POLİTİKA 

HATIRLAMANIN SESSİZ HAKKI

Bir süredir buradayım ama yokum. Görüyorum ama konuşmuyorum. Konuşursam eksik kalacakmışım gibi, susarsam kabuk tutamayacakmış gibi her şey. Bazen sessizlik bir tür korunak… Ama bazen de sessiz kalmak, olan biteni normalleştirmek gibi geliyor insana. Ve bu ülkede hiçbir şey normal değil. Gündem yorucu değil artık – yıkıcı. Çünkü burada gündem, yalnızca güncelin değil; geçmişin, geleceğin ve kolektif travmaların da ağırlığını taşıyor. Her yeni olay bir öncekini ezip geçiyor. Yaslarımız bile yarım kalıyor. Hatırlamak, direnmenin bir yolu… Ama unutturulmak, sistematik bir tercih! Tezer Özlü bir yerde şöyle yazmıştı: “Kendimi hep başka…

Devamını Oku
POLİTİKA PSİKOLOJİ 

RUH SAĞLIĞI POLİTİK DEĞİLSE NEDİR?

“Tarafsızlık, zalimin tarafını tutmaktır.” – Desmond TUTU Ruh sağlığı meselesi politiktir; çünkü insan politiktir. Özgürlüğü elinden alınan bir bireyin ruh sağlığı nasıl korunabilir? Adalet duygusu zedelenen, belirsizlik içinde yaşayan bir toplumda bireylerin iyi oluşundan söz edilebilir mi? Psikoloji, bireyin iç dünyasını incelerken onun içinde bulunduğu toplumsal yapıyı görmezden gelemez. Ancak bugün, psikoloji, çoğu zaman bireysel bir iyilik hali arayışına sıkıştırılıyor, insanı toplumundan kopuk bir varlık gibi ele alıyor. Oysa bireyin iyi oluşunu anlamak, içinde yaşadığı sistemi de anlamaktan geçer. Gregory Bateson’ın dediği gibi, “bireyi iyileştirmek istiyorsanız içinde yaşadığı sistemi de…

Devamını Oku
POLİTİKA 

BURASI TÜRKİYE: TEKRARIN İÇİNDE SIKIŞMAK!

Bir sabah uyanıyorsun, dünya bildiğin gibi değil. Bir haber düşüyor ekrana, içini sıkıştıran, mideni bulandıran, kalbinin ritmini bozan… Sokağa çıkanları görüyorsun, gözlerindeki öfkeyi, korkuyu, umudu. İçinde bir şey kırılıyor. Ya da belki çoktan kırılmıştı da sadece daha fazla çatlak ekleniyor o eski yarıklara. Bu ülkede yaşamak, sürekli bir yas süreci gibi bazen. Daha önce hissettiğin bir kaybı, bir hayal kırıklığını, bir öfkeyi yeniden yaşıyor gibisin. Tekrar ve tekrar… Bir kısır döngü gibi… Ve bu sadece bir haber değil, sadece bir olay değil. Senin hikâyenle birleşiyor. Çocukken öğrendiğin sessizliklerle, susturulduğun anlarla,…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

KARDAN ADAM SENDROMU: ERİME KORKUSU

Bazı insanlar vardır; duyguları bir kardan adam gibi şekillenir. Özenle yapılır, sevilir; ama hep bir gün eriyeceği korkusuyla yaşar. İşte, ‘Kardan Adam Sendromu’, insanın bu korkuyla iç dünyasını savunmasız bir yalnızlığa hapsetmesidir. Bu sendrom; kişinin mutluluğun geçici olduğunu, güzel anların hep bir sonu olacağını düşünerek sevinçlerini gölgelediği bir ruh halini anlatır. Tıpkı güneşe karşı savunmasız bir “kardan adam” gibi, her güzel şeyin eriyip biteceğine inanır. Bu inanış, kişinin kendini mutlu anlara tam olarak bırakmasına engel olur. Ne tuhaftır ki “kardan adam” olmak sadece erimek değildir; bazen donmaktır da. Hislerinizin ağırlığını…

Devamını Oku
YAŞAM 

6 ŞUBAT’A AĞIT

Yıkıldı yüreğimin yuvası, şehrim kendini ağlar. / Kıyameti ömrümün en karası, vurgun yedi köküm ağlar. Travmanın ne olduğunu anlatmak kolay değil. Yaşananların yıkıcılığı bir yana, o yıkımın bıraktığı izler, tamamlanmamış hikâyeler, cevapsız sorular asıl yükü omuzlarımıza yüklüyor. 6 Şubat depremleri yalnızca yapıların değil, hatıraların, umutların ve insan onurunun da enkaz altında kaldığı bir felaketti. O günden bu yana ne adalet yerini buldu ne kayıpların sesi duyuldu ne de yasımız tamamlanabildi. Yazılması gereken cümleler hâlâ havada asılı duruyor. Her şey olduğu gibi bırakıldı; taşlar yerinden oynadı ama hiçbir taş yerine konulmadı.…

Devamını Oku
POLİTİKA PSİKOLOJİ TOPLUM 

ATEŞİN DÜŞTÜĞÜ YER: YAS, UTANÇ VE SOSYAL İYİLEŞME ÜZERİNE

Kartalkaya’daki otel yangınında kaybettiğimiz insanlar, çocuklar, sadece birer isim ya da haber satırı değil; hayallerin, sevgilerin, umutların beden bulmuş halleriydi. Bu büyük felaket, yüreğimizde derin bir yas bırakırken bazı insanların umursamaz tavırları ve hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmesi, ar duygusunun ne kadar zedelendiğini gösteriyor. Bu acı, yalnızca ailelerin değil, hepimizin acısıdır. Çünkü ateş, sadece düştüğü yeri değil, vicdanlarımızı da yakar. Ne var ki yangının ardından çevredeki otellerde, çocuklarıyla birlikte eğlenmeye devam eden insanlar vardı. Bu, yalnızca bir duyarsızlık değil, aynı zamanda bir değerler sistemi problemidir. Çocuklar, bu tür…

Devamını Oku
YAŞAM 

YENİ YIL İLE DERTLEŞME

Ne badireler atlattık, ne kırıklıklar yaşadık. Az sevindik, çok üzüldük. Köy yanarken saç tarayanı görüp ne çok kızdık. Cumhuriyet tarihinin en zorlu yıllarından birini daha yaşadık. Zor zamanlar geçirdik hep birlikte… Kâh umudumuz baltalandı kâh cesaretimize oynandı. Adaletle, merhametle verdik en büyük sınavımızı. Nereden çıktığını kestiremediğimiz en şeytani düşüncelerle başlatmak zorunda kaldık savaşımızı. Mermimiz asalet, silahımız adaptan şaşmadı. Domatesin yetişemediği güneşsiz yerlere göndermeye meylettik çoluğumuzu çocuğumuzu. Yine de bilendikçe bilenen kindarlığa karşı, oturduk bir su kenarına, gülümsedik dalgalarla inadına. “Hayat, bizi kendi sınırlarımızın ötesine sürüklerken bile bir su kenarında oturup…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

TAKILMA KÜLTÜRÜ VE MODERN ZORLUKLAR

Takılma kültürü (hook-up culture); özellikle Batı toplumlarında, bireylerin duygusal bir bağlılık olmaksızın fiziksel yakınlık yaşadığı ilişki dinamiklerini tanımlar. Bu durum, bireylerde geçici bir tatmin sağlarken uzun vadede yalnızlık, değersizlik hissi ya da duygusal bağ kuramama gibi sorunlara yol açabilir. Duygusal bağlanma ihtiyacını karşılamayan bu kültür, bireylerde romantik ilişkilerde tatminsizliği artırabilir. Romantik ilişkiler, sadece bugünkü tercihlerimizin değil, çocuklukta ailemizle kurduğumuz bağların ve yaşadığımız toplumun izlerini taşır. John Bowlby’nin dediği gibi, “çocuklukta bizi kimin sevdiği kadar, nasıl sevildiğimiz de yetişkinlikteki bağlanma biçimimizi belirler”. Modern dünyada bireysel özgürlükle bağlılık arasında sıkışmış ilişkiler, yüzeysel…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

OLGUNLAŞMAMIŞ BİR ANNENİN ÇOCUĞU OLMAK

– KIRILGANLIKTAN NESİLLERARASI YORGUNLUĞA… Bir çocuğun, olgunlaşmamış ve kendi içsel çatışmalarıyla baş edememiş bir annenin gölgesinde büyümesi, yalnızca bireysel bir travma yaratmakla kalmaz; aynı zamanda nesillerarası bir yara zinciri oluşturur. Olgunlaşmamış bir ebeveyn, genellikle kendi çocukluk yaralarını taşır ve bu yaralar farkındalık kazanmadığında kendi çocuğuna da taşınır. John Bowlby’nin bağlanma teorisinde belirttiği gibi, bir çocuğun duygusal güvenliğinin temel taşlarını oluşturan bağlanma figürü, çoğu zaman bu tür ebeveynlerde eksik veya istikrarsızdır. Bu durum, çocuğun dünyayı güvensiz bir yer olarak algılamasına ve yetişkinlikte de devam eden bir içsel boşluk hissine yol açabilir.…

Devamını Oku
PSİKOLOJİ 

KIRILGAN BİR MİRAS: ANNE TRAVMASI ÜZERİNE

Bir annenin gölgesi, yalnızca o odanın içinde bulunduğu anlarda değil, insanın tüm varoluşuna yayılır. Büyümeyen bir annenin çocuğu olmak, hayatı bir türlü yola koyulamayan bir gemide yolculuk yapmak gibidir. Rotası belirsiz, dümeni kırılmış. Anne, bir türlü tamamlanamayan bir roman, hep yarım kalmış bir cümledir. O cümlenin öznesi büyüyemezken yüklemi çocuklarına yüklenen bir yük olur. Olgunlaşmamış bir annenin çocuğu olmak, hem onun çocuğu hem de annesi olmaktır; bir yandan onun eksik parçalarını tamamlamaya çalışırken bir yandan kendi kırıklıklarını fark etmek ama onlara bakmaya cesaret edememek. Anne, bir ergen gibi davranırken çocuk…

Devamını Oku