [1] “Yazmak” konusunda altını çizeceğim ilk şey, onun cüretkâr bir yüreklilik olduğudur. O da ne için mi? “Yüreklilik, tehditlere ve acılara tepki göstermenin yollarından biridir” [2] de onun için… Çok dedim, bir kez daha tekrarlayayım: Yazmak, yaratıcı bir eylemdir; bu özelliğiyle de toplumsallaşabilen/dönüşebilen hakikatin kendisidir. O bir yaşama biçimi, bir ahlaktır; sınır tanımayan özlemin taşkınlığıdır; Miguel de Cervantes’in Don Kişot’u gibi. Miguel de Cervantes’in “Kalem aklın dilidir” uyarısındaki üzere yazmak, bir eylem, serüven olmanın yanında yaşama mündemiç itirazdır,…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

ÜTOPYA KAYBINA KARŞI POLİTİK SİNEMA

“Bir mekânda yaşamak, orada izler bırakmak demektir.” [1] “Bu çağın asıl salgınının, ütopya kaybı; ütopyayı yitirip döngüye teslim olmak” olduğundan şüphe duymuyor ve bu halin en iyi özetinin de, “Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum” [2] itirafı olduğunu düşünüyorum. Kendine hapsolmuş –ütopyasız– insan(lık)ın düzen tarafından hüsnü kabul gördüğü elbette inkâr edilemeyecek bir hakikatken; “Burjuvazi hoşgörülüdür, insanları oldukları gibi sever. Çünkü onların olabileceklerinden nefret etmektedir” uyarısıyla sorunu tüm netliğiyle ortaya koyar Thedor Adorno… Beşeri var oluşumuzla sanatın tüm dallarından sinemaya böyledir bu.…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT 

BUGÜNLERDE MÜZİĞE DAHA DA FAZLA MUHTACIZ!

“Yavaşça giderler, güzel, nazik, iyi kalpli olanlar;/ sessizce giderler, zeki, akıllı, cesur olanlar.” [1] Platon ve Konfüçyüs müziğe ahlakın bir parçası olarak bakarken; Friedrich Nietzsche’nin “Müziksiz hayat hatadır” ifadesindeki üzere müzik hayatın ta kendisidir. [2] “Müzik” sözcüğünün kökenine ilişkin değişik görüşlerden en yaygını Latince “musica”ya dayandığıdır. Antik Grekçedeki “mousike”den (mousa) türediği varsayılan “musica”nın kökü “müz”dür (muse). Yunan mitolojisinde Zeus’un Tanrıça Mnemosyre’den doğan dokuz kızının adı olan “müz”lerin her biri ayrı bir ilim ve güzel sanatın perisi sayılmaktaydı. Antik çağların sonlarına doğru “mus” ya da “musike” dendiğinde sadece bugünkü müzik kavramı…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAZMAK EYLEMİ

“Ayakta yazmak gerekir, diz üstünde değil. Yaşam hep ayakta yapılması gereken bir iştir.” [1] Yazmak, tasarımla ilintili bir gerçek ve yaratıcı bir eylemdir; eylem olarak ele alındığındaysa toplumsallaşabilen/dönüşebilen hakikatin kendisidir. Yeniden üreten, yorumlayan, değiştiren ve dönüştüren bir birey olarak yazar, yazmak süreci boyunca kendisiyle, doğayla ve toplumla bir hesaplaşma içindedir aynı zamanda. Elbette “bir yazar yapıtını amaca giden bir araç olarak göremez” [2]; yazmak bir yaşama biçimi, bir ahlaktır. Hakkını vererek, sorumluluklarının bilincinde yazmak sıradanlığın kolaycılığına, gündelik yaşamın alışılmış biçimine, yavanlığına meydan okumaktır; yaşama dokunan yazar için toplumsal bilinçle yazmak…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ŞİİR; İLLA DA ŞİİR!

“Kolayca okunabilen bir şiirin/ kolayca yazıldığını mı sanıyorsunuz?” [1] Johann Wolfgang von Goethe’nin “Gökyüzüne çizilmiş resimdir”; Friedrich Hegel’in “güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı” diye tanımladıkları şiir –eskilerin deyimiyle– “insani bir mefkure”dir; Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, “saf bir lisan”dır. “Şiirin sabit bir tanımı yoktur” denir; “şiir gökyüzünün sonsuzluğu, denizin engin derinliğidir, ateştir, itirazdır, ütopyadır” benim için… Evet, ütopyanın sesi, soluğudur o: “Şiir tanımları değişiyor” denilse de değişende değişmeyendir… Devrimci şiirimizin, Nâzım Hikmet’in “paltosundan” çıktığı kanısı yersiz değildir. (Tevfik Fikret’e haksızlık etmiyoruz sanırım!) ‘Garip’ ve ‘İkinci Yeni’ dalgalarının müdahaleleri…

Devamını Oku
KÜLTÜR-SANAT TOPLUM 

‘ZÜBÜKZADE İBRAHİM’LERİN KORKUSUYDU AZİZ NESİN

“Gülümsemek,/ adaleti bozuk düzene,/ sessiz bir küfürdür./ Gülümseyin.” [1] ‘Kendime Öğüt’te, “Uslanma hiç, hep deli kal/ büyüme sakın, çocuk kal,” derdi. “Bi’ b.k bilmiyorsun. İşin kötüsü, bi’ b.k bilmediğini de bilmiyorsun” diyen doğruluk, çalışkanlık ve vazgeçmeme simgesi; erdem timsali üstat mizahçıydı. [2] “Böyle gelmiş böyle gitmez” diyen ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ın, ‘Zübük’ün müellifiydi. “Zübük, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan kişi”, “Bizim gibi avanaklar olduktan sonra, Zübük’ün bize ettiği az bile”, “Bizde bu kafa varken, bizim gibilerine bir değil, on zübük az gelir”, “Bu zübüklük bizde yaşıyor, onları…

Devamını Oku