YAŞAM 

YIRTIK UÇURTMA

İnsan yaşamının en saf ve yapmacıksız dönemi çocukluktur. İnsana iyi gelen, mutluluk veren oyunlar sadece masum çocukluk yıllarındaki oyunlardır. İnsan büyüdükçe kirlenir, doğallıktan ve içtenlikten uzaklaşır. Toplumun ona dayattığı sahte, yapmacık ve sevimsiz rollere bürünür. İnsan büyüyüp de masumiyetini ve saflığını yitirince oyunlar da değişir; zevk vermeyen, tehlikeli bir hal almaya başlar. Khaled Hosseini’ye minnet mi duymalı yoksa nefret mi hiç bilemiyorum. ‘Uçurtma Avcısı’nı okuduktan sonra insan kalbinin aynı hızla çarpması mümkün değil, paramparça oluyorsunuz çünkü. “Dünya artık bir daha hiç/ bir okul çıkışı gibi kokmayacak mı?” diyor ya Didem…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİLMEK YA DA BİLMEMEK; ARTIK TÜM MESELE BU!

“Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?” Meşhur paradoks… Çözebilene aşk olsun. Doğrusu hem çok okuyan hem de çok gezen birisi olarak bildiğim tek şey, insanlara dair pek de bir şey bilmediğimdir. (Burada biraz Sokrates’ten ‘ç-alıntı’ yapmış olabilirim.) Küçük hesaplar peşinde koşanların, burnu Kaf Dağı’na değen megalomanların, kendi kusurunu hasıraltı edip başkalarınınkini duvara asanların gizemini çözemedim mesela. Sahte hayatlar yaşarken aynalara kendi yüzleriyle bakabilen insanların ikiyüzlülüğünü sindiremiyorum bir türlü. Bir gün öyle bir gün böyle davranan turnusol kâğıdı kılıklı insanlara tahammül edemiyorum mesela. Herkes bir oyundur tutturmuş gidiyor. “Anlamıyorum. Oyun…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR İNSANSEVMEZ OLARAK ARTHUR SCHOPENHAUER’UN AŞKA METAFİZİKSEL BAKIŞI

Arthur Schopenhauer, 19’uncu yüzyılda hem düşünce hem de edebiyat dünyasında etkili olmuş; yaşadığı döneme, özellikle ahlak felsefesine getirdiği özgün öğretilerle damgasını vurmuş önemli bir filozoftur. O, dünyayı “kötü bir dünya” olarak tanımlar ve kendisi de tam bir kötümserdir. Ona göre hayat anlamsız ve boşunadır. Mutluluğun ulaşılmaz bir amaç olduğunu söyler. Ona göre gerçek ahlaklılık, dünyadan el etek çekerek her türlü istek ve hazdan yüz çevirmektir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde annesiyle olan sorunlu ilişkisi, onun “kadınlar” ile sağlıklı ve olumlu ilişkiler geliştirememesine neden olmuştur. Bu yönüyle onu Cemal Süreya’ya benzetirim. Ama…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÜZ DELİRMELERİ

Yok, o zamanlar delirmemiştim daha. Durup dururken avuçlarım kanamıyordu. Gökteki ak sakallı dede hâlâ gülümsüyordu bana. O zamanlar değildi, daha sonra, çok sonra oldu olanlar. Bal sarısı bir güzdü. Saçlarımı dağıtan soğuk rüzgârlar eserdi. Kuru bir yaprak gibi nereye gideceğimi bilmediğim bir zamandı. Yapayalnızdım. Teninin bozuk patikalarında bir yol bulmak istedim. Soğuk bir cumartesiydi bakışların, gülümsemen gölgeli… Yarı aydınlık, yarı karanlık… Oysa ben apaydınlık gülerdim, ışığa keserdi her yer. Senin karanlığın bile… Bir türlü ilkbahara erişemeyen kara iklimlerin vardı; ayazı bol, güneşi az. Ama ben, benden ikimize dört mevsim çıkar…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÜNEŞE GÜZELLEME

Alacakaranlığın gizemli ve büyülü bir yanı olduğunu düşünmüşümdür daima. Gün ağardıkça çoğalan renklerin pastoral senfonisi ruhuma şifa verir. Güne ilk ışıklarla başlamak, henüz kimselerin bakışlarıyla örselenmemiş göğün –hangi renkte olursa olsun– tüm kullanım haklarına sahip olmak, hiçbir şeye sahip olamayan zavallı, ölümlü hislerimi diriltir, heyecanlandırır. Suya atılan taşın dalga dalga yayılması gibi hale hale bir huzur, bir erinç ve bir dinginlik yayılır içime. Düzmecedir, geçici ve sahtedir, bilirim ama oyalanırım işte. Tüm o yanılsamaların kucağında bir hakikat aramaya koyulurum. Yaradan’ın benzersiz sistemine hayran öylece güneşin doğumunu izlerim. Onun ilk ışıklarıyla…

Devamını Oku
TOPLUM 

HÜMANİZMİN ÇAĞLAYAN SESİ, MİSTİZMİN PARILDAYAN GÜNEŞİ: MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

Sekiz asırdır gönülleri aşkla yıkayan, derin ilmiyle çorak zihinleri yeşerten büyük din âlimi Hz. Mevlana bu dünyadan göçeli 751 yıl oldu. O, ölüm gününü “şeb-i arus”, yani düğün gecesi olarak nitelemiştir. Ölüm; sevgiliye kavuşmak, ayrılık acısının sona ermesi, gerçek vuslata erişmektir. “Bişnev in ney çün şikâyet mî küned,/Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned.” (Şu neyin nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle./ Onun feryadı ayrılıkların hikâyesidir.) Çünkü Mevlana’ya göre insan bir neydir. Nasıl ki ney kamışlıktan koparılıp getirilmiştir, insan da gerçek vatanından dünyaya atılmıştır. Kamıştan ses çıkarabilmek için içini oymak ve ona üflemek…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

RUHUMUN GAYYA KUYUSUNDA ÜÇ KADIN: TEZER ÖZLÜ, DİDEM MADAK, AYFER TUNÇ

Eğer dünyada ruh ikizi diye bir şey varsa Tezer Özlü ve ben işte oyuz. Bu evrene tutunamamış “gamlı prenses”im benim Tezer. Canım Tezer… Tüm anlatılarını yüreğinin en derinlerinden, cesurca ve oldukça lirik bir biçimde “anlatmaya” çalışıyor. Neyi mi? Aşkı, cinselliği, kadını, eskiyi ve yenilenmeye muhtaç olan duyguları… “Bırak beni artık. Bu camdan çırılçıplak aşağıya atlayacağım. Sana karşı değil bu. Çocukluğuma karşı. Bu kente, bu eve, bu halılara, bu değişmeyen her şeye, bu ölmeyen her şeye karşı…” Tezer’i okuduğum zaman başka bir zamana ve mekâna ait hissediyorum kendimi. Uzaklaşıyorum… İçime koca…

Devamını Oku
GEZİ 

YALNIZLIĞIN BAŞKENTİ PRAG’DA; NÂZIM İLE, KAFKA İLE…

Bir kenti en iyi ne anlatır? Tarihi yapıları, geniş caddeleri, çıkmaz sokakları mı? Yazdırdıkları mı yoksa yaşattıkları mı silinmez izler bırakır? İçinden tren geçmeyen şehirler mi daha uzaktır yoksa bacasından dumanlar tüten vapurları olmayan denizsiz kentler mi? “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası” demişti ya hani Cemal Süreya, hangi ıssız ve ışıksız şehri tarif etmişti? Prag mıydı yoksa? Bugün Kafka’nın şehrinden geçtim. Çok soğuktu ve hafiften, ince bir kar yağıyordu. Karl Köprüsü’nden şehri izledim. Sivrilen kubbeli yapıların iğne iğne etime batışının lezzeti tarifsizdi. Köprü üstündeki onlarca heykelin karanlık ve…

Devamını Oku
YAŞAM 

MİNÖRDEN MAJÖRE AĞRILARI UNUTMA REHBERİ

Gece kuşu musunuz, erkenci horoz mu? Yirmi dört saatlik zamanın neresinde yaşayıp neresinde ölenlerdensiniz? Tek bir anda bile yaşayamadan yok olup gidenlerden misiniz? Sahi, siz, yaşamı derin bir uykuda geçirenlerden misiniz? Meşhur “CARPE DIEM” efsanesi uğramadı galiba sizin oralara! Son zamanların en moda deyimleri: an’ı yaşamak, an’ı yakalamak, an’da kalmak… Geçmiş ve gelecekten vazgeçip sadece tek bir an’a sıkışıp kalmak bana hayatı kaçırmakmış gibi geliyor. Evet, her an’ımızı dolu dolu yaşayalım, her an’dan zevk almasını bilelim. Peki, bugünkü “biz”i oluşturan “geçmiş”i ne yapmalı? Onu bellekten silmek, her geçmiş zaman kipini…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAŞAMAK KAMBURU

Hepimiz yaşamak denen koca bir kamburla yaşıyoruz bu çekilmez dünyada. Her geçen gün kambur büyüyor, eciş bücüş bir yaratığa dönüşüyoruz ömrümüzün sonunda. Yaşamak bize ağır geliyor. Her günümüzü ekranda ne zaman “SON” yazacak diye geçirmiyor muyuz? Hadi itiraf edin, haksız mıyım? Ama unutmuşum bizde itirafın tedavülden kalktığını. Ben demiyorum ki Ayfer Tunç diyor! “Bizde itiraf yoktur. / Bizde itiraf eden huzur bulmaz. / Biz itiraf edersek unutamayız. / Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.” Sırf bu yüzden yaşamanın ne büyük bir yük olduğunu söyleyemeyiz kendimize. Emaneti gezdirir dururuz. Zaman…

Devamını Oku