YAŞAM 

TURGUT’LA SELİM’İ BEKLİYORUM

Sakin bir gün… Adana’nın o insanı deli eden karmaşasından sonra oldukça sakin bir gün geçiriyorum. Pencerenin dışında masmavi, bulutsuz bir gökyüzü uzanıyor. Ara sıra bir arabanın klaksonu odamda yankılanıyor. Aşağıdan Yves Montand’ın sesi geliyor. Alt komşum Madam Clair, Montand tutkunu. Bütün gün onu dinliyor. Montand şu an çok sevdiğim şarkısını söylüyor: ‘Les Feuilles Mortes…’ Selim’le Turgut’u bekliyorum. Onlar iki güvercin. Penceremin sürekli konukları… Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ romanındaki iki kahramanın adlarını verdim onlara. Hayret, bugün biraz geç kaldılar. Selim’le Turgut’a yemlerini verip onlarla biraz konuştuktan sonra bisikletime atladığım gibi yollara düşüyorum.…

Devamını Oku
YAŞAM 

BABAMIN SİNEMASI

Tepemde milyonlarca yıldız… Ara sıra başımı kaldırıp göz göze geliyorum yıldızlarla. Elimde gazoz şişesi… Tahta sandalyede tünemiş filmin başlamasını bekliyorum. Üçüncü gongdan sonra ışıklar sönüyor ve film başlıyor. Film şeridinin bir makaradan diğer makaraya sarılırken çıkardığı ses öylesine hoşuma gidiyor ki. Gözüm filmde, kulağım hep makine dairesinde. Belleğimden hiç silinmedi o ses. Ve hep o sesin peşinden gittim. Büyülü sesin. * * * Babam, fotoğrafta gördüğünüz film makinesini çantasından itinayla çıkarır –bugün ben de öyle yaptım–masaya yerleştirirdi. Sonra makaraları takar, üst makaradaki film şeridini yuvasından geçirip diğer makaraya biraz sarardı.…

Devamını Oku
YAŞAM 

ORHAN KEMAL’İN “CEMİLE”Sİ

İki yorgun ve bezgin atın adeta sürüklediği bir fayton geliyordu karşıdan. Yaklaşınca arabacıyı tanır gibi oldum. Başında sekiz köşeli Adana işi kasket vardı. Kollarını çemirlediği mintanının üstüne yelek giymişti. Ayağında da karadon vardı. Tam önümden geçerken dönüp gülümsedi. Kavruk yüzlü arabacıyı tanımıştım. “Umut” filminin Arabacı Cabbar’ıydı o. Sol eliyle dizgini kavramıştı. Sağ elindeki kaytan kırbacı havada şöyle bir şaklattı. Geçip gitti önümden. Arastaya doğru yürüyordum. İlk sokaktan döndüm. Akşam olmak üzereydi. Daraba sesleri geliyordu sokak aralarından. Biraz sonra kebap kokuları anason kokularına karışacak, radyodan yükselen Müzeyyen’in şarkısı geceyi şenlendirecekti. Yan…

Devamını Oku
POLİTİKA 

ZAFERE DOĞRU

Kapıdan içeri kendimi zor atıyorum. Ve oracığa çöküyorum. Sırtım kapıya dayalı, öylece kalıyorum. Nefes nefeseyim. Günlerdir koşuyorum. Kaçıyorum demek daha doğru olur. Kesik kesik soluyorum. Ve korkuyorum. Bağırış çağırışlar… Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyor. Kalbim daha da hızlı atıyor. Kapının önünde bir an duruyorlar. Yoksa bana mı öyle geliyor? Çığlıklar atarak geçip gidiyorlar. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları kapının önünden geçip gidiyorlar. Cüppeliler, sarıklılar, aydınlık düşmanları çirkin naralar atarak geçip gidiyorlar. Düzeysiz siyasetçiler, çirkinleşen yöneticiler geçip gidiyorlar. Hayatlarımızı çekilmez hale getirenler, mutluluğumuzu çalanlar geçip gidiyorlar. Sesler giderek azalıyor. Ve sessizlik… Nefesim normale…

Devamını Oku
YAŞAM 

ADANA’NIN SOKAKLARI

Sokağa girince biraz ilerde, sağda, 14 numarada otururlardı Yusuf Amcalar. Kadim dostları arasında “Eski Tüfek Yusuf” olarak tanınırdı. Dünyanın tüm kötülüklerine karşı duran bir muhalifti o. Bir çırçır fabrikasında ustabaşı olarak uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olmuştu. Çok okuyan biriydi. Yaz günleri evinin önünde kırmızı sandalyesine oturur, ya bir kitap ya da Cumhuriyet gazetesini son satırına kadar okurdu. Bir haziran ayının öğleden sonrasında sokaktan geçerken onu kitap okurken gördüm. Kitap okuyan birini görmek bana her zaman derin bir coşku ve mutluluk verir. Yanına gidip kendimi tanıttım. Gülümseyerek ve içtenlikle karşıladı…

Devamını Oku
YAŞAM 

ÖTEGEÇE

Bu mahalleye ilk kez gelmenin mahcubiyeti ve biraz da tedirginliğiyle, pencerelerinden soba borularının çıktığı oldukça yıpranmış, sağlı sollu evlerin sıralandığı bir sokağa giriyorum. Önünde plastik toplar asılı ve ahşap bir ekmek dolabının olduğu –içinde pide ekmeği vardı– bir bakkalın önünden geçiyorum. Üç çocuk kapının önünde neşeyle Zaman gazozu içiyor. Bir kasabın, bir manavın önünden yürüyorum. Tek koltuklu Berber Recai’nin ve Kuaför Yeliz’in küçücük dükkânlarının önünden geçiyorum. Daha önceleri beyaz olduğunu düşündüğüm bir kedi önümden fırlayıp karşı evin bahçesinde kayboluyor. Evlerin arasındaki küçük bahçelerden kentte duymayı özlediğim kuş sesleri geliyor. Yürüyorum.…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR OTLA SÖYLEŞİ

Dün bir otla siyaset, ekonomi, memleket, yaşadığımız olaylari yani  hayat üstüne felsefi bir konuşma yaptık. Ot, evet, ot. Hani şu bağda, bahçede çiğneyip geçtiğimiz ot. “Nasıl geçiyor hayat?” “Ne olsun abi, ot gibi yaşayıp gidiyoruz işte.” “Peki, hoşnut musunuz yaşamınızdan?” “Olmaz mıyız hiç? Aşağıda toprak bizi besliyor, tepemizde güneş.” “Yani tepkisiz, asalakça bir yaşam.” “Abi, öyle deme, üzülürüm. Biz halimizden memnunuz.” “Durağan bir hayatınız var, sıkıcı olmuyor mu?” “Oluyor ama alıştık. Bize hayatın böyle olduğunu öğrettiler. Yaşayıp gidiyoruz işte.” “Nane, maydanoz, tere sizin yakın dostlarınız. Onlar gibi tezgâhlarda, yani hayatın…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR GÜN BELKİ HAYATTAN…

Eski fotoğraflar beni öylesine heyecanlandırır ki. Duygulanırım. Hatta bakarken bir-iki damla gözyaşı düşer fotoğrafa. Eğer o fotoğraftaysam o anki zamana giderim. Gittim bile. Biraz önce Nuri Amca, babamın şimdiki Büyük Postane’nin karşısındaki tabela atölyesine geldi. Bir koşu gidip çay söyledim. Uzunca sohbet ettiler. Ben, karşı köşedeki –bir zamanlar Ermeni kilisesinden okula dönüştürülmüş– İstiklal İlkokulundan çıkmış, eve gitmeden önce babama uğramıştım. Zaten okuldan çıktıktan sonra babama görünmeden eve gidemezdim. Yine böyle bir gündü. Sanırım okul çıkışıydı. Üzerimde kurşuni okul kıyafeti. Beyaz yakam. Ve göğsümün sol tarafında okul arması. “O” harfinin içinde…

Devamını Oku
YAŞAM 

NASIL BAŞLADI?

Takvimler 12 Eylül’ü gösteriyordu. 1980’nin 12 Eylül’ünü… Ressam Kenan, sabah canı sıkkın olarak uyandı. Karnı ağrıyordu. O gün resim yapmayı planlamıştı. Vazgeçti. Kalkıp darbe yaptı. İnsanlar okullarından, evlerinden, iş yerlerinden alınıp tutuklandılar. İşkenceden geçirildiler, hatta asıldılar, gözaltında yitip gittiler. Halk mutluydu. Kötü günler geride kalmıştı. Ama daha kötü günlerin kendilerini beklediğinden haberleri yoktu. Darbeden bir ay önce Paris’e gitmiştim. Dönemedim. Zaten dönemezdim. Arananlar listesinin başındaydım. Adımın ‘A’ ile başlaması beni liste başı yapmıştı. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nin Mimarlık Bölümüne kaydımı yaptırdım. Okulda üçüncü günümdü. Koridorda göğsüne yasladığı kitaplarını kollarıyla sarmış,…

Devamını Oku
YAŞAM 

FOTOĞRAF GÜLÜMSÜYOR

Bu fotoğraf atölyemdeki masamın sol tarafındaki duvarda asılı. Sevgili annem ve babam. Sessizce ve gülümseyerek beni izlerler. Sık sık onlarla göz göze gelirim. Hemen her gün onlarla konuşurum. Bugün “Anne, senin yaprak sarması yemeğini çok özledim” dedim. Gülümsedi. Çok güzel gülümser annem. Etlisini de zeytinyağlısını da çok güzel yapardı. Yaptığı gün sevinçten havalara uçardım. “Yine yapar mısın, anne?” “Tabi yaparım, iyi yaprak bulursan” dedi. Ben konuşurum, o gözleriyle anlatır. Biz konuşurken babam da bizi sessizce dinler. Onunla da konuşurum zaman zaman. Fenerbahçe ve Adanaspor’dan haberler veririm. Mutlu olsun diye çok…

Devamını Oku