YAŞAM 

PAZAR İKİNDİSİ NOTDÜŞÜMLERİ

Belki de izdüşümleridir; ama ben “notdüşümleri” ifadesini kullanıyorum. Belirli bir takvim yaprağının belirli bir zaman dilimine dair notlar düşmek için yazı masamın başındayım. Günlerden pazar, vakitlerden ikindi. Ağustosun son dönemecinde ilerliyoruz. Eylül kapıda, bizi bekliyor. Hüznüyle, toprak kokusuyla, rüzgârda savrulup yüreğimize karışan gazelleriyle göz kırpıyor kapı aralığından. Dün akşamüzeri sicim gibi yağan, biraz da fırtınalı o yağmuru düşünüyorum. Mis gibi eylül kokuyor. Bense sevdiğim kadının ellerinden tutmuşum, ona sarılmışım yahut onu öpüyorum; şemsiye altında aşkın, tutkunun, özlemin “şemsiyesizliğinde” sırılsıklamım, sırılsıklamız. Saatime bakıyorum o vakit, saatin bir önemi yok; takvime bakıyorum…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAKAMOZUN KIRBAÇ SESLERİ

Yüzümde yaz rüzgârının cezbedici güzelliği… Sağımda solumda balıkçı tekneleri… Altımda bir kaya parçası, hafiften kalça kemiğimi ağrıtır cinsten… Kolumda zamanın gece yarısını geçtiğini gösteren bir saat… Ve kulağımda, görünmeyen bir yakamozun denize vurduğu kırbacın acı sesleri… İçimde ise oturduğum yerin altından yengeç çıkabileceği korkusu ve yalnızlığın hüznü… Ağustosun bazen bunaltıcı bazen serinletici bir gece yarısında yakamozun kırbaç seslerini simgeleyen dalga sesleri hüzünlü bir senfoniyi dinletmekte. Yakamoz da, bu yazıyı yazan kişi de aynı kavşakta buluşmakta bu gece, hüzün konusunda. Yakamoz hüzünlü bu gece, ortada görünmüyor. Ama orada olduğunun sinyallerini veriyor, denize vurduğu kırbacın…

Devamını Oku
YAŞAM 

AĞUSTOSTA BİR SESSİZLİK ESİNTİSİ

Bir Akdeniz ikindisi… Bir yaz ikindisi… Bir ağustos ikindisi… Şiirin, aşkın, özlemin coğrafyasında –öyle geçmişken kendimden– bir tutkunun soluk alıp vermelerinde dizelerin, mısraların esaretinde bir türkü tutturmuşum. “Kalbimde ötüp durdu ağustos böcekleri” diyen şairin peşinden gidiyorum, öylesine. Bir sessizlik esintisi çarpıyor yüreğime o vakit; ben yüreğimin peşinde, ben özgürlüğün peşinde. Şöyle diyor Akdenizli şair: “Her gece/ gün ışığıyla dolan bir şehir biliyorum/ ve her şey büyülenmiş oluyor o an. // Bir gece ayrıldım. // (…) // Beyaz boyalı/ gemiden/ şehrimin gözden kaybolduğunu/ gördüm/ geride/ bir kucak dolusu/ ışık bırakarak/ huzursuz…

Devamını Oku
YAŞAM 

KİMSENİN ‘DOĞACAK GÜNEŞLERİ ARTIK SATIN ALAMAYACAĞI’ BİR YASA İSTİYORUM!

Farklı durum ve olguları anlatsalar da, bu yazıma bir Edip Cansever, bir Attila İlhan ya da bir Ataol Behramoğlu şiiriyle başlayabilirdim oysa. “Bir oyun başka olamaz oyundan gibi/ bir söz başka olamaz sözden gibi/ bir şey başka olamaz bir şeyden gibi/ tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa/ ne gelir elimizden insan olmaktan başka/ ne gelir elimizden insan olmaktan başka/ ne çıkar siz bizi anlamasanız da/ evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar/ eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da” diyebilirdim Cansever gibi. “Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı…

Devamını Oku
YAŞAM 

DOLUNAY, TEMMUZ VE ESİNTİLER

Bu esinti başka esintilere benzemiyor. Bu esinti tenime hoş bir tat bırakmıyor. Bu esinti yakıyor, kavuruyor, ağrısını iliklerime kadar hissettiriyor. Nedir, nedendir bilinmez bir ağrı, bir sızı dört bir yanımda kol geziyor. Bir şiir arıyorum ağrılarımı dindirsin diye, bir romanın beni alıp götürmesini istediğim cümlelerinde gezinmeye başlıyorum. Saat gece yarısını çoktan geçti. Elimde kalemim ve kâğıdımla bir başıma, öylece bekliyorum. Bir de gökyüzünde o aydınlık yüzüyle bana bakan dolunay var. Nereden geldiğini bilmediğim bir su sesi kulağımda bir ezgi tutturmuş gidiyor, sanki denizin hışırtılı dalgası ıssızlığın rüzgârıyla birbirine sürtünüyor. Hayallerin…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR BAYRAMLIK YAZI

Bu bayram bayramlıklarını giydin mi, bilmiyorum. Evet, soruyorum; çünkü ben giymedim. Önceleri hep giyerdim. Ve kırmızı pabuçlarımla, ayrı bir heves içinde, mahallede komşulara şeker toplamaya giderdim. Hepsini yiyeceğimden değil belki ama “Ne kadar çok toplayacağım?”ın heyecanı içerisinde ağızlarına kadar doldurmaya çalışırdım şeker torbalarını. Sokak araları daha şenlikli olurdu o zamanlar. Çocuk sesleri oyuncakçı amcanın korna sesine karışırdı. E, tabii, teknolojiyle tanışıksız geçmişti bizim çocukluğumuz. Renk renk bilyelerimiz, topaçlarımızla; neşeli saklambaçlarımızla daha bir mutluyduk sanki. Toprak sahada karşı mahallenin çocuklarıyla kıyasıya maçlar yapardık. Dizlerimiz kanar, dirseklerimiz “parçalanırdı”. Çeşmelerinden terli terli su…

Devamını Oku
YAŞAM 

DENİZE YAKILAN ÖZLEM

Bir şiir okusam, bir öykü yazsam… Deniz mavisi hüzünleri hep seninleyken çoğaltsam… Gözlerinde kaybolup sözlerinle tutuşsam… Alev alev yansa tenim, dudaklarım lâl olsa! Ağladığım gecelerde kirpiklerim kamaşsa… Gözbebeklerim büyüse ve gözbebeklerim ufacık olsa… Bir temmuz akşamında deniz kabuklarını konuştursam mesela… Mehtaba ilan-ı aşk etse denizyıldızları… Midyeler sarhoş olsa, ben sarhoş olsam, sen sarhoş olsan… Uçuşan martılar bir şair yüreklinin özlemlerini, benim yerime anlatsa sana… Ve dese ki: “Yağmur yağsa, içimi toprak kokusu doldursa… Bir kuş konsa çiçeklenmiş ağaç dalına… Sesin ağır akan tozlu bir uzaklıkta kanımı tutuştursa… Sesin sarsa beni!…

Devamını Oku
YAŞAM 

TEMMUZUN ILIKLIĞI BİR HOŞ EDER ADAMI

Şiirle, öyküyle, romanla geçiyorsa eğer zaman, temmuzun ılıklığı elbette hoş edecektir adamı yahut kadını. Hava raporları yaz yağmurlarının başlayacağını söylüyor. İnsan hiç yağmura hazırlar mı kendini? Hazırlar. Neden hazırlamasın! Tüm çıplak duygularını, bekleyişlerini, özlemlerini yaz yağmurlarının esrik yağışlarına bırakacaktır belki. Gökyüzü buharlı buharlı gözyaşı dökerken yüreklerde biriken her ne varsa yaşanmışlıklara dair, hepsi aynı haznede toplanıverecektir. Tüm çıplaklığıyla, tüm ılıklığıyla bir temmuz teneffüs edilecektir. * * * Şiirle, öyküyle, romanla geçirilen zaman, edebiyatın doruklarında soluklanılan zaman en doğru zaman değil midir? En zararsızı, en doğal olanı? Temmuzun sıcaklığında beklenen yaz…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘GÜLÜN ÖLÜM YÜZYILI’NDA ‘ATLARI MAHMUZLAYAN’ RÜZGÂR

Ekvadorlu şair Jorge Carrera Andrade, o sabah, kuşlara kullandıralım diye yaşam öyküleri anlatıyordu bize. “Gülün ölüm yüzyılında doğdum,/ makine, melekleri çoktan kovalamıştı” diyordu şair. Son faytonun geçişine bakıyorduk hep birlikte; faytonla birlikte ağaçların geçişine, çalılıkların geçişine. Yeni evler geliyordu onların yerine. Yüzyılın eşiğindeydik. Şair, şöyle devam ediyordu: “Sessizliğin gevişini getiriyordu inekler,/ rüzgâr, atları mahmuzluyordu.” ‘KOKULU KABUĞUNA SARINIRDI ANANAS; ÇIPLAK MUZ, İPEKLİLER GİYERDİ…’ Akşam olmaktaydı. Bir haziran günü, Ekvadorlu şairin dizeleriyle Güney Amerika iklimini solumaya başlamıştık. Şair, annesinden konuşuyordu; annesi için, “Akşamüstünün güneşini giyinmiş,/ derin bir gitarın içine koymuştu gençliğini,/ bazı geceler…

Devamını Oku
YAŞAM 

ORTALIK “SÜT MAVİSİ”; TABAĞIMIZDA BİR “BULUT”, KADEHİMİZDE “GÖKYÜZÜ”!

Akşamdan kalma hüzünler içimizde birikmeyi sürdürüyor yine bir haziran sabahında. Radyomuzda denizi özleyenlerin türküsü… İyot kokusu ne güzel, bir şiirin peşine düşüp gitmek ne güzel… Şiirler yazılmaya, türküler söylenmeye devam ediyor akşamdan sabaha değin. Ne güzel… Oktay Rifat, dün gece Dalyan Kahvesi’nde olduğumuzu hatırlatıyor bize… Ortalık “süt mavisi”; tabağımızda bir “bulut”, kadehimizde “gökyüzü”: “Apostol, bu ne biçim meyhane!” Cahit Külebi de, eşlik ediyor gecemize: “Gözlerin gözlerime değince/ su katılıyor rakıya/ denizler açılıyor önümde.” Radyomuzda denizi özleyenlerin türküsü, burnumuzda iyot kokusu, içimizde akşamdan kalma hüzünler… Fransız şair René Char gibi, hep…

Devamını Oku