YAŞAM 

DELİLİK VE MUTLAK SAÇMALIK

Buruk birkaç satırdır ki karalanır sokağım; hangi aklanır taşa basmalı ve hangi paklanan çukurdan kaçmalıdır ki çünkü söylenen her sözcükten yoksun mahlûkatın kör kulaklı yalpak bir kaltak gibi dünyasında dağınıktır lahzası! “Kim kimin hırsızı ve en büyük düşmanı?” biçeminden “İnsan insanın kurdudur” biçemine oynarım, sonra puslu bir bilmece sorarım ki bu sefer yalnız göremediklerim kadar varım. Ve dalgınım, kusuruma bakmayın! Kırılmış bir kısrak porsuktan doğma porselen bebek gibi zırlar zırvalarım. Fenomenal hatalar yaşarım ve buğulanıp çıkarım zıvanadan. Tozlu enkazı gibi devinimsel bıkkınlık taşı taşırım zirveye ve diplerden taşarım yozlaşmış bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

HİÇLİĞE KAHKAHA

Baş ağrıtıyor düşünce. Ağır geliyor insan ve yüzler. İnsanlığın öldüğü yerde insanları ne yapayım ki? Acıya zaafım bitiriyor beni. Çirkinin estetiği. Ve yalanın hakikati. Hep iki ucu boklu değneğin döngüsel zevkleri… Hani iyiliğin içindeki kötülük ve kötülüğün içindeki iyilikti hayat? İnsanlık ölmüş müydü? Nerede? Ama ben hâlâ inanmak istiyorum. Hâlâ inanmak istiyorum umuda. Fakat mezarlık, karanlık bir kalabalık sadece… Ve kimse inanmıyor nefes aldığıma. “Ölüm!” diyorum, kimse aldırmıyor. “Biçare ruhlar,” diyorum, “özgürlüğünüz batsın”. Ve kimse beni duymuyor. Ve “Ölüm!” diyorum, çırpınıyorum. Alın, çirkinliğiniz sizin olsun. Gülüyorlar, bıyık altından… Sizi kim…

Devamını Oku
YAŞAM 

MADDESEL DÜNYANIN BİÇİMSİZ FORMLARI

Sessizlik binlerce formda yansıyor ışıktan. Yıldız sönüyor, bense doğuyorum belirsizlik karanlığının içinden dehşet dolu bir çığlıkla çarpık dünyaya. Ölümsüz tanrılarım ölümden bahsediyor bana. Saçmanın varoluşuyla dünyaya dönüyorum ışıksız geceden, gülesim geliyor. Gerçeği sindirmek istiyorum, diyorum, gücüm yetmiyor. Doğduğum vakti kestiremiyorum. Büyümeyi ve devinimi hatırlamıyorum. Suratlardan hiçlik akıyor ve şehir kendini parçalıyor. Taşlar yerine oturmuş ve oyun başlamak üzere. Oyun, oyun, oyun… Zor oyun, ve boş olun, artık ayrılmak istiyorum sahneden! Boşluğun son evresinde yaratım varoluşu hakkında kitaplar yazılıyor. İşte, saygıdeğer sahnenizdeyim ve buruşuk ve kan dolu vücudum, bilincimse kıvrak akış.…

Devamını Oku
YAŞAM 

ADSIZ VE ANLAMSIZ

Ve mutsuzluk geri geliyor bütün kalıpları yıkarcasına. Tümcemin çatlak ıstırabından eser kalmıyor geriye. Olanca zehriyle büyülüyor ay ve şehir. Kimi kimden ayıran nedir, kimi kime bağlayan ne? Gittiğim yolları dönüyorum ceplerimde ve elimde hiçlik. Kahroluyor kanadı kırık kaderimin fahişe ruhu alaca kalabalığa karşın. ‘Kim’lik biçiliyor, ‘kimse’lik yitiriliyor. Dönüp dolaşıp yine aynı yere varılıyor. Ve yok-oluşum başlıyor Var-oluşum ile var-oluş azalıyor günden güne. “Adım gibi iyi bilirim” türevinden cümleler kurmak için kıvranıyor dilim, kuru dudağım. Her “adımda” bocalıyorum. Caddesi kan revan düşüncemin, meydanlarda ve istasyonlarda ölüyor on bin görüntüsü benliğin. Yüzüm,…

Devamını Oku
YAŞAM 

İSTENÇ TÜRKÜSÜ

Bütün yaşantılarımı geride bırakmak istiyorum. Bütün benliklerimden kaçmak… Apansız hayallerin döşeğinde uyuyorum. Ve uyanıyorum kâbusların çaresizlik kalabalıklarından. Korkuyorum aynaların hiçbirinde yüzüme rastlamamaktan. Kaderin baht kapıları yüzüme kapanıyor. Bekliyorum soğukta, kim olduğum pelerinini üstümden atamıyorum. Saklanıyorum şehrin ışıkları arasında ve görünmüyorum karanlıkta. Bekliyorum, öyle biçare. Ama insan, yaşıyor her şekilde. Korkuyorum yazamadığım yahut yazmadığım satırlardan. Korkuyorum yer üstünde bir anlama rastlamaktan. Bir hayalim, bir fısıltı oluyor ve binlercesi uğultu. Seçemiyorum, kim kimdi? Seçemiyorum diyorum, ben kimdim? Bir bulut gibi, rüzgâr nereye eserse oraya süzülüyorum. Ve seçemiyorum diyorum, anlasana. İnsan yüzleri diyorum,…

Devamını Oku
YAŞAM 

TANRI EVİ TİYATROSU

Kilise mumlarını andıran bir incelikte ona olan özlemimden yanıp tutuşuyordum. Çelimsiz ve buruşuk isimsiz alkoliklerin damağında kalan şarap tadı gibi özlüyordum onu. Sokaklarda geziyordum, “Özlem nasıl yiter?” gibisinden aklıma sorular soruyor, ona kavuştuğum anı zihnimde onlarca senaryoda canlandırıyordum. Yerime oturduğum sırada hangi vatkalı ceketli dev beyefendinin perspektifimden sahneyi kapattığı, müzikal başladığı anda önce hangi ışıkların yansıtıldığı, tahta basamaklardaki insancıkların kostümlerinin ne yöne uçuştuğu gibi uçsuz bucaksız hayaller silsilesi… Canım, içtenlikle sergilenen bir tragedyayı rol icabı seyretmek istiyordu. Tiyatro istiyordum. Roller, maskeler, tiratlar istiyordum. Ama aynı zamanda hayatın içindenmişçesine iyi sergilenmeliydi…

Devamını Oku
YAŞAM 

ANLAM VE DURAĞAN HALİN DEĞİŞKENLİK YASASI

Bir varmış bir yokmuş… Buradan çok uzak bir gezegende, çok uzak bir zaman – Kimi kandırıyorum ki? Milyarlarca yıl önce başta tek toprak halinde bulunan sevgili dünyamızda, sevgili dünyalılar üremeye ve evrimleşmeye başladığından beri… Balinalar ayaklarını kaybedene ve dinozorlar tavuklara dönüşene dek… Sadede gelecek olursak, sayın dünyalı, bu sadece benim hikâyem değil. Ama benlik kaybı yaşamadan ve henüz bilincim tamamen yok olmadan önce bu hikâyeyi birinci tekilden yazmakla görevlendirildim. Tanrı tarafından değil, ben olmak süregeldiğince “ben” tarafından. Bizim hikâyemizi anlatalım; benim, senin ve aslında ona dair olan hikâyeyi… Nasıl oldu,…

Devamını Oku
YAŞAM 

AGAPE

O satırları okuduğum vakitten beri ölmüş sayardım ben de insanlığı. Zira çaresizlik sokağının sonunda veyahut kaçırdığım mutluluk numaralı otobüsün durağında rastlamadım ona. Hem zaten insanlığın ölüm haberini okuduğumda ben de ondan ümidini kesenlerden biri olarak yadırgamamıştım bunu. Sevgi’yi görmemiştim. Umut’u tanımıyordum. Dilhun’la dost, Memati’yle sevgiliydim. Üstelik durağan bir yaşamdan hatırladığım kadarıyla geri gitmezdim, lakin ilerliyor da sayılmazdım. O donuk ve soğuk, o kasvetli ve bir hayli karanlık belleğimin odalarınca tutunacak bir dal kalmıyordu. Tutunamıyordum. Bir hiçlik miydi, yoksa var olanların yitirdiği bir his mi, bilmiyordum. Ama sonra kılı kırk yaran…

Devamını Oku
YAŞAM 

İNTİHARI MEKANİZMALAŞTIRMAK YA DA…

Hayatım öyle bir hal almıştı ki her çeşit düzene başkaldırıyordu. Trenlerim sürekli raylardan çıkıyor, yuvarlanıp gidiyordu. Öyle bir düzensizlik hükmediyordu ki evimde dahi eşyalar yerini bilmiyordu. Zihnimin karışıklık ve dağınıklığı olta atıyordu bütün soyutluklara. Onları yakalıyor ve nasıl olsa hisleri yok diye diye yutup geçiyordu. Defalarca köprülerden kendini salmış bir ölü ruhun ölümüne hiç kimse imkân vermiyordu. Çoktandır ölmüştüm. Mezar taşlarım yağmalanmış, küllerim şaraplara türlü aromalar katmıştı. Çoktandır ölmüştüm. Yerlerde bütün şiirlerim en acıklı şarkılarını söylüyordu. Duvarlarımdaki tuğlalar başlarıma yıkılıyordu. Çoktandır ölmüştüm ve hiç kimse şaşırmıyordu hâlâ hayatta oluşuma. Zaman…

Devamını Oku
YAŞAM 

YALNIZLIĞIN SESİ

Çaresizlik rüzgârları suratıma soğuk elleriyle tokatlar atmaya başlamış bulunmakta. Tek dostunun üzerine gelen duvarlar ve yalnızlığın sesi olduğu anlarda mı düşünür insan en çok? İşler bu raddeye nasıl geldi? Sonun başlangıcı ne zamandı? Ruhunu avuçları arasına alıp nefesini kesinceye dek senin boğazını sıkmaya devam eden hayat, sana bunu neden yaptı? En son ne zaman mutlu oldun? Üzerinden uzun zaman geçen anları hatırlamaz artık insan. Biliyorum, bir zamanlar mutluydum. Ama zihnim ipleri tutamıyor artık. Kontrol, beni parçalayan bir ayı kapanı misali. Ateşle oynamaya devam edemem. Küller üzerime yapıştı ve is kokuyorum…

Devamını Oku