YAŞAM 

FAİLİMİZ BELLİ; ADIMIZ MEÇHUL!

Yeryüzünün en büyük felaketine ramak kala, bir şubat gecesi, sabaha karşı yazmıştım; daha çok yeni. “Altlı üstlü, üstlü altlı battaniyelerden, yorganlardan, minderlerden” bahsetmiş; “üşüdüğümüz ovamızdan, kaskatı kesilen dolunaydan, buz mavisine dönüşen yıldızlardan, gecenin avaz avaz ayazından, dağların geceyi hüzne boğan beyazından” söz etmiştim. Farkında olmadan, olacaklardan habersiz… * * * Her yeni güne umutla uyanan yüreğimiz o sabaha karşı betonların altında kaldı, kesilmiş kolonlarımız yaşama sevincimizi elimizden aldı. Tuz buz oldu hayatlarımız, enkaz altında kaldı insanlığımız. Şimdi biz neredeyiz, hangi zaman dilimindeyiz? Yıkık dökük haldeki, eğik bükük minvaldeki ruhumuzla baş…

Devamını Oku
YAŞAM 

MIŞIL MIŞIL ‘BUZ YUDUMLARI’

“Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim” diyen şair gibiyizdir belki de… İçimizdeki yazma tutkusu gecenin ayazında, deli esen yelin avazında sabahı bekletmemiştir bizlere. Elimiz titreye titreye mutlaka bir şeyler yazacağızdır. Battaniyeler alt altadır şimdi, yorganlar üst üstedir. Minderler, nevresimler, alezler üstlü altlıdır, altlı üstlüdür. Yazmaya ramak kalmıştır. Yağmursuz bir kış, bir şubat gecesi kapımızı gümbür gümbür çalmış; yeşeremeyen toprağımızda neyimiz var neyimiz yoksa almıştır. Ovamızda üşüyoruzdur. Dolunay kaskatı kesilmiş, yıldızlar buz mavisine dönmüştür. Gecenin avaz avaz ayazı, dağların geceyi hüzne boğan beyazı şairi de şiiri de tir tir titretmiştir. Şair…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘ILGAZ ILGAZ’ MUHABBET, MATEMATİK, GAZETECİLİK, ŞİİR VE BENZERİ ŞEYLER ÜZERİNE

“Sen otellerde benim konuğum/ bense dar günlerde senin evinde/ kim ne derse desin/ saltanatımız baba oğul/ sürüp gidiyor işte! // Ne saray, ne yalı, ne köşk,/ ne bir dairecik, kooperatiften/ ne Bebek sırtlarında bir çadır,/ bir gecekondu da yok, memleket işi/ Taşlıtarla’larda. // Diyelim ki, elden düşme bir Ford,/ kilometresi üç kez silinmiş/ dört tekerim de olmadı bugüne kadar,/ ayaklarımı yerden kesecek! // Her saltanatın bir sonu var, oğlum,/ buna musalla taşları şahit! // Son sözümü henüz söylemeden/ işte geldim, gidiyorum,/ altımda bir kuru tabut! // Tacım, tahtım sana emanet!”…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

SERVER TANİLLİ’Yİ YİTİRMENİN HÜZNÜ İLE…

…02.12.2011 Anayasa hukuku profesörlerimizden Server Tanilli’yi 29 Kasım 2011’de yitirdik. 1931 İstanbul doğumlu Server Tanilli’nin yaşamı, –bir bakıma– Türk siyasi tarihinin de fotoğrafıdır. Tanilli, 1980’den önce Türkiye’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde ve Devlet Tatbikî Güzel Sanatlar Yüksekokulunda ‘Uygarlık Tarihi’ dersi vermekteydi. 7 Nisan 1978 günü terör ortamında silahlı saldırıya uğrayıp, belden aşağısı tutmaz oldu. Fransa’ya gidip uzun yıllar Strasbourg Üniversitesinde çalıştı. 2000 yılında yurda dönüş yaptı ve yaşamının altı ayını İstanbul’da, altı ayını Strasbourg’da sürdürdü. 1992’den beri de Cumhuriyet gazetesinde köşe yazıları kaleme aldı. “Kitap fuarları” mevsiminin başladığı ekim ayı…

Devamını Oku
YAŞAM 

UĞURLAMAK KASIMI TAKVİMLERDEN

Radyomda, güftesi ve bestesi Adnan Ergil’e ait ‘Takvimlerden Haberin Yok mu?’ parçası çalıyor, Gülay söylüyor. Soğuk bir kış kapıda bekliyor bizi. Gökyüzü bazen yarı aydınlık, uğuldayan rüzgâr titretiyor kaldırım taşlarını. Sokak lambaları kapamak üzere gözlerini… Hâlâ ayaktayım; bazen salona geçiyorum, bazen oturma odasındayım. Düşünceler, düşünceler, düşünceler sarıyor dört bir yerimi. * * * Günlerin ne hızla geçtiğini düşünüyorum eski fotoğraflara bakarken. Ne hızla değiştiğini mevsimlerin… Baharken yaz oluşunu birden, güzken kış aniden… Daha dün topluyorduk hâlbuki dalyanları İtalya sahillerinden, daha dün ekliyorduk özlemlere özlemimizi, şarkılar söylüyorduk gece yarıları. Günbegün artan…

Devamını Oku
YAŞAM 

ŞAİR TUTULUR; ‘SONBAHAR OLURUZ, SONRASI HİÇ’

Bir tutulma anıdır şimdi. Önce Güneş, sonra Ay tutulur. Takvimlerden kasımdır. Sonbahar güneşi altında yüreğimiz demlenirken, önce Güneş’in tutulma anına tanıklık etmişizdir; ardından bir gece vakti ay ile yıkanırken ruhumuz, Ay’ın tutulması gerçekleşiverir. Gün tutulur, gece tutulur. Kasım gün gün ilerlerken takviminde, mevsimler yaş dökerken sağanak sağanak, dünle yarının orta yerinde bir başımızayızdır. Yalnızlık, ruhumuzda fırtınalar koparır; çığlık çığlığa şiirler, hüznümüzü doruğa çıkarır. Biz bir kasım sarhoşluğunda bir şair tutulması yaşamaya başlarız, yüreğimiz hayalle gerçek arasında kalıverir: “Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç/ ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını/ neden akşam oluyorum tren…

Devamını Oku
YAŞAM 

KABUK KABUK SONBAHAR; MANDALİNA GİBİ, NAR GİBİ…

Sarı sonbahar… Yeni toparlanışlar zamanı şimdi. Süveter vakitleri mevsimin… Ruhumuz yağmur öncesi toprak kokusu eşliğinde yeni başlangıçlara çoktan hazır. Ne de hoş görünüyor gazelleri ağaçların. Sarı sarı, turuncu ve kırmızı… Tabağımızda mandalina ve nar kabukları… Damağımızda eylül ve ekimin rayihası… Her mevsim geçişinde olduğu gibi yine ayrı bir heyecan, yine ayrı bir duygu seli yüreklerde… Pardösülü ve trençkotlu fotoğraflar, ıslak kaldırım taşları ve yapraklar, sinema önlerinde bekleşen sevgililer… Kimi şemsiyeli, kimi şemsiyesiz… Kabuk kabuk soyulacak mevsimlerin de giysisi gün geçtikçe. Sonbahar; ekim sonu, kasım başı daha da bürünecek koyu renklerine.…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘SESSİZLİKLE’ YIKIYORUZ İÇİMİZİ; İLKYAZ SÜRGÜNÜ HEP İÇİMİZ…

Gün ışımak üzere. Doğa uyandı uyanacak. Cemreler düşeli çok oldu. Martta kar yağdı toprağımıza, nisanda yağmur fırtınası eksik olmadı. Çok üşüdük. Titredi yalnızlığımız. Hint şair Rabindranath Tagore gibi “sessizlikle” yıkayıp durduk içimizi. İçimiz dışımız bir olamadı bir türlü, hep gizli kaldık. Çığlığımız benliğimizin duvarlarında yankılandı. Erdal Atabek’in dizeleri ne de güzel anlatıyordu duygularımızı: “Tohumdun/ toprağa sürdüler seni. // Akarsuydun/ yüzlerine sürdüler seni/ ışıdı yüzleri/ doğan güneşe karşı. // İnsana sürdüler seni/ ağaçlara sürdüler. // Yeşil dal uçlarında/ bahar sürgünü doğmaların/ bundandır.” Dışımız bahar, içimiz sürgündü. Sürüldük ömür boyu. Hangi takvim…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘SENİ ÖYLESİNE DÜŞLEDİM Kİ YİTİRDİM GERÇEKLİĞİNİ…’

Şair, yıllar önce bir nisan akşamında kentin sokaklarında yürüyordu yalnız başına. Kent hüzünlüydü, nisan hüzünlüydü, şair hüzünlüydü. Rüzgârın çıktığı saatlerde sokaklar bomboştu. Kaldırımlar yalnız, şair yalnız, şairin sevdiği kadın yalnızdı. Şair, notlar düştü defterine; üşüyordu, eli titreye titreye yazdı: “Sonsuz korkular öğretti aslında bu kent sana. Yaşamı da, sevgiyi de, hüznü de… Kalabalık caddeler tir tir titretti seni bir ilkbahar akşamında. Umursamazlığı öğretti bu kent sana. Yirmili yaşlarının coşkusuyla içinde gizlice saklanan bir düşünce, çocuk gözlerindeki yas bulutu ve daha sonra aşkı öğretti.” Şairin dizeleri birikti, düşleri birikti. * *…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘GÖKYÜZÜNE ÇEVİR YÜZÜNÜ; ORADA NE DÜNYALAR VAR…’

Karamsar mısın? Derdi ve kederi bir kenara bırak. Sil gözyaşlarını, kurumasın. Yarının güneşini yakala. Isıt üşümüş umutlarını. Seni hayata bağlayan sözcüklere tutun. Asla bırakma. Unutma o sözcüklerden yeni başlangıçların devşirildiğini. Bazı bazı geçmişin ajandasında gezin, bazı bazı geleceğin işlenecek almanaklarına yazdır adını. Öyle bir işlensin ki adının ünlemi, bir izin kalsın sonranın takviminde. Geçmişin, geleceğinin mükâfatı olsun. Geçmişte biriktirdiğin acı tecrübeler, geleceğinin umut sofrasında bir tat bıraksın. Leziz mi leziz umut sofraları kurulsun yeryüzünün yalnızlık coğrafyasında. Belki o vakit bir şiir dize gelsin, şairin ismi yine bizde saklı kalsın: “Gökyüzüne…

Devamını Oku