YAŞAM 

‘AMONYAK ÇİÇEĞİ’ KOKUYOR VE ‘MÜJGÂNLA AĞLAŞIYORDUK’…

Her şey bu dönemeçte başlamıştı ve her şey bu dönemeçte bitiyor işte…

Ağustosun son dönemecinde, bir kaldırım taşı esaretinde ve bir sokak lambası huzmesinde geçip gidiyor ömrümüz işte…

Günler geçiyor, haftalar geçiyor, aylar yıllar geçiyor ve bizim saçlarımızdaki aklar bir “çoğul türkü” olmuş, geleceğe doğru serpiştiriliyor işte…

Amonyak çiçeği” kokuyor aşklarımız, yandı yanacak ve bir hüzün akşamında “müjgânla ağlaşıyor” göz bebeklerimiz…

Şair soruyor:

Biz niye böyleyiz, biz niye böyle bulut yüklüyüz ve biz niye “çiçek çiçek” gözyaşı döküyoruz?

* * *

Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa/ kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi/ dilimizde akşamdan kalma bir küfür/ salonlar, piyasalar, sanat sevicileri/ derdim, günüm, insan içine çıkarmaktı seni/ yakanda bir amonyak çiçeği/ yalnızlığım benim, sidikli kontesim/ ne kadar rezil olursak o kadar iyi” diyor şair, sevgilisine…

Yalnızlıklarımızdan “çoğul türküler” çıkarıyoruz ağustosun son dönemecinde buluştuğumuz bu akşam.

Sevginin şairine “mahur” bir dize gönderiyor bir diğeri:

Şenlik dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede yalnız/ o mahur beste çalar, müjgânla ben ağlaşırız/ gitti dostlar, şölen bitti, ne eski heyecan ne hız/ yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız…

Şiirler sıralanıyor, türküler çoğullaşıyor ve bizim ak düşen saçlarımızın diplerine şiir ağrıları vuruyor.

Öyle sıcak, öyle yalnız ki:

Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri/ çöpçülerin elleriyle okşardın beni/ yalnızlığım benim, süpürge saçlım/ ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi…

* * *

Kumkapı meyhanelerine dadanan” şairler gibiyiz şimdi…

Önümüzde rakımız, dilimizde şarkımız ve “fasulye pilakisinin” tadı damağımızda.

Şair, İstanbul sokaklarındaki sevgilisiyle bazen bir tavernada, bazen bir sandalla Boğaz’ın açıklarında…

Bir o yana, bir bu yana sallanıyorlar.

Şiirler bir yana, türküler bir yana…

Şair anlatıyor; biraz uyanık, çokça sarhoş:

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak/ bol çelik, bol yıldız, bol insan/ bir gece sevgi duvarını aştık/ düştüğüm yer öyle açık seçik ki/ başucumda bir sen varsın, bir de evren/ saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi/ yalnızlığım benim, çoğul türkülerim/ ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi…

Ardından sevginin şairi, sözü o diğer şaire bırakıyor yeniden; öyle “mahur”, öyle sevecen ki:

Bitmez sazların özlemi daha sonra, daha sonra/ sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara/ simsiyah bir teselli olur belki kalanlara/ geceler uzar, hazırlık sonbahara…

* * *

Ağustosun son dönemecinde ilerlediğimiz bir akşam vakti sevgi duvarını aşarken düşen şairlerdik oysa…

Kolumuz kanadımız kırılmış, saçlarımızdaki aklar daha da çoğalmış ve bizler kırkına merdiven dayamak üzere olanlar, sessizliğin ve yalnızlığın hüzünlü türküsüne eşlik ediyoruz şimdi…

Geleceğe bakarken daha umutlu, daha özgür, daha kendimizce ve ayakları yere basan bir duygusallıkla dünden bugüne ve bugünden yarına daha emin adımlarla ilerliyoruz.

Amonyak çiçeği yakamızda”, “müjgân”ın bıraktığı yaşlar yanağımızda…

Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri”, “çöpçülerin elleriyle” okşadık birbirimizi…

|

Can Yücel’in ‘Sevgi Duvarı’ ve Attila İlhan’ın ‘Mahur Beste’ şiirlerinin ezgilerini Ahmet Kaya’nın sesinden dinlemek için…

Sevgi Duvarı: https://www.youtube.com/watch?v=_XRfG_WVGfo

Mahur Beste: https://www.youtube.com/watch?v=YwKWvUQqWv8

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar