YAŞAM 

ON DAKİKALIK TATİL OLUR MU?

Zamanımızın kullanım hakkı kime ait? Taksim’den İstiklal’e girerken hemen sağda bir Starbucks vardır. Yıllar önce, İstanbul’a geldiğim zamanlarda genellikle burada nefeslenir, girişteki minik balkondaki masalardan birine oturur, bir yandan kahvemi ve sigaramı içer, bir yandan da caddeyi izlerdim. Caddede yürüyen insanlara bakarken bir şey dikkatimi çekerdi. İstanbul’a turist olarak gelmiş insanlar neşeli, huzurlu bir şekilde sakin sakin yürüyüp dolaşırken İstanbullular aceleyle, koşuşturarak, huzursuz, gergin bir şekilde geçerlerdi önümden. Benzer durum vapur iskelesinde de vardı. Ben kalabalığa karışmayıp bir köşeye çekilir, sonraki vapuru beklerken işinde gücünde İstanbullular iskeledeki vapuru kaçırmamak için…

Devamını Oku
YAŞAM 

“BİR MANİNİZ OLMAZSA”

Sabah seslenir yüksek bir tepeden: “Karşıla hayatı!” Ne zaman duysam bu iki sözcüğü, içim içime sığmaz. Her gün duyamam. Bir çiçekle merhabalaşırım, güzelliğini överim. Der çiçek usulca: “Teşekkür ederim.” Bir kedi duyar bu sohbeti. Açar gözlerini meraklı meraklı. Başını okşarım, bulaşır sabahın sesi ona da. Yaya geçidinde bekleyen bir köpeğe gelir sıra. “Ne akıllısın sen, nereden bilirsin buradan geçmen gerektiğini diye?” sorarım heyecanla. Gözleriyle anlatır o da nedenini. Bir sarılmayı hak etmez mi şimdi bu masum canlı? Sabahı almışımdır yanıma, sırtım yere gelmez benim. Bir çakıl taşına yazarım sevdiklerimin adını.…

Devamını Oku
YAŞAM 

ZEUS’UN LANETİ

Bir kelebek kanat çırptı okyanusun ötesinde, rüzgârı çöldeki şenlik ateşini söndürdü. Rüzgârın sürüklediği bulutlardan ince ince bir yağmur doldu kuyuya. Davudi bir ses yükseldi: “Beni kimse kurtarmayacak mı?” Bir bilici dedi ki: “Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz.” Bilicinin sözlerini yalnız Yusuf duydu, kaderi bir bedevininkine düğümlü olan Yusuf. Kuyunun kederi katmerlendi. Bir karınca çıktı yuvasından, gürültüsü dağdaki ceylanı ürküttü. Kaçtı ceylan delicesine, bir dağın doruğuna erişti. Cihanı seyreyledi yücelerden, enginlere bir daha inmedi. İki damla yaş düştü gözlerinden, yıldırım oldu. Gözleri kör, kulakları sağır etti. Bir daha hiç ağlamadı…

Devamını Oku
YAŞAM 

AĞAÇLAR YAĞMURU ÇAĞIRIR

Ağaçlar yağmuru çeker, betonlar belayı. Ağaçlar azalıyor, betonlar hızla çoğalıyor. Yağmurlar da çok azaldı. Belalar aldı başını gidiyor. Ağaçlar yağmuru çeker, belayı savar oysa. En basit haliyle anlatmak istedim. Anlaması zor değil aslında! Denklem bu kadar basit! Ağaçlar yağmuru çeker, betonlar belayı. Basite indirgeyip anlatsam anlarlar mı acaba? Anlaması kolay da anlamak istiyorlar mı acaba? Olay anlatmaya çalıştığım kadar basit değil oysa! İnsanlığın sonu mu geliyor yoksa? Ağaçlar yağmuru çeker; yağmur toprağı besler, toprak ana bizi. Yağmur berekettir, yağmur bolluktur, yağmur mutluluktur. Mutlu olmak çok zor değildi belki de. Ne…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM YAŞAM 

KORONA GÜNLERİ, ÇAĞ YANGINI, GÜNAHKÂR DÜNYA, CAZ MÜZİĞİ VE BENZERİ ŞEYLER

“Bir caz müziği” gibiydi her şey, o kadar kısa, o kadar çabuk; ama etkisi uzun yıllar sürecek kadar büyüktü. Hüzünlü bir senfoni gibiydi hissettiklerimiz; bir cenaze müziği gibi kederli, ağlamaklı. Şairin dediği gibi: “Dağılmış pazaryerlerine benziyordu şimdi istasyonlar”, “gelmiyordu içimizden hüzünlenmek bile”, “gelse de öyle sürekli değildi”… Ne olduğunu tam ayrımsayamadığımız bir duygu durumundaydık. * * * 2019’un Aralık ayında Çin’in adını daha önce duymadığımız Wuhan kentinde ortaya çıkan ölüm virüsünün, kısa sürede dünyayı öylesine kasıp kavuracağını elbette kimse tahmin edemezdi. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 11 Şubat 2020 günü virüs…

Devamını Oku
YAŞAM 

ANLAT BİRAZ

Kimse hikâye okumuyor artık. Ama herkes herkese hikâye anlatıyor. Cahit Külebi, ‘Hikâye’ şiirinde ne diyordu? “Sen de anlat doğduğun yerleri/ anlat biraz.” Ne anlatayım? Ne vakit bana, “Biraz kendinden söz et” deseler susarım. Sözcükler biter. Cümleler kırılır. Hikâyeme nereden başlasam; serimi nasıl yapsam, düğümü nasıl atsam, çözümü nasıl yapsam, bilemem. Susar kalırım. Yüzüme bakarlar. “Anlatsana” derler. Susarım. Ne anlatayım? * * * O anlarda Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın oynadığı, bir film gelir aklıma: ‘Ah Güzel İstanbul’ Sadri Alışık, güngörmüş, batmış çıkmış, yine batmış, dibe vurmuş bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAŞAMA DAİR KİMİ NOTLAR

“İçimde o kadar ses var ki bazen gürültüden uyuyamıyorum.” [1] Gerçeğin ya da güzel olmayan dünyanın aynasında kimi zaman bulutlara, kimi zaman yıldızlara, hâsılı gökyüzüne bakmanın sorun ve sorumluluğuyla yaşamak insan(lık)a özgü bir eylemdir… Felâket anlarından, yenilgi yıllarının tedrisatına ya da insan olmaktan yorulduğumuz kesitlere… Söyleyecek çok şeyin olsa da söylemenin risk teşkil ettiği ve Euripides’in “Köle, düşüncesini söyleyemeyendir,” ya da Lev Tolstoy’un “Özgürlüğü elinden alınan çocuğa büyük derler,” diye haykırdığı belalı kesitlere… * * * “Hayat” deyince bugünde biçimlendirmek zorunda olduğumuz “yarın”a mündemiç durum(umuz)dan söz etmek amacım. Hani sadece…

Devamını Oku
YAŞAM 

ŞEHİR GÖRÜNÜMLÜ TAŞRADA AKŞAMÜSTÜ

Akşamüstü serinliği hâlen var. Ne vefalı şu ağaçlar. Kesilen her arkadaşlarının yerine de nefeslerini çoğaltıyorlar sanki. Bizim için. Güneş hazırlanıyor yine vedasına. Zakkumlar en çok güneşle anlaşıyor. Sessiz bir anlaşmaları var. İmza tarihi olmayan… Işığını nasıl görürler su gibi yoksa? Erol Ağabey geçiyor sokağın karşı kaldırımından; elinde yıllardır tuttuğu kâğıtlarla. Milli piyangocu Erol Ağabey… Bu taşrada herkes onu tanıyor. Bir yemekte, bir kafede, bir bankta, bir bankada, bir sırada, bir mutlulukta, hatta bir hüzünde var onun sesi: “Büyük ikramiye yarın çekiliyor!” “Bu şehir görünümlü taşranın kazananı kim oldu, Erol Ağabey?”…

Devamını Oku
YAŞAM 

KENDİNİ ARAYANIN SÜRGÜNÜ

Ben kimim? Hangi mevsimin yorgun rüzgârıyım? Bu kulaklara göre ağız değilim ben. Ateşim, kor kor yandım. Kararsız bir serçeyim, hangi dala konmalıyım, bulamadım. Kendi şarkılarımı içime söylemeye başlayalı beri daha bir küskünleştim; keskinleşmem gerekirdi oysa. Günebakanların güneşe hasret zamanlarında anlattım öykülerimi. Özlem ve beklemek üzerineydi hepsi. Gözlerine sürgün yemiş bir mülteciydim. Bitmiyordu sürgünüm. Yollarda aç, çıplak ve perişan halk gibi oradan oraya sürülüyordum. Her kentte biraz daha çürüyor, sana kavuşmanın imkânsızlığı ile yok olup gidiyordum. Tüm benliklerimi toprağın derinlerine gömüp öyle geldim. Tanrısını yitirmiş bir meczup ateşiyle yandım, kor oldum,…

Devamını Oku
YAŞAM 

UNUTAN İYİLEŞİR

“İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, uçurumun üzerindeki bir ip” diyor Nietzsche. O yüzden mi tüm yaşam boyunca cambaz olmaya çalışmamız? Bir ömür dengede durmak için çabalamamız? Düşünce ölmekten mi yoksa hayvana dönüşmekten mi korkarız? Peki, neden korkmak yerine üstinsana ulaşmak için çabalayıp tırmanmayız? Biz insanlar çoğu zaman bu tehlikeli yolculukta insan olmayı, eşref-i mahlûkat soyunun tüm nimetlerinden sonuna dek yaralanmayı seçiyoruz. Kolay ve zahmetsiz olanı yani… Ne büyük sahtekârlık… İnsan sözcüğünün Arapça “ins-”, yani “unutan” kökünden geldiğini öğrendiğimden beri aynı kişi değilim. İnsan “unutan”dır. İnsan unutur; yapılan iyiliği,…

Devamını Oku