POLİTİKA 

AĞUSTOSUN EN GÜZEL GÜNÜ

Her şehrin bir tınısı, bir melodisi vardır. İzmir’in sokaklarında farklı bir şarkı var; İstanbul’dakinde apayrı; Ankara’dakinde çok daha farklı… Kopup götürüyor geçmişe. Geçmiş ama hiç geçmeyecek bir geçmişe… Bahçelieveler’de minicik bir kız çocuğunun elindeki bir bayrak; Emek’te ay yıldızlı balon satan yaşlı dede; Kızılay’da kestane pişirdiği tezgâhını kırmızı beyaza boyayan genç bir adam… “Sonsuza dek varız!” diye haykırıyorlar sanki… Mebusevleri Mahallesi’ne varıyorsunuz sonra. Karşınızda Anıtkabir! Öyle bir şey oluyor ki içinizde. Kitap okur gibi… Savaşlar, mücadele, askerler, alfabe, cephaneler, vagonlar, kadınlar, Çanakkale, Bandırma Vapuru, çocuklar – henüz 15 yaşında şehit…

Devamını Oku
POLİTİKA 

HER HAYAT DEĞERLİDİR

Birinci tekil şahsı bol olan bir yazı olacak; duygularımı daha farklı ifade edemezdim… Ben hayvanları çok seven bir ailede büyüdüm. Babam 72 yaşında. Dükkânın önünde beslediği bir sürü köpek var, kedi var. Nalan var. Artık çok yaşlı bir sokak köpeği. Sürekli uyuyor. Uyumadığı zamanlarda da babamın arkasından çocuğu gibi onu takip ediyor. Babamın Nalan’ı bir anlatışı var. Sanki aileden biri gibi… Sabah namazına giderken camiye kadar onu takip ediyor Nalan, dükkânın arkasındaki eve gece yabancı birileri geldiğinde havlamaya başlıyor. Heyecanlı heyecanlı bunları anlatıyor babam. Bir sürü daha dükkânın önünde beslediği…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÖÇ

Eşyaların, sardunyaların, işçilerin göçünü anlatmak istiyorum size. Göç, üç harf olup her ne kadar cüce gözükse de aslında dev bir sözcük. Belki de yirmi dokuz harfin hepsi var. İçerisinde yüzyılların heybesine attığı bir dolu sözcük var. Sızı var, hayal kırıklığı var, hayat kırıklığı var, hayal var, sızı var, kaygı var, özlem var, göçün içinde ulaşılamayanlar var, sızı var, öteki var, gurbet var ve yine sızı var. İnce bir sızı ile nakış nakış işlenmiş hikâyeler… Ben hiç göç etmedim. Yine de tüm göç edenlerin kafasında şöyle bir soru olduğunu düşünürüm hep:…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

HATIRALAR

24 Ocak 1993 Pazar günü ortaokul 3’üncü sınıftaydım. Ertesi gün coğrafya yazılısı var. Oldum olası sevmiyorum coğrafya dersini. Anlayamıyorum, anlayamadığım bir şeyden sınav yapacaklar. “Coğrafya kader” diyor birileri hep. O yaşta, bunun ne manaya geldiğinden de habersizim. Salondan bir ses geldi. Annem ve babamın sesi. “Çok yazık oldu!” 24 Ocak 1993, saat tam 13.30. İnsan, 31 yıl önceki saati hatırlar mı? Hatırlar. Hatırladığı hatıraları var insanın, aile var tam orta yerinde, merkezinde. 7 Mayıs 1975’te Uğur Mumcu ve Güldal Mumcu nişanlanıyor, 19 Temmuz 1976’da evleniyorlar. Nikâh şahitleri Bülent Ecevit. 1977’de…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BİR KALEMİN HATIRA DEFTERİ

Herhangi bir ülkede, herhangi bir şehirde kalemleri tamir ediyoruz. Kalem o kadar çok konuşmuş ki yorulmuş. Mutluluğu anlatmış, klasiklerdeki mutluluk. Demiş ki: “Ama bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Mutluluk, bir kez geldikten hemen sonra azalır. Biraz zaman geçince hemen bitmeye yüz tutar. En sonunda da tükenir ve biz her zamanki ruh halimize döneriz. Tıpkı suya atılan bir çakıl taşının yüzeyde oluşturduğu dalgalar ve sonra o dalgaların giderek kaybolması gibi…” İlk önce kalemi gökyüzü şehirlerine uzatalım. Yazsınlar içlerinden geçenleri şehirler: “Gökyüzündeki şehirleri bilir misiniz? En çok kaleleri ile meşhurlardır. Bulutların…

Devamını Oku
TOPLUM 

KIZLAR

Büyük bir ayna var. Biz göremiyoruz çoğu zaman. Aynanın içi, tabiri yerindeyse tam bir “cadı kazanı”. Ötekileştirme, ayrıştırma, zulüm, özneleri nesneleştirme, yok sayma, şiddet, para, hırs, ego, kibir, asimilasyon, cahillik ve bir sürü şey kaynıyor. Cadı kazanının ateşini çıkarları uğruna yakanların kibritleri hep elinde… Kazanı görür görmez harlıyorlar ateşi. “Pozitif ayrımcılık” gibi kavramlar çıkıyor gün yüzüne. Ne acı, değil mi? Kadın, erkek ve çocuklara ait bu yeryüzünde böyle bir kavramın ortaya çıkması. Üstüne konuşuyoruz, yazıyoruz ve direniyoruz. Bugün, 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü. Kızlar, bir diğerinin aynasıdır. Mutlulukları, acıları,…

Devamını Oku
YAŞAM 

NEZAKET SUNULUR MU DEMEYİN, SUNULUYOR

“Bu da geçer” ve “Bu da geçmez” arasında geziniyor nezaket. İdareli kullanayım derken bozulan parfüm şişelerindeki kokular gibi bazı insanların tepkileri. Zamanla ve kullanmaya kullanmaya unutuluyor. Rayihası uçup gidiyor. İster istemez de verilmesi gereken tepki zıttı ile mayalanıyor. Ortaya karışık, akıl almaz, tuhaf diyaloglar yaşanıyor. Tanıdık, çok bizden… “Başım bugün çok ağrıyor” diyor biri. Diğeri, “Evet, benim de! Hem de çok” diye yanıt veriyor. “Saçımı kestirdim, nasıl olmuş?” sorusuna “Kökü sende değil mi, uzar gider” diye cevaplıyor bir başkası. Sevinçle istediği bölümü kazandığını söyleyen öğrencinin sevincine ortak oluyor bir büyüğü(?),…

Devamını Oku
YAŞAM 

O ÖYLE DEĞİL BÖYLE

Al eline bir bıçak! Öldür içindeki seni. Ne varsa sana ait; duyguların, geçmişin, duyarlılığın. Al eline bir çakmak! Yak okuduğun tüm kitapları; bembeyaz kâğıtlara yazdığın tüm sözcükleri; olduğun tüm fotoğrafları, kafan yırtılmış olanları da. Al eline bir ok! Fırlat uzaklara, çok uzaklara. Kurtulmak istediğin ne varsa oka bağlamayı da unutma. Al eline bir ayna! Bak kendine, gözlerine bak. Yüzüne bak. Uzun uzun bak. Gör. Kır şimdi aynayı. At gitsin aynayı çok uzaklara. “O öyle değil böyle” diyenlere de kulağını ver. Düşün neden öyle dediklerini. Sana düşman değil ki onlar. Kişinin…

Devamını Oku
YAŞAM 

NEZAKET MESELESİ

Nezaket ve nezaketi görev edinmek sanırım aynı çizgide buluşmuyor. Görev edinildiğinde bir tür insanları memnun ettirme çabasına girip iş çığırından çıkıyor. Herkesi memnun etmek imkânsız… Ufacık bir çocuk, arkadaşlarını mutlu etmek için her sabah babaannesine portakal suyu sıktırıyor. Şişe şişe okula portakal suyu taşıyor. Bu jesti yaparak arkadaşlarının onu çok seveceğini düşünüyor. Babaannesi de torununu mutlu etmek için bunu görev haline getiriyor. Bir gün, evde portakal bitiyor ve okula çantası boş gidiyor çocuk. Tüm arkadaşları adeta suç işlemiş gibi bakıyor ona. Neden şişeler boş? Portakal suyu yok? Görev edindiği nezaketini…

Devamını Oku
YAŞAM 

MASALLAR YALAN DİYE KANDIRIYORLAR BİZİ

“Masal en dürüstümüzdür; çünkü en baştan yalan olduğunu söyler size” demiş uzun zaman önce birisi. “Bir varmış bir yokmuş” diye başlar çoğu masal. “Var”dan “yok”u çıkar elde var sıfır. Zaman hiçbir zaman kurulmamış; bir guguklu saatin masalın en heyecanlı yerinde “Saat başı geldi!” diye haykırdığı görülmemiştir. Akrep yelkovana, “Peşimi rahat bırak, saatte bir beni rahatsız edip durma!” dediği de görülmemiştir. Zaman her zaman, bir o kadar da hiçbir zamandır. Masalın içindeki o minyatür insanlar, peki? Hepsi mi yalan? Siz hiç, bir üvey annenin çocuğuna kötü davrandığını gördünüz mü? Ayakkabıları kendi…

Devamını Oku