YAŞAM 

‘ŞAİR DOĞARKEN GICIRTILI KAPISINI ARALAR GÖKLER…’

Firavunlar Mısır’da tabletleri kırdı. Hitler orduları Avrupa’da bütün kütüphaneleri yaktı. Dünya tarihinde ilk kez Türkiye’de, aydınları bir binaya koyup yaktılar.” – Rıfat ILGAZ

Her temmuz ayı geldiğinde, takvim yaprakları her ‘2 Temmuz’u gösterdiğinde, Sivas ellerinde dumanı tüterken yarım bırakılan şiir ve türkülerin ağıtı düşer yüreğime. ‘Behçet Aysan’ların, ‘Metin Altıok’ların, ‘Asım Bezirci’lerin, ‘Muhlis Akarsu’ların, ‘Nesimi Çimen’lerin yanan bedenleri yürek yangını olur, sönmez, yanar da yanar.

Her ‘2 Temmuz 1993’ anmasında aklıma bir şiir düşer.

Şiirde şair şöyle der:

Şair doğarken/ gıcırtılı kapısını aralar gökler/ ve tanrı eşiğinde diz çöker/ çünkü yeni bir evren doğar/ şair doğarken.

O esnada aslında başkalarına da gün doğmaya başlıyordur:

Şair doğarken/ cellatlara gün doğar/ paslı satırlarını bilerler/ hoşnutça mırıldanarak/ çünkü işsiz kalmayacaklardır/ şair doğdu.

* * *

Şair doğar, şiir doğar, şiir şarkıya türküye döner; şarkı türkü dilden dile gezer, sevdaları tütsüler, gönülleri bir eder.

Şiir şöyle devam eder:

Şair doğarken/ gönül çanları uyandırır çocukları/ bayramsı gizlilerle neşeyle koşuşurlar/ ancak bilmezler/ düğün veya cenazeye mi davetlidirler/ şair doğarken.

2 Temmuz 1993’te Madımak’takiler de düğüne mi cenazeye mi davetliydi, bilemediler.

Sivas’taki güruh düğün havasındaki şiirleri, türküleri cenazeye çevirdiler; bayramsı neşeleri matem hüznüne, sevdaya yakılan türküleri ağıt üzüntüsüne dönüştürdüler.

Metin Altıok’un ‘Kavaklar’ şiiri ne de anlamlı geliyor şimdi:

Bedenim üşür, yüreğim sızlar/ ah kavaklar, kavaklar. // Beni hoyrat bir makasla/ eski bir fotoğraftan oydular. // Orda kaldı yanağımın yarısı/ kendini boşlukla tamamlar. // Omzumda bir kesik el/ ki durmadan kanar. // Ah kavaklar, kavaklar/ acı düştü peşime, ardımdan ıslık çalar.

Ya da Muhlis Akarsu’nun ‘Yine Gönlüm Hoş Değil’ türküsü:

Duydum dost yaralanmış/ yine gönlüm hoş değil/ her yanı parelenmiş/ yine gönlüm hoş değil. // Dost hasreti zor imiş/ her dem ahu zar imiş/ dert adamı yer imiş/ yine gönlüm hoş değil. // Akarsu’yum yansam da/ kül olup savrulsam da/ bazı bazı gülsem de/ yine gönlüm hoş değil.

* * *

Şair doğar, şiir olur; şair doğar, türkülenir dillerde; yakılır şairler Sivas ellerinde.

Aziz Nesin’in ‘Sivas Acısı’ şiiri ise şöyle der:

Ben tanırım/ bu bulut bizim oranın bulutu/ hemşeriyiz ne de olsa/ benim için kalkmış ta Sivas’tan gelmiş/ yurdumun bulutu/ başımın üstünde yeri var.

Ben bilirim/ bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı/ hemşerimiz ne de olsa/ benim için kopup gelmiş yayladan/ yurdumun rüzgârı/ kurutsun diye akan kanlarımı.

Ben anlarım/ bu acı bizim ora işi hançer acısı/ bir ülkedeniz ne de olsa/ aynı dili konuşsak da/ anlamayız birbirimizi/ hançerin nakşı/ tanıdım acısından Sivas işi.

Ben duyarım duyumsarım/ bizim oranın sızısı bu/ binip kara bir buluta Sivas elinden/ Sivas rüzgârında uçup gelmiş/ helallik dilemeye.

Ey yüreğimin onmaz acıları/ ey beynimin dinmez sancıları/ suç ne bende ne de sende/ suç seni karanlıklara gömenlerde/ ne de olsa yurttaşımsın/ kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne/ bilmelisin bir yerin var can evimde.

* * *

Her temmuz ayı geldiğinde, Sivas ellerinden yükselen şiirin sesi kulaklarımdadır her zaman.

Ataol Behramoğlu gibi, “Yaşamak bu yangın yerinde/ her gün yeniden ölerek. // (…) // Yaşamak görevdir bu yangın yerinde/ yaşamak, insan kalarak” diyerek…

Ve her ‘2 Temmuz’da anımsadığım o şiiri şöyle bitirerek:

Şair doğarken/ sadece analar ağlar/ alacakaranlığı başlarına atınıp/ irkilerek boş beşiğe bakarlar/ çünkü/ kendileri için bir şey doğurmaz analar/ şair doğururken.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar