YAŞAM 

HOŞÇA KAL

Hoşça kal, sevgilim; ben topumu alıp çıkıyorum bu oyundan. Yoruldum ve sıkıldım aynı anlamsız döngü içinde aynı kötü sonlu öyküleri yazmaktan. Sözcüklerin sustuğu, henüz canlılığın bile başlamadığı başka bir evrende bir taş olmak istiyorum. Küf rengi sevgiler, lağım kokulu öpüşmeler, acı sevişmeler, yüz karası söyleşmeler… Hepsini kör bir kuyunun içine sakladım, üstünü örttüm. Sonunun nereye varacağı belli olmayan ıssız bir patikada yol alan bir korkak düşün, sevgilim. Mırıldandığı şarkılarla kendini avutmaya çalışan bir ürkek yürek… Rüyalarında bile ele geçiremediği aşkına tutunmaya çalışan bir hayalbaz… Bir günahkâr, yalancı cennetinin kapısından kovulan……

Devamını Oku
YAŞAM 

TERK EDİLEN İNSAN

Ve tanrı, insanı terk etti, yapayalnız bıraktı dünyanın tam ortasında.  Yusuf’u kör kuyulara atan, Cem Sultan’ı zindanlarda çürüten, İsa’yı çarmıhta kanatan tanrı; seni, beni, hepimizi bu cehennem çukuru dünyada bırakıp gitti. “Şir’ler pençe-i kahrımdan olurken lerzan / Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek / (Arslanlar pençemin korkusundan tir tir titrerken, felek / Beni ahu gözlü bir güzele esir etti)” diyen Yavuz Sultan Selim’i aşk ateşinde yandıran tanrı değil miydi? Zifiri karanlıkta yolunu bulmaya çalışan insanoğlu; çamurlara bata çıka, çıplak ayaklarıyla kızgın kumlarda dağlanıp dikenli yollarda yaralana yaralana bir çıkış…

Devamını Oku
YAŞAM 

HER ŞEY GEÇER

Yaklaşın, size bir sır vereceğim: Her şey geçicidir. Geçer, gider, yok olur. Geride zerre kadar bir iz bile bırakmadan hiçliğin kucağına oturur.  Ne sonsuz sanılan zaferler, ne yüreklere işleyen acılar, ne de sandıklarda saklanan gözyaşları kalır. Hepsi bir gün uçar gider, fezanın sonsuz boşluğunda bir yerlere dağılır.  “Gamına gamlanıp olma mahzun/ demine demlenip olma mağrur/ ne gam bâki ne dem bâki.” Ne güzel özetlemiş Selimî! Ne mutluluk ne de gam ve keder kalıcıdır. Milyonlarca yıldır gökte yanıp sönen Güneş’in bile bir gün içindeki gazlarının söneceğini ve Güneş’in de öleceğini söylüyor…

Devamını Oku
YAŞAM 

İNSAN OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI

Önce sesini bir kuyunun dibine hapsetmek istedi ve tüm sözcüklerinin ağırlığından kurtulmak… Sonra evrenin baş döndürücü bütün kokularından uzaklaşmak istedi; ona sevdiği ne varsa anımsatan, hafızasının en derinlerinde sakladığı bin bir çeşit kokudan… Derken; dünya yüzünde tadına vardığı ne kadar lezzet varsa dilinden söküp atmak istedi. Diline değen, onu büyüleyen ya da tiksindiren bütün tatları ardında bırakarak kaçmak istedi. Sonra gözlerini güneşin parıltısında soldurmak istedi; gördüğü iyi veya kötü; güzel ya da çirkin ne kadar görüntü varsa göz bebeklerinden sonsuza dek silmek istedi. Ve en sonunda ona yaşadığını duyumsatan sıcağı,…

Devamını Oku
YAŞAM 

YİTİRİLEN ÇOCUKLUĞA ÇAĞRI

Gökyüzündeki pamuk pamuk bulutları konuşturmayı bıraktın mı? Unuttun mu elmalı şekerin tadını? Artık atlıkarıncalar mahallene uğramıyor mu? Dizlerindeki yaraların kabuklarını soymaktan vaz mı geçtin? Akşam karanlığı çöktüğünde için korkuyla dolmuyor mu artık? Annenin sesindeki şefkati, elindeki lezzeti hatırlamayalı bir hayli zaman mı oldu? Bayram öncesi bayramlıklarını başucuna asıp uykuya dalmıyor musun nicedir? Ah, büyüdün işte… Çocuk büyüdü. Dünya tüm büyüsünü ve masumiyetini yitirdi. Kirli yüzlü, çıplak ayaklı arkadaşlarının yerini, bir maskeli balodaymışsın gibi gösterişli maskeleriyle yalancı insanlar aldı. Artık seni korkutan gecenin ayak sesleri değil, geleceğin korkunç belirsizliği… Çocukluğun kapalı…

Devamını Oku
YAŞAM 

SUÇ VE CEZA ÜZERİNE

– Bu yazı kendi yaşamının hem yargıcı, hem celladı, hem de bağışlayıcısı olanlar içindir. İnsan ne zaman kendini suçlu ilan eder? Yaptığının yanlış ve suç olduğunu kabul ettiğinde mi, yoksa işlediği suçun cezasını çekmek zorunda kaldığında mı? İnsanoğlu ne zaman adaletin terazisinde tartar günahlarını? Ne zaman sağır vicdanına seslenir ve ne zaman yargılayıp asar kendini? Âdem ile Havva’nın yasak elmayı yemesiyle insanlık tarihinin o hiç bitmeyecek “suç” ve “ceza” döngüsü başlar. Yasak, yanlış ve günah olanın cazibesi zavallı insanoğlunun peşini bırakmaz. Tabularla, yasak ve günahlarla örülmüş bu “dünya zindanı”nda atılan…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAFIZANIN ÇEKMECELERİ

“Ne istersiniz benden/ bilmem ki hatıralar/ gelir gelmez sonbahar?” – Cahit Sıtkı Tarancı Hafıza ağır bir yüktür. İnsan ne zaman hatırlamaya çalışsa, anılarına tutunsa, belleğinin derinliklerine inip o kör kuyudan hatıralarını çıkarmaya koyulsa; omuzlarına büyük bir yük çöker. Beden ağırlaşır, hayat anlamsızlaşır. Gelecek ve geçmişin “şimdi”deki anlamı kaybolur. Hatırlamak bir eziyettir insana. İnsanın özgürleşmesi ve “an”da kalabilmesi için tüm yüklerinden, yani tüm kötü anılarından kurtulması gerekir. Haydi, bir söz verelim kendimize. Tüm kötü anılardan, çirkin sahnelerden, yorgun zamanlardan, ruhu çürümüş insanlardan, dili çatallı şeytanlardan kurtulalım. Sözleri zehirli, gözleri lanetli, kalpleri…

Devamını Oku
YAŞAM 

TANIDIN MI BENİ?

Antik çağların acılarından, kör kuyuların yankılarından, deli divane çağlayan suyun çırpınışından, dumanı göklere yükselen yangınların içinden geliyorum. Telaşla havalanan serçenin kanadından, yapraklarını dökmüş, çırılçıplak kalmış bir bozkır ağacının dalından, mehtabın altında tutuşmuş gönüllerin sesinden, kızgın çöllerde yolunu kaybetmiş Mecnunların ayak izinden geliyorum ben. Tanıdın mı beni? Sürgünlere yollanan halkların türkülerinden, destanlarından süzüldüm. Marşlarla yankılanan sokaklardan, ayaklanmalardan ve devrimlerden geliyorum ben. Diyar diyar dolaşan gam yüklü saz ustalarının tellerinden, meydanlarda halay çeken kalabalıkların ezgisinden, “Hu” çeken dervişlerin nefesinden geçiyorum ben. Sandık diplerine saklanmış sararmış fotoğrafların hüznünden, titrek bir mum ışığının altında…

Devamını Oku
YAŞAM 

HEY SEN, YABANCI!

Modern dünyanın en büyük sorunsalı: Yabancılaşma. Aileye, çevreye, dünyaya ve nihayetinde yaşama yabancılaşma; bireyin kendi “ben”ini yaralamasına neden oluyor. Umursamazlık ve kayıtsızlık onu yaşadığı evrenden uzaklaştırıyor. Gölgesi yeryüzünde, ruhu karanlıklar ülkesinde… Günden güne bireyselleşen ve seçimlerinde mutlak özgür olduğunu düşünen günümüz insanının kimlik karmaşasını bu denli derinden yaşaması ve kendi sesinden böylesine kopması çıkmaz bir sokağa götürmez mi onu? Gittikçe minimalist ve bireyci olmaya doğru giden dünyada, tüm duyguları büyük bir iştahla, doymak bilmez heves ve arzularımızla yaşıyoruz. Hayatın tüm zevklerinden bir tadımlık da olsa nasiplenmek istemek, yaşadığı her anı…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ / ÖLÜM

“Ölümdür yaşanan tek başına/ aşk iki kişiliktir.” Koca bir yalan… Şairlerin sayısız yalanlarından bir tanesi… Kim demiş yalnız ölür insan diye? İnsan tek başına ölmez, sevdiklerini de öldürür giderken. Onların sesini, soluğunu, gözünün rengini de alıp götürür son nefesiyle. Kalbini, aklını, zihnini de gömer toprağa kendisiyle birlikte. Hayır, ben ölümün tek kişilik olduğuna inananlardan değilim. “Ölen öldüğünü bilmez, ölüm kalanlar içindir.” Ölüm tam bir çıkmaz sokak… Çıkış yok, yol yok, anahtar yok… Tam bir çaresizlik… Şükrü Erbaş’ın şu dizeleri nasıl da kanatır yüreğimizi! “İçimizde dünyadan yapılmış bir keder/ bizi yaşamakla…

Devamını Oku