PSİKOLOJİ 

KARDAN ADAM SENDROMU: ERİME KORKUSU

Bazı insanlar vardır; duyguları bir kardan adam gibi şekillenir. Özenle yapılır, sevilir; ama hep bir gün eriyeceği korkusuyla yaşar. İşte, ‘Kardan Adam Sendromu’, insanın bu korkuyla iç dünyasını savunmasız bir yalnızlığa hapsetmesidir. Bu sendrom; kişinin mutluluğun geçici olduğunu, güzel anların hep bir sonu olacağını düşünerek sevinçlerini gölgelediği bir ruh halini anlatır. Tıpkı güneşe karşı savunmasız bir “kardan adam” gibi, her güzel şeyin eriyip biteceğine inanır. Bu inanış, kişinin kendini mutlu anlara tam olarak bırakmasına engel olur. Ne tuhaftır ki “kardan adam” olmak sadece erimek değildir; bazen donmaktır da. Hislerinizin ağırlığını…

Devamını Oku
YAŞAM 

6 ŞUBAT’A AĞIT

Yıkıldı yüreğimin yuvası, şehrim kendini ağlar. / Kıyameti ömrümün en karası, vurgun yedi köküm ağlar. Travmanın ne olduğunu anlatmak kolay değil. Yaşananların yıkıcılığı bir yana, o yıkımın bıraktığı izler, tamamlanmamış hikâyeler, cevapsız sorular asıl yükü omuzlarımıza yüklüyor. 6 Şubat depremleri yalnızca yapıların değil, hatıraların, umutların ve insan onurunun da enkaz altında kaldığı bir felaketti. O günden bu yana ne adalet yerini buldu ne kayıpların sesi duyuldu ne de yasımız tamamlanabildi. Yazılması gereken cümleler hâlâ havada asılı duruyor. Her şey olduğu gibi bırakıldı; taşlar yerinden oynadı ama hiçbir taş yerine konulmadı.…

Devamını Oku
POLİTİKA PSİKOLOJİ TOPLUM 

ATEŞİN DÜŞTÜĞÜ YER: YAS, UTANÇ VE SOSYAL İYİLEŞME ÜZERİNE

Kartalkaya’daki otel yangınında kaybettiğimiz insanlar, çocuklar, sadece birer isim ya da haber satırı değil; hayallerin, sevgilerin, umutların beden bulmuş halleriydi. Bu büyük felaket, yüreğimizde derin bir yas bırakırken bazı insanların umursamaz tavırları ve hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmesi, ar duygusunun ne kadar zedelendiğini gösteriyor. Bu acı, yalnızca ailelerin değil, hepimizin acısıdır. Çünkü ateş, sadece düştüğü yeri değil, vicdanlarımızı da yakar. Ne var ki yangının ardından çevredeki otellerde, çocuklarıyla birlikte eğlenmeye devam eden insanlar vardı. Bu, yalnızca bir duyarsızlık değil, aynı zamanda bir değerler sistemi problemidir. Çocuklar, bu tür…

Devamını Oku
YAŞAM 

YENİ YIL İLE DERTLEŞME

Ne badireler atlattık, ne kırıklıklar yaşadık. Az sevindik, çok üzüldük. Köy yanarken saç tarayanı görüp ne çok kızdık. Cumhuriyet tarihinin en zorlu yıllarından birini daha yaşadık. Zor zamanlar geçirdik hep birlikte… Kâh umudumuz baltalandı kâh cesaretimize oynandı. Adaletle, merhametle verdik en büyük sınavımızı. Nereden çıktığını kestiremediğimiz en şeytani düşüncelerle başlatmak zorunda kaldık savaşımızı. Mermimiz asalet, silahımız adaptan şaşmadı. Domatesin yetişemediği güneşsiz yerlere göndermeye meylettik çoluğumuzu çocuğumuzu. Yine de bilendikçe bilenen kindarlığa karşı, oturduk bir su kenarına, gülümsedik dalgalarla inadına. “Hayat, bizi kendi sınırlarımızın ötesine sürüklerken bile bir su kenarında oturup…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

TAKILMA KÜLTÜRÜ VE MODERN ZORLUKLAR

Takılma kültürü (hook-up culture); özellikle Batı toplumlarında, bireylerin duygusal bir bağlılık olmaksızın fiziksel yakınlık yaşadığı ilişki dinamiklerini tanımlar. Bu durum, bireylerde geçici bir tatmin sağlarken uzun vadede yalnızlık, değersizlik hissi ya da duygusal bağ kuramama gibi sorunlara yol açabilir. Duygusal bağlanma ihtiyacını karşılamayan bu kültür, bireylerde romantik ilişkilerde tatminsizliği artırabilir. Romantik ilişkiler, sadece bugünkü tercihlerimizin değil, çocuklukta ailemizle kurduğumuz bağların ve yaşadığımız toplumun izlerini taşır. John Bowlby’nin dediği gibi, “çocuklukta bizi kimin sevdiği kadar, nasıl sevildiğimiz de yetişkinlikteki bağlanma biçimimizi belirler”. Modern dünyada bireysel özgürlükle bağlılık arasında sıkışmış ilişkiler, yüzeysel…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

OLGUNLAŞMAMIŞ BİR ANNENİN ÇOCUĞU OLMAK

– KIRILGANLIKTAN NESİLLERARASI YORGUNLUĞA… Bir çocuğun, olgunlaşmamış ve kendi içsel çatışmalarıyla baş edememiş bir annenin gölgesinde büyümesi, yalnızca bireysel bir travma yaratmakla kalmaz; aynı zamanda nesillerarası bir yara zinciri oluşturur. Olgunlaşmamış bir ebeveyn, genellikle kendi çocukluk yaralarını taşır ve bu yaralar farkındalık kazanmadığında kendi çocuğuna da taşınır. John Bowlby’nin bağlanma teorisinde belirttiği gibi, bir çocuğun duygusal güvenliğinin temel taşlarını oluşturan bağlanma figürü, çoğu zaman bu tür ebeveynlerde eksik veya istikrarsızdır. Bu durum, çocuğun dünyayı güvensiz bir yer olarak algılamasına ve yetişkinlikte de devam eden bir içsel boşluk hissine yol açabilir.…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

KIRILGAN BİR MİRAS: ANNE TRAVMASI ÜZERİNE

Bir annenin gölgesi, yalnızca o odanın içinde bulunduğu anlarda değil, insanın tüm varoluşuna yayılır. Büyümeyen bir annenin çocuğu olmak, hayatı bir türlü yola koyulamayan bir gemide yolculuk yapmak gibidir. Rotası belirsiz, dümeni kırılmış. Anne, bir türlü tamamlanamayan bir roman, hep yarım kalmış bir cümledir. O cümlenin öznesi büyüyemezken yüklemi çocuklarına yüklenen bir yük olur. Olgunlaşmamış bir annenin çocuğu olmak, hem onun çocuğu hem de annesi olmaktır; bir yandan onun eksik parçalarını tamamlamaya çalışırken bir yandan kendi kırıklıklarını fark etmek ama onlara bakmaya cesaret edememek. Anne, bir ergen gibi davranırken çocuk…

Devamını Oku
EĞİTİM PSİKOLOJİ 

NEDİR BU “OLGUN BİR İNSAN GİBİ DAVRAN” MESELESİ?

İnsan canlısı, büyüyebilmek ve gelişebilmek için ilk desteği anne rahminden alır. Daha sonra fiziksel, zihinsel, psikolojik ve sosyolojik gelişimi için gerekli olan desteği anne sütünden ve etrafında onun bakımını üstlenen kişilerden sağlar. Bu temel ihtiyaçların karşılanmaması ya da eksik karşılanması durumunda yaşamak için geldiği ya da fırlatıldığı bu bilinmezlerle dolu ve hep öğrenmek zorunda kalacağı dünya ile baş edebilme becerisi zayıflar. Uygun koşullarda (en azından minimum düzeyde) doğup büyüyen çocuk, zamanla bilgi ve becerisi arttıkça “kendi ayaklarının üzerinde” durma yolculuğuna geçiş evresine girer. Giremediği ya da izin verilmediği zaman göbek…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

ÇOCUĞUN İFŞASI, ÇOCUK İSTİSMARI VE “ELMALI DAVASI” ÜZERİNE

Kendimi bildim bileli çocuk istismarı ile mücadele ederim. Bütün lisans ve lisansüstü tezlerim de çocuk istismarı üzerine. “Yeryüzünde, hiçbir kara parçasında bu kadar delil ile istismarcı salınmaz” demek benim işim değil, benim alanım hukuk değil. Onu hukukçuların ilmi ve vicdanına bırakıyorum. Ama ben, “Çocukların beyanları, resimleri ve adli tıp raporları yeterlidir ve bilimseldir” diyorum. Başka söze gerek yoktur ve zaten yıpranmış olan çocuk adli süreçte daha fazla yıpratılmamalıdır. Bilmeyenlerimiz için şöyle açıklayayım: Çocuklarla çalışırken devletin profesyonellere verdiği yetki ile ‘Goodenough Harris İnsan Çiz Testi’ gibi pek çok yöntem uygulanır. Çocuk…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

HAYALLERİN KONTROLDEN ÇIKMASI

“Görünen o ki hikâyeler, benim kızlarım için psikolojik olarak zorunlu. Sanki yemek yeme ve sevgiye ihtiyaç duydukları gibi hikâyelere ihtiyaç duyuyorlar. Onlara masal diyarını yasaklamak gerçekten de bir şiddet suçu olur. Aslında bu açıdan, benim çocuklarım diğerlerinden daha özel değiller. Dünyanın her köşesindeki çocuklar, benim kızlarım gibi hikâyelere bayılırlar ve ilk adımlarıyla birlikte kendi hayal dünyalarına da şekil vermeye başlarlar.” – Jonathan Gottschall, ‘Hikâye Anlatan Hayvan’ Hikâye, çocukların varoluş sebepleri halini alır. Küçük çocuklar ne yaparlar? Onlar hikâye yaratırlar. Tabii ki durum yetişkinler için farklıdır. Oyun, çocukların önünde sonunda yetişkin…

Devamını Oku