YAŞAM 

KARGAŞA

“To give away yourself keeps your self still,/ and you must live drawn by your own sweet skill.” – William Shakespeare, Soneler, XVI Cynthia’ya… Aklıma gelen her şeyi yazmamalıydım. Yazdım mı? Yazdın. Belki aklına çok daha fazlası gelmişti. Sen edebiyatın içinde olmayı seçtin hep. Üzerine asit dökülmüş plastik bir köpük gibi günden güne, saatten saate eridin. Eridin, ağır ağır kurtuldun madde olmaktan da duyan mı oldu? Olmadı mı? Bilinç akışı derler de bir yöntem vardır, böylece nice belirsizlik çözü çözülüverir sayesinde. Sözüm ona kahramanın zihnine, beyin kıvrımlarına dalınır cumburlop. Çok…

Devamını Oku
FELSEFE TOPLUM 

VE KADIN: BİNLERCE YILIN KARANLIK LABİRENTİNDEN ÇIKIŞ YOLUNU BULACAK OLAN

Din, sosyolojik bir unsur; bireysel ya da kolektif olarak, insanın yaşamını “en derin yönlerden” etkileyen bir örgütlenme biçimi. Kadın(lar) da, “tarih” dediğimiz sınırlaması imkânsız uzam ve zamanın tam ortasında duruyor. Dolayısıyla, söylencelerin ve dinlerin kâh öznesi kâh nesnesi oluyorlar. Tek tanrılı dinlerin doğup palazlanmasından binlerce yıl önce, anaerkil kültürün ve söylemin hâkim olduğu dönem(ler)de kadın, örneğin bereketi simgeleyen “Ana Tanrıça” olarak inancın kökenindedir. Zaman, −diyalektiğin erekselliğine uygun olarak– sürekli devinim durumunda olduğundan bireyi ve toplumu etkileyen her olay ve olguyu da etkiler, evirir ve kimi zaman da değiştirir. Bu “değiştirme”…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

TEREDDÜT

“Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda/ Öldüğüm gün de bilemedim.” – Melih Cevdet Anday, ‘Teknenin Ölümü’ Yabancı olanla karşılaşma dışlamayı getirir ilkin. Bu, zamanla çekinceye dönüşür. Çekince, asimilasyona evrilir sonra: Erki elinde bulunduranın bir şok dalgası gibi kırılgan olana abanması. Anlar tiksintiyi tetikler, anlama çabası nefretle, nefret bulantıyla kirlenir. Varoluş, anlık yanan ve –belki– binlerce yıl sönük kalacak cılız ışık belirleniminin içinde kavranır: Vakayiname yazarı Roquentin üçüncül bir göz olarak bu imgelemi aktarır bize. Anlamsızlık okyanusu, bulantı, savruluş, bayılma, ölüme yakın deneyim, iç sıkıntısı ve tüm kudretiyle devinen, kaynayan, ısıran, kanayan,…

Devamını Oku
EDEBİYAT FELSEFE 

AVCI METAFORU

“Zamansal süreklilik diyagramı kaybolduğunda, sürem dayanıksız olduğunda, ara mekânlardan çok, boş uzamlarda yaşam sürmek zorunlu olur. Ama zamanı ve mekânı eklemleyen ‘önce’ ve ‘sonra’ edatları olmadığında, failin eylemi dünya kurucu niteliğini yitirir. Her şeyden önce dünyanın üzerinde temelleneceği zemin olarak yeryüzü ufuktan silinir.” – Özgür Taburoğlu, ‘Yerinden Çıkmış Zaman: Diskroni’ “(…) edebiyat ancak içimizde ‘Ben’ [Je] deme kudretimizi elimizden alan üçüncü şahıs belirdiğinde başlar.” – Gilles Deleuze, ‘Kritik ve Klinik’ “Ben senin labirentinim.” – Friedrich Nietzsche 20’nci yüzyılın önemli düşünürlerinden Gilles Deleuze, şu satırlarla Maurice Blanchot’a atıfta bulunuyordu. Bir yandan…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BEDEN YARASI

“Görüyordum; ama neyi? Renk ve görünmeden arınmış bir fezayı, bir okyanusu… Organlarım vardı; fakat ellerimi hangi uzvuma temas ettirsem, yokluktan yapılmışa benzeyen ellerime esir inceliğinde bir mevcudiyet geçmiyordu. Bir hayal, bir hayalettim.” – Filibeli Ahmet Hilmi, ‘A’mâk-ı Hayal’ ‘A’mâk-ı Hayal’; düşünür, yazar Filibeli Ahmet Hilmi’nin 1908 yılında kaleme aldığı ve Türk edebiyatında gerçeküstücü tonda yazılmış ilk roman kabul edilir. Fransız filozof, akıl hastası, tiyatrocu Antonin Artuad’yla özdeşleşen “organsızlaşan beden”; sonraları Deleuze-Guattari ikilisi ve bilakis Gilles Deleuze tarafından çokça işlenip özellikle edebî metinde izi sürülen im olarak çıkar karşımıza. Deleuze, ‘Anlamın…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAPISALCI BİR EDEBİYAT ELEŞTİRİSİNE DOĞRU: TODOROV’UN ‘POETİKAYA GİRİŞ’İ

“Yazar adlandırılamaz: Adlandırılmak istenildiğinde bizim bu ismi kullanmamıza izin verir; ama kendisi bu adın ardında durmaz, sonsuza değin adsızlığa sığınır.” – Tzvetan Todorov Yirminci yüzyıl, edebiyatın eleştiri alanında, önemli atılımların ve açımların yaşandığı çağdır. Edebi eserdeki tek boyutlu inceleme yöntemleri (sanatçı-eser-devir); öncesinde edebi eser, çevresinden yalıtık, salt esere yönelik (Sartre’ın ifadesiyle kendi-için) çalışılmasına izin vermemiş; sanatçının kimliği bir kenara bırakılarak, eser, dilbilimsel noktalarıyla, biçimsel yönleriyle ve psikolojik, felsefi boyutuyla ele alınmamıştır. Yirminci yüzyılda, görme biçimlerinin değişmesi, bu ele alışı, okurun, Eco’nun güzel bir şekilde ifade ettiği “nitelikli okur”un esere daha…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇUKUR’UN KOCA ÇINARI: YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANINDA YAPI VE İZLEK – 3

Çocukluktan eşkıyalığa, oradan da kahramanlığa giden bir destan tipolojisine geçiş; İnce Memed’de daha yoğun bir şekilde görüldüğünde, ilk iki yazıda daha çok İnce Memed 1’e değindik. İnce Memed 2’de düşmanın gücü, boyutu ve ismi değişecek fakat aynı kalacaktır. Memed, dağlara çıktıktan sonra Anavarza’ya geçmiş ve daha önce tanıdığı Koca Osman’ın evine gelmiştir. Burada, aynı İnce Memed 1’de olduğu gibi, yazar Koca Süleyman ve Koca Osman tipolojileriyle destanlardaki bilge kahraman tipine dikkati çeker gibidir. Dede Korkut Kitabı’ndaki Dede Korkut’un yerini yol gösterici Koca Süleyman alır önce. Şimdi de Vayvay Köyü’nün büyüklerinden…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇUKUR’UN KOCA ÇINARI: YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANINDA YAPI VE İZLEK – 2

İnce Memed 1, Toros dağlarının eteklerinin, kıyılarının, tuzunun, ağaçlarının, Akçasaz köyünün, Anavarza ve Dikenlikdüzü’nün tasvirleriyle başlar. Mekân ve şey tasvirleri, okuru yapıta hazırlar. İnce Memed, bir çocuk olarak 2’nci bölümde ortaya çıkacaktır. Bu çocuk, bir şeylerden kaçmakta ve kovalandığından korkmamaktadır. Abdi Ağa’nın ırgatı olan ve tarla süren, hayvanlara bakan Memed’in yerleşik düzene ilk başkaldırışı bu bölümdedir aslında. Okur, ilerledikçe bunu anlayacaktır. Memed’in sığındığı, Koca Süleyman’ın evidir. “‘Ben,’ dedi, ‘çoban olurum sana dayı. ‘Ben,’ dedi, ‘çift de sürerim. Her bir iş yaparım size dayı.’ Sakallı adam karartıyı kolundan tuttu, içeri çekti:…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇUKUR’UN KOCA ÇINARI: YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANINDA YAPI VE İZLEK – 1

“Zulme karşı koymamak kâfirliktir, diyordu. Çocuğunun rızkını, baba yurdunu korumamak, bırakıp gurbet ellere düşmek kâfirliktir. Zulme karşı koymamak zalime ortak olmaktır. Korkmak, korkudan dolayı yılmak kâfirliktir.” (İnce Memed 2, s. 181) Gerçekçiliğin yahut toplumcu/köy gerçekçiliğinin üzerinde, kendi gerçekliğini yaratan, gerçekliği dönüştürerek değiştiren, Güney Anadolu’yu doğasıyla, insanıyla, tüm ayrıntısıyla yaşayan ve anlatan YAŞAR KEMAL, Berna Moran’ın deyişiyle “abartılarak işlendiği için simgeleşen ve arketipleşen kişiler ve olaylarla (…) kurmaca yönü ağır basan destan havalı metinler üreten” (Moran 2002: 101) bir yazardır. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2’de, İnce Memed’i “Eşkıya Öyküsü”…

Devamını Oku