EDEBİYAT 

‘SU’, ‘TOPRAK’, ‘HAVA’ VE ‘ATEŞ’; KENTLER VE MİTLER

– Buket Uzuner’in Tabiat Dörtlemesi / Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları –

Bu yazıya konu olan Tabiat Dörtlemesi’nin ilk üç cildi ile ilgili çalışmam, 2019’da Ardahan Üniversitesinin düzenlediği Mitoloji Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuş; sonradan makaleye dönüştürülerek Söylem Filoloji dergisinin 2019-Aralık sayısında yayımlanmıştı. Pandemide bu süreçlerin hikâyesini anlatan bir yazım da Son Baskı’da yayımlandı. Dörtlemenin son romanını 2023-Ocak’ın da TÜYAP Çukurova Kitap Fuarı’ndan alıp hemen okudum ve yazı için de ikinci kez okumaya, notlar almaya başladım. Ancak 6 Şubat’ta pek çok insanı etkileyen depremlerle birlikte benim de bütün çalışmalarım yarım kaldı. Şimdi depremlerin üzerinden altı aya yakın bir zaman geçmişken yeniden notlarımı önüme aldım. Hayatta isem depremlerde hayatını kaybedenlere, depremlerde türlü yaralar alanlara borcum var, daha iyi bir dünyayı kurabilmek için çalışanların emeklerinde tuzum olsun diye. BİZİ DOĞA DEĞİL, BİLGİSİZLİK ÖLDÜRDÜ, YARALADI; İYİ EDEBİYAT İSE İYİLEŞTİRSİN.

“…/ Gör dâima önünde esâtir-i evvelin / Gökten dehâ-yı nâr-ı çalan kahramanını… / Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını” – Tevfik FİKRET

Günümüz ekokurgu edebiyatının ülkemizdeki akla ilk gelen isimlerinden biri olan Buket Uzuner, dörtlemenin ilk romanı ‘Su’yu 2012’de yayınladığında iklim krizinden de, ekokurgudan da bu kadar söz ediliyor muydu, bilemiyorum. Ama bugün çağdaş edebiyatın güncel ve popüler konularından biri ekokurgu… Buket Uzuner de tamamlanması on üç – on dört yılı alan dört ciltlik Tabiat Dörtlemesi’yle Türkiye’de ekokurgunun önemli kalemlerinden biri olduğunu okurlarına kanıtladı.

Buket Uzuner, Hacettepe Üniversitesinde biyoloji öğrenimini gördü.  Çevrebilimi eğitimi aldı. Hacettepe Üniversitesi ve ODTÜ’de, yurt dışında Norveç, ABD ve Finlandiya’da çeşitli üniversitelerde dersler verdi, çeşitli çalışmalarda bulundu. Yazar, uzun yıllar Kuzey Afrika, Kuzey Amerika ve Avrupa’da yaşadı. Şimdi İstanbul’da, bazı söyleşilerinde dile getirdiği üzere, çok sevdiği Kadıköy’de yaşamakta.

– Buket Uzuner –

Yazarın Tabiat Dörtlemesi’ni, ekofeminist görüşle örtüşen, doğayı odağına alan romanlar olarak değerlendirilip ekoeleştirel yönteme uyarak incelemekte pek çok araştırmacı. Bu çok da şaşırtıcı olmamalı; çünkü Uzuner, ilk romanı ‘İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri’nden itibaren çevre bilincine sahip bir yazar olduğunu düşündürten, çevreci anlayışı roman kahramanları aracılığıyla aktaran bir yol izlemiştir.

İlk romanında roman kahramanı Teoman üzerinden Türkiye’de Yeşiller Partisi’nin kuruluş aşamalarından söz edilir. 1991’de basılan romanın yayınlandığı o yıllarda Türkiye’de ancak bir avuç insanın ilgisini çeken, yazarının bir söyleşisinde belirttiği gibi “Aman işte bunlar da böyle şeylerle uğraşıp kendilerini oyalıyorlar” diye küçümsediği konular çevre ve iklim. Henüz edebiyatımızda popüler değil ve ilgi çekmiyor iklim krizi, doğaya hoyratça müdahaleler… Oysa 20’nci yüzyılın sonuna yaklaşırken iklim krizinin yaklaştığını gösteren pek çok bilimsel veri ortaya konmaktaydı o yıllarda da. Buket Uzuner’in ikinci romanı ‘Balık İzlerinin Sesi’ ise yine “doğa yazını” olarak değerlendirilecek pek çok unsuru içermekte.

Buket Uzuner’in asıl “doğa yazını” örneği olarak (son zamanlardaki röportajlarında daha çok “iklim kurgu” terimini kullanıyor olsa da kendisi) dikkat çeken çalışması, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları’nın dört cildi.

Dörtlemede (Su, Toprak, Hava, Ateş) gazeteci Defne Kaman’ın maceralarına dayandırılarak doğayı odağa alan ekoyazın örneği oluşturuluyor. Ekofeminist görüşün ilkelerine uygun bir yaşam anlayışının eski Türk yaşantısında mevcut olduğunu düşünen Uzuner, roman kahramanları üzerinden toplumun ortak hafızasındaki öze dönüldüğünde bugünün insanının da doğanın bir parçası olarak yaşayabileceğini anlatıyor.

Bu dört romanın her birinin başında yer alan ithaflar ise yazarın zaten mesajlarının önemli ipuçlarını da sunuyor okura.

|

– SU –

Buket Uzuner, ‘Su’ (2012) romanının başında romandaki olayları “bugün Anadolu’da yaşayan bütün kültürlerin günlük yaşamına sinmiş binlerce yıllık kadim Kaman geleneklerimizden ve Orta Asya ile Sibirya mitolojilerinden esinlenerek” kurguladığını belirterek mitlere, Türklerin eski inanç sistemi olan Kaman (Şamanizm) inancına dikkat çekiyor. Uzuner, dörtlemenin bu ilk romanında Defne Kaman’ı ve anneannesi Umay Bayülgen’i anlatırken bahçesinde fıskiyeli havuz olan Kalamış’ta yaşadıkları evi, öyle inandırıcı betimliyor ki o evin ve o karakterlerin orada gerçekten yaşadığına inandırıyor okuru. Elbette bu inandırıcılıkta, yazarın romanlarında geçen mekânlar üzerinde de titizlikle durmasının payı var. Onun romanlarında geçen kentler, eserdeki diğer karakterler gibi canlı.

Defne Kaman bir gazetecidir ve yaptığı çevreci haberlerle, son zamanlarda özellikle üzerinde çalıştığı kadın ve namus cinayetleriyle bir kesimin takdirini toplarken bir kesimi de rahatsız etmektedir. Defne, ‘Su’ romanında haberini yaptığı katil koca tarafından takip edildiği için saklanmak zorunda kalır. Romanın sonunda, Defne Kaman, bir şekilde Komiser Ümit Kaman’a ulaştırmayı başardığı şifreli notlar sayesinde bulunur.

Su’, İstanbul’da, Kadıköy’de geçer. Kızları kaybolan “ilginç” aileyi tanıdıkça kendi de Kamanlı olan Ümit Kaman, eski bir Türk inancı olan Kamanlığı kavramaya ve iki örgülü saçlarını iki yandan püsküllü kollu elbisesinin üzerine bırakan anneanne Umay Bayülgen’in anlattıkları ile bilinçlenmeye başlar. İlerleyen aşamada romana dâhil olan Sahaf Semahat’in de yardımı ile şifreli notların Kutadgu Bilig’den alınan dizeler olduğu anlaşılır.

Romandaki polisiye olayın İslamiyet sonrası yazılmış ilk Türkçe eserlerden biri olan Kutadgu Bilig’den alınan dizeler yardımıyla çözümlenmesi ise yazarın bu ilk romandaki mesajına uygun düşmekte.

Yazar, ‘Su’ romanını rüyaları kişisel bilinçdışının dışa vurumu, mitleri ise ortak bilinçdışının ortak bilinçle şekillenişi olarak ele alan psikomitolojik görüşe dayandırır büyük ölçüde. Buket Uzuner, ‘Su’ romanını yazarken özellikle M. Bilgin Saydam’ın ‘Deli Dumrul’un Bilinci’ adlı çalışmasında üzerinde durduğu bütün mitlerin ortak bir özünün bulunduğu tezinden yola çıkmıştır. Saydam, eserinde mitlerin ortak bilinçdışının eseri olduğu ve çağlar, coğrafyalar değişse bile mitlerdeki ‘öz’ün aynı kaldığından söz etmektedir. Romanda bu tezin doğrulamasını 2000’li yıllarda yaşayan Defne Kaman’ın başına gelenlerin bin yıl önce yazılmış bir eserden (Kutadgu Bilig) alınan dizelerin yardımıyla çözülmesiyle yapar yazar. Zaten sadece İslamiyet sonrası değil, Türklerin Şamanizm’e inandıkları dönemlere ait pek çok pratiğin gündelik yaşamda sürdürüldüğüne roman boyunca tanık oluyoruz. Doğaya saygılı ve onun bir parçası olmayı unutan insanın doğaya, bütün canlara ama öncelikle kendine nasıl zarar verdiği, pek çok durumla örneklenerek anlatılıyor romanda.

Su’ romanının mekânı İstanbul’dur. İstanbul, Asya ve Avrupa’nın kesiştiği, imparatorluklara ev sahipliği yapmış, her çağda gözde bir kenttir. Kentin her köşesi farklı tarih katmanlarının izlerini taşıyan eserleriyle, Boğaz’ıyla, çok kültürlülüğün bir yansıması olan sosyal yaşamıyla ilgi çekmiştir. Büyük ve kalabalık kentte hem kaybolup gitmek mümkündür hem de fazlasıyla görünür olmak.

Bu romanın yayınlandığı yıllarda 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin gündeminde olan konuların önüne geçen sorun, kadına karşı şiddetin her gün biraz daha dozunun artmasıydı. Buket Uzuner de, ‘Su’ romanında gündemde olan ya da her gün yenisi duyuldukça sıradanlaşan, kanıksanan, alışılan(!) kadın cinayetlerine dikkat çekmektedir. “Namus cinayeti” ya da “kadın cinayeti” şeklinde verilen bu haberlere tepki gösteren Defne Kaman da bu cinayetlere “erkek cinayetleri” der. Kadıköy İskelesi, Barış Manço Vapuru anılırken iskeleye sığınan yaralı yunus da romanın mitolojiyle bağını oluşturur. Yunusun karnında saklanan Yunus Peygamber gibi katil kocadan saklanan Defne’nin suda, iskeledeki yaralı yunusun karnında saklandığı ima edilir roman boyunca.

|

– TOPRAK –

Tabiat, hava, su, toprak ve güneşle bir bütündür, onun tüm canlarla birlikte meydana getirdiği mükemmelliği vardır. Bunu bozan, bir anlamda tabiatın tek kusuru insandır. Fakat aynı zamanda, tıpkı meyvenin çekirdeği gibi, insan tabiatın göbeğinde, geleceğinin umudu olarak yer alır.” (Uzuner, 2015, s.103)

Buket Uzuner, çiftçi-köylü kadınlara ithaf eder ‘Toprak’ı (2015): “Tabiata zararlı projelerin önüne göğsünü siper ederek dikilen, asırlık yerel tohumları çeyiz sandığında en değerli mücevher olarak saklamayı akıl etmiş, her biri Toprak’ın kızı ve aslen Tabiat Ana Umay’ın torunu olan Anadolulu çiftçi-köylü kadınlara ithaf ediyorum.

Toprak’ta bu kez mekân olarak seçilen kent Çorum’dur. Defne Kaman tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili bir haberin izini sürmektedir. ‘Su’ romanında olduğu gibi bir perşembe günü Defne Kaman kaybolur. Valinin ve emniyet müdürünün arama çalışmalarına, İstanbul’dan gelen Umay Bayülgen, Sahaf Semahat, Komiser Ümit Kaman da dâhil olur. Hititlerin antik kent kalıntılarının ortasında Yazılıkaya Tapınağı’nda ortaya çıkan geyiğin “don değiştirmiş bir elçi” olduğunu düşünen Umay Bayülgen, Defne bulunana kadar geyiğin başında nöbet tutar. Defne’yi ablası gibi gören Karaca’nın telefonuna gelen harfler ve sayılardan oluşan şifre yine Kutadgu Bilig’i işaret eder. Defne Kaman’ın kaybolduğu haberinin yayılması üzerine harekete geçen çevreci gruplar da Çorum’a gelir.

İnsanı zaten tabiatın bir parçası kabul edenler; su, toprak, hava ve ateş, ağaç ve tüm canları annesi ve ailesi gördüğünden onları hor görmez, satıp ezmez, ihtiyacından fazlasına tamah etmez, kullanıp atmaz. Onlar; bozulan, ağlayan, kuruyan, hasta, küsmüş Toprak’ın iyileştirilebileceğini bilirler. Çünkü onlar Toprak’ın canlı olduğunu unutmamıştır. Onlara kam ya da Kaman denir. Toprak’ın ruhunu gören bir onlar bir de âşıklar, ozanlar ve divanelerdir. Şimdiki zamanda adları çevre gönüllüsü, tabiat meleği, doğa perisi.” (Uzuner, 2015, s.366)

Romanda çevreci görüşü temsil eden, bilgisayar dilinden çok iyi anlayan Karaca aracılığıyla yazar; “milliyet, din, tarikat ve cinsiyet farklarının yapay ayrımlar olduğundan, insana sadece canlı olarak değer veren bir siyasetin” (Uzuner, 2015, s.150) gelişmesiyle sorunların çözülebileceğinden söz eder.

Toprak’ romanının mekânı olarak seçilen kent Çorum, Hititlerin başkenti Hattuşaş’ın da bulunduğu bir yerleşim yeridir. Bölgedeki arkeolojik kazılar sonucunda çıkarılan kalıntılarla kentin tarihinin M.Ö. 4000 yıllarına dayandığı anlaşılmıştır. Hatti Dönemi, Kaşkalar, Hititler, Roma İmparatorluğu, Bizanslar, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar bu çok eski yerleşim yerinin farklı dönemlerinde bu bölgede yaşamıştır. Bu nedenle kentte farklı kültürlere ait pek çok pratiğin izlerine rastlamanın mümkün olduğunu; çağlar ve kültürler değişse bile ‘öz’ün aynı kaldığını gösteren unsurlarla karşılaşıldığını görürüz ‘Toprak’ta. Bu “öz”; bazen toprak bir kapta saklanan bal ve arı reçinesi ile karışmış çörekotu tohumudur (Uzuner, 2015, s. 125), bazen Şaman kültüründe de, İslamiyet’ten sonra da önemli bir simge olan “geyik”tir. Şamanın suretine büründüğü ruhlardan biri, Anadolu’da bolluğun bereketin sembolü, efsanelerde şeyhin bineği olarak çok önemli bir hayvan kültüdür geyik. Romanda soyunda bu külte saygısızlık yapan cinsiyetçi kişi de “geyik laneti”ne uğrar sonunda.

|

– HAVA –

2018’de yayınlanan ‘Hava’ ise “El yapımı kanatlarla 1632 yılında Galata Kulesi’nden ilk kez uçmayı başardığına gönülden inandığım bilgin Hezârfen Ahmet Çelebi ve Atlas Okyanusu’nu 1932’de tek başına uçan ilk kadın pilot Amelia Earhart’ın anılarına ithaf edilmiştir” sözleriyle başlıyor.

Buket Uzuner, Tabiat Dörtlemesi’nin üçüncü elementine geldiğinde ülkenin gündeminde de gazetecilerin tutuklanmaları, baskıcı bir anlayışın her kesimde daha fazla hissedilmesi söz konusuydu. Yazar da ‘Hava’da bu yeni meseleleri ekofeminist görüşle eski Kaman yaşamını birleştiren Defne Kaman’ın macerasına dâhil eder. Romandaki muktedirler, ekofeministlerin “kadını, doğayı, muhalif olanı ötekileştiren ve baskı altına alan efendi” olarak tanımladığı olumsuz kişiler olarak çizilmekte. Buket Uzuner’in hikâyesinde dönemin yönetiminin keyfi tutumlarına yöneltilen eleştiriler mitlere, Kaman inancının pratiklerine dayandırılarak anlatılsa da roman, dönem eleştirisi olarak da okunmalı.

Hava’ romanı birçok motifiyle ‘Su’ ve ‘Toprak’ta anlatılan Kamanlığın yeniden örneklenmesi olarak da okunabilir. Mekân olarak olaylar bu kez çok eski bir yerleşim yeri olan ve Asurlular, Medler, Persler, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlıların izlerini taşıyan Kayseri’de geçmekte.Su’ ve ‘Toprak’ta olduğu gibi olayların geçtiği Kayseri’nin pek çok farklı inanca, yaşam pratiğine, farklı kültürlere ev sahipliği yaparak şekillendiğine, kentin her noktasında çok katmanlılığın izlerinin olduğuna tanık oluyoruz roman boyunca.

Uzuner’in muhalif gazetecisi Defne Kaman, bu kez nükleer enerji karşıtı bir yazısından dolayı sorgulanmaktadır. Ancak muhalif grupların desteklediği gazeteciyi İstanbul’da sorgulamanın taraftarlarının protestolarına yol açacağını düşünen yönetim, mahkemeyi bir Anadolu kentine taşımayı uygun bulmuştur. Duruşma için Defne’yi yalnız bırakmayan Umay Bayülgen ve diğerleri de Kayseri’ye gelir. Romanda bir taraftan duruşma gününü beklerken Defne’nin yaşadığı gerilim anlatılır, bir taraftan da kahramanların kenti gezerken gördükleriyle kentin dokusunu oluşturan izler öne çıkarılır. Bunlardan biri de Gevher Nesibe Şifahanesi’dir.

Romanda şifahanenin kurulmasını vasiyet eden Gevher Nesibe Sultan başı açık, saçları örgülü, at binen bir Selçuklu sultanı olarak anlatılmaktadır. Gevher Nesibe Sultan, sarayın başsipahisine âşık olmuş, ancak ağabeyi I. Gıyasettin Keyhüsrev evlenmelerine izin vermediği gibi başsipahiyi savaşa göndermiş; başsipahi de savaşta hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine vereme yakalanan Gevher Nesibe, ölüm döşeğindeyken ağabeyinden hastaların ücretsiz tedavi görebilecekleri bir şifahane açmasını istemiştir. Romanda Umay Bayülgen’e göre Gevher Nesibe, kadim Kaman geleneğinden gelen bir “kam” olmalıdır. Romanda Gevher Nesibe, (kimi kaynakların belirttiği bilgiye dayanarak olmalı) o çağda hastaları su sesi ve müzikle tedavi eden, uzak görüşlülüğe sahip bir karakter olarak çizilmektedir. (Uzuner, 2018, s.50)

Kapadokya, ta Paleolitik dönemden başlayarak Hititler dâhil birçok medeniyete ev olmuş, Romalılardan saklanan ilk Hıristiyanların kayalara oyduğu kiliseleri, yeraltı şehirleriyle de dönemin merkezi, belki göbeği olmuştu.” (Uzuner, 2018, s.275-276)

Dörtlemenin ilk iki cildinde bir sürü tehlike yaşasa bile romanın sonunda pazar günü bitmeden bulunan Defne, tehlikeyi bertaraf etmeyi başarır; ninesi Umay da Defne’nin kurtuluşu üzerine şükür uykusuna yatar. Ancak ‘Hava’ romanı bir belirsizlikle sona erer.

Kapadokya’da en son bir balona bindiği görülen Defne’nin o balondan indiğini gören olmamıştır. Kadim gelenekte adaletin simgesi olan kartalın aynı gece hem Defne’nin hem ninesinin rüyasına girmesini Umay Bayülgen, “Adaletin olmadığı bir yerde ben hareket edemem; bazen durmak, güç toplamak için çekilmek ve beklemek gerekir” diye yorumlar. (Uzuner, 2018, s.312)

Böylece yazar hikâyenin düğümünü çözmeyi de ‘Ateş’e bırakmış olur. Bu belirsizlik sadece merak unsurunun canlı tutulmasının bir işareti değil, içinde bulunulan zamanda hukukun işleyişindeki keyfî uygulamaların pek çok kişide, gerçeğin peşindeki gazetecilerde yarattığı yılgınlığın göstergesi olarak da okunabilir.

|

– ATEŞ –

Bak ayçöreğim, bizim Altay mitolojimizde evreni meydana getiren dördüncü unsur kabul edilen ateş aslında bilgiyi, doğru haberi, gücü temsil eder. Şimdi inanması zor gelse de insanlık tarihinde daima en büyük savaş, bilgiyi kimin elinde tutacağı konusunda olmuştur. (…) Doğru bilgi bütün güçler arasında daima en büyük güçtür; çünkü bilgi ateş gibi aydınlatır, görmeyi sağlar, aynı zamanda karanlığın verdiği korkuyu yok eder. Ateş, insanın kontrol edebildiği güneştir.” (Uzuner, 2023, s.134-135)

Ateş’ romanı yayımlanıncaya kadar geçen zaman içinde edebiyatta çevre ve iklim konusu daha çok ilgi çekmeye, eko kurgu örnekleri artmaya, yapılan söyleşilerde, sempozyumlarda bu konu daha sık ele alınmaya başlanmıştır. Bu farkındalığın oluşmasında Buket Uzuner’in dörtlemesinin de elbette katkısı vardır.

Ateş’ (2023) yine bir ithafla başlıyor: (Bu daha uzun bir ithaf)

İnsan uygarlığının temeli olan ‘bilgi’yi sadece kendine saklayan kibirli ve acımasız muktedir Zeus’tan hayatı pahasına kaçırıp ATEŞ olarak insanlığa armağan eden kahraman Prometheus’a /ve /İnsanlığın yalansız bilgiye ulaşabilmesi için hayatları pahasına çalışan namuslu gazeteci, öğretmen, sanatçı ve bilim insanlarına /ve /Bilgelikleri, deneyim, hoşgörü ve bilgileriyle beni büyüten, gençlik kibrime, çokbilmişliklerime katlanıp yolumu açan, bana emeği geçmiş bütün ateş ustalarıma ve ateş dostlarıma ithaf ediyorum.

Tabiat Dörtlemesi’nin son cildi olan ‘Ateş’te bu kez mekân olarak Mardin seçilmiştir. Mardin, M.Ö. 2000 yıllarına, hatta daha öncesine dayanan eski bir yerleşim yeridir. İpek Yolu güzergâhında olan kentin farklı dinlere, farklı kültürlere mensup halklarının izleri günümüze uzanan mimarisine de yansımıştır. Mardin’i “Mezopotamya’nın en sihirli, en masalsı şehri” (Uzuner, 2023, s.67) kılan da bu mimari özelliklerdir. Kürtlerin, Hıristiyan Süryanilerin, Sünni Arapların, Türklerin, Yezidilerin ve Ermenilerin bir arada barış içinde yaşadığı kent, çok kültürlüğün nasıl uyumlu bir ritim oluşturduğunun en güzel örneklerinden biridir. Buket Uzuner; Tabiat Dörtlemesi’nin son cildi ‘Ateş’in mesajlarını en etkili şekilde bu kentin yansıtacağını düşünmüş olmalı ki finali için Mardin’i seçmiş.

Tabiat Dörtlemesi’nin son cildi olan ‘Ateş’, Radyo Ekoloji’deki Mardin Beyazsu’da çıkan yangının haberi ile başlar. Artık on dört yaşında olan Ayperi kendisine örnek aldığı teyzesi Defne gibi çevreye duyarlı, bu görüşteki gençlerle iletişim halinde olan, yaşıtlarından farklı bir kızdır. Ayperi yangın haberine telaşlanır; çünkü Kapadokya’da kaybolan teyzesi son bir buçuk yıldır Mardin’de yaşamaktadır. Defne, ninesi Umay Bayülgen ve yeğeni Ayperi ile sürekli iletişim içindeyken son günlerde bu bağın kopmasının üzerine gelen yangın haberini de alan aile Mardin’e hareket eder.

Mardin’e gelen Defne’nin yakınlarını karşılayan Havinyaz ne diyor Mardin için: …bu Mardin, Mezopotamya’nın en sihirli, en masalsı şehridir ve sırlarını ancak kalbini kendisine emanet edene açar.” (Uzuner, 2023, s.67) O halde Defne’nin ‘Hava’da Kapadokya’da belirsizlikle yarım kalan hikâyesinin akıbetini öğrenebilmek için okurun da kalbini Mardin’e emanet etmesi gerekecek.

Romanın ana olayı Umay Bayülgen ve beraberindekilerin Mardin’de yangın sırasında kaybolan Defne’yi araması üzerine kurulu. Umay Bayülgen zaten İstanbul’da rüyasında “kırmızı taş bir şehrin tepesinde kalenin burçlarında kocaman bir kartalın konduğunu ve yeleleri alev almış kızıl bir atın koşarak kendisine doğru geldiğini” gördüğünde Defne’nin kendisinden yardım istediğini anlamıştır. Umay Nine ve beraberindekilerin Mardin’e geldikten sonra uğrak yerleri, Defne’nin son bir buçuk yılda yolunun kesiştiği insanlar, duraklar ve onların hikâyeleridir.

Bu uğrak yerlerinden biri, Mardin’in Revaklı Çarşı’sındaki Şahmeran dükkânıdır. Cam üzerine kendi elleriyle boyadığı Şahmeranlar satan siyahlar içindeki Masalcı Kadın’ın Şahmeran dükkânı Defne’nin Mardin’deki uğrak yerlerinden biridir. Umay Nine ve Masalcı Kadın’ın buluşması da birinin Türkçe, diğerinin Arapça mırıldandığı dualar eşliğinde bu dükkânda olur. Yazar, gönül diliyle konuşanların ister Süryanice ister Kürtçe ya da Hakasça konuşsunlar anlaşabilecekleri mesajını iletir böylece. Yılanların şahı olan Şahmeran ile Yunan mitolojisindeki Medusa’nın farklı coğrafyaların mitleri olsa da aynı ‘öz’e işaret ettiği gibi. (Uzuner, 2023, s.197-214)

Defne, Mardin’e geldiğinden beri sığınmacı çocuklarla ilgilenmektedir. Çünkü “çocuk her yerde çocuktur”. Zaten Sınır Tanımayan Gazeteciler’in bir üyesiyken Mardin’de yolu Sınır Tanımayan Doktorlar’la da kesişir. Son yıllarda ülkenin gündemindeki konulardan biri de Suriyeli sığınmacılardır. Mülteci, göçmen, sürgün, sığınmacı sözcükleri sıkça ve pek çok yerde kullanılsa bile aralarındaki ayrımların fark edildiğini söylemek mümkün değil. Önceki ciltlerde olduğu gibi ‘Ateş’te de dünyanın ve Türkiye’nin gündemindeki sorunlar romanın temel meselesi olarak Buket Uzuner’in üslubunca yer almakta. Ayrıca sorunların çok yönlü, çok katmanlı ve birbirinden ayrıymış gibi görünse de iç içe olduğu mesajları önceki ciltlerdeki gibi ‘Ateş’in hikâyesine sindirilerek verilmekte.

Ateş’, pek çok okur tarafından uyumsuz Defne Kaman’ın hikâyesinin sonunu güzel bağladığı için sevilmiş olmalıdır. Yazar dörtleme boyunca eski dönemlere ait anlatılar olan mitlerden el alarak insanın tabiatın bir parçası olduğunu vurguluyor. Hayvan mitoslarından söz ediyor, bu bütünde kendini en üste koymaya çalışan insanın yine kendisine zarar verdiğinden, doğanın dengesini bozanın insan olduğundan söz ediyor.

…Kara Ormanlar’da bir zamanlar Kırmızı Başlıklı Kızı korkutan binlerce kurttan 21’inci yüzyılda sadece 200 tane kalmıştır. Viking masallarındaki buzdan saraylar, sizin bencilliğiniz yüzünden erimeye, Orta Asya’nın bozkırları ve Yağmur Ormanları’ndaki biyoçeşitliliğin yok olmaya başlamasına rağmen benim işime devam etmem ihtiyaçtır; çünkü dünya üzerinde tek insan kalana kadar hikâye, masal ve destanların anlatılması aklınızı başınıza almanız için bir umuttur.” (Uzuner, 2023, s.75)

Doğanın dengesini bozan insanın yine onu iyileştirenin kendisi olacağını vurguluyor ki bu görüş, ekoeleştirmenlerin insana, insanın hikâyelerine yükledikleri görevle de örtüşmekte.

Buket Uzuner, romanlarında öykülerinde pek çok kadın karakter yaratmış, onlar aracılığıyla kadın haklarının, aslında insan hakları olduğunu vurgulamıştır. Edebiyatımızda hatırlanan, önemsenen elbette başka kadın karakterler de var ama 2012’den beri okurlarının zihninde bambaşka bir yerinin olduğunu düşünüyorum Defne Kaman’ın. Çünkü Defne Kaman muhalif, cesur, üstelik “uyumsuz” bir kadın… ‘Su’ romanında söylendiği gibi: “…hayvanın uyumsuzuna ‘vahşi’, bitkinin uyumsuzuna ‘yabani’, ırkların uyumsuzuna ‘barbar’, insanın uyumsuzuna –eğer erkekse dahi, sıradansa ‘belâ’ ya da ‘ıssız adam’, kadının uyumsuzunaysa zaten zeki ve cesur olacağı için toptan ‘cadı’ dendiğini hepimiz biliriz. Uyum, yalnızca evcilleştirme, düzen ve sistem kurma gibi anlamlar taşımaz, aynı zamanda sistemin parçası olarak bireyseli de yok eder… Bu nedenle şimdiki düzen ve düzenekte, kadının sadece uyumlusu makbul, erkeğin uyumlusu madaradır.” (Uzuner, 2012, s. 103)

En hafif kelimeyle uyumsuz olan kadın kahramanın yolculuğunun mutlu sona ermesi beklenmezken Defne Kaman’ın yolculuğunun bu ezberi bozmasının da çok önemli olduğunu belirtmem gerekiyor. Bu yönüyle de Defne Kaman bütün uyumsuz, “cadı” olarak kodlanan kadınlara da ilham veriyor. Sadece bu bile bu dörtlemeyi bambaşka bir yere koymamıza yeter.

Son sözü yazarın en yeni söyleşisindeki bir cümlesiyle bağlamak isterim:

Roman, hikâyelerimde kadın karakterler aracılığıyla 30 yıldır kadın haklarının insan hakları olduğunu anlatan ve bunun için mücadele eden bir kadın yazar olarak kendi hikâyemi, tıpkı bir DNA sarmalı gibi görüyorum. Bu hikâyede kendimden önceki kadın yazarlarla aramda bir bağ olduğunu, kendimi onların DNA sarmalına sarılmış gibi hissediyorum ve kendi hikâyemi de benden sonraki kızlara uzanan bir aminoasit dizisi gibi düşünüyorum.” (Uzuner, 2023, …)

Buket Uzuner gibi bu güzel hikâyeleri anlatan güçlü kalemler sayesinde kadınlar, yüzyıllardır kendilerinden çalınanları almak için mücadele edecek, uyumsuz, hatta “cadı” olmayı göze alarak cesaretle yollarına devam edecektir. Üstelik hem uyumsuz hem de hayatlarına mutlu sonlar yazmış kadınlar olarak yaşayacakların sayısı artacaktır. Çünkü dünya “cadılık makamı”na ulaşmış, “kız neşesi”ni kaybetmemiş kadınlarla daha güzel bir yer olacak.

KAYNAKÇA:

– Apaydın, Neşe (2019), “Buket Uzuner’in Su, Toprak ve Hava Adlı Romanlarında Türk Mitolojisinin İzleri”, Söylem Filoloji Dergisi, Cilt 4, S.2, s.216-237.

– Frazer, James George (2018), ‘Ateşin Kökenine Dair Mitler’, Ankara, Doğu Batı.

– Fromm, Erich (2017), ‘Rüyalar Masallar Mitler Sembol Dilinin Çözümlenmesi’, İstanbul, Say Yayınları.

– Murdock, Maureen (2022), ‘Kadın Kahramanın Yolculuğu’, İstanbul, Beyaz Baykuş.

– Saydam, M. Bilgin (2017), ‘Deli Dumrul’un Bilinci’, İstanbul, Metis.

– Uzuner, Buket (2016), ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları: Su’, İstanbul, Everest Yayınları.

– Uzuner, Buket (2015), ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları: Toprak’, İstanbul, Everest Yayınları.

– Uzuner, Buket (2018), ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları: Hava’, İstanbul, Everest Yayınları.

– Uzuner, Buket (2023), ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları: Ateş’, İstanbul, Everest

– Uzuner, Buket (19 Temmuz 2023), “Kadınlardan Yüzyıllardır Çalınan Rol Modelleri / Buket Uzuner”,

TEDxİzmirWomen: https://www.youtube.com/watch?v=T17-8eTqafM. Erişim Tarihi: 23.07.2023.

NOT:

Neşe Apaydın’ın Son Baskı’da yayımlanan KORONA GÜNLERİNDE ‘FEMİNİZM VE DOĞAYA HÜKMETMEK’, ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’ başlıklı yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar