EDEBİYAT 

BAŞKÖŞEDEKİ BOŞ SANDALYE

Asırlık bedeniyle tüm ailenin tarihsel belleği olan Sabiha Hanım’ı sabun kokulu bembeyaz çarşafın üzerine yatırmışlardı. Üzerine kırmızı saten yüzlü sırıtılmış ağır bir yorgan örtülmüş, derin bir uykuya dalmıştı. Yılların yorgunluğu okunan yüzü mumyalanmışçasına apak, bedeni kınından çekileceği anı bekleyen bir kılıç denli kıpırtısızdı. Geriye doğru taranan kınalı saçlarının ön kısmı dağılıp alnına doğru dökülmüştü ve alnındaki kırışıklıklarda terden kaynaklanan ışık yansımaları vardı. Kahverengi benekli buruşuk elleri yorganın üzerinde iki yanına uzanmış, parmakları ‘romatoid artrit’e bağlı olarak doğal görünüşlerini yitirmiş, Albrecht Dürer’in “dua eden eller”ine benziyordu. Sessizlik içinde bekleşenlerden zorunlu olarak…

Devamını Oku
YAŞAM 

KAVŞAK

Kavşak sözcüğü etimolojik olarak kavuş/ak kökünden gelir. Ancak her ne kadar öyle de olsa bende kavşak sözcüğü yol ayrımı, gidilen yolun farklı yönlere çoğalması, gidilen yola başka yolların eklemlenmesi türünden çağrışımlar yapar. Bu yaklaşımla vuslattan çok hicranı çağrıştırır, herhangi bir seçeneğe yönelerek yön değiştirme, yeni başlangıçlar yapma, yeni ufuklara yelken açma duygusu yaratır. Bir kavşakta “Seçilecek yol yanlışsa arzu ettiğim yere götürmez” kaygısı, seçenek olarak karşımıza çıkan yollara ilişkin kuşku yaratır. İnsan yaşamında kimi zaman birlikte yola çıkılan kişiyle farklı yönlere yönelmek, gittikçe birbirinden uzaklaşmak söz konusu olur. Böyle düşünüldüğünde…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

SEYRÜSEFERDE AŞK

Kaptan, motoru erkenden çalıştırıp perona sigara içmeye indi. Peronda hareket saatini bekleyen yolcular, uğurlamaya gelenler, çığırtkanlar, sivil-resmi belediye görevlileri, seyyar satıcılar, terminal görevlileri nereye yöneleceği kestirilemez halde kâh dalgalanıyor kâh duruyor, her kafadan bir ses çıkıyordu. Öyle ki otogar binasının tavanında bulunan Türk üçgenlerindeki çıkıntılara tüneyen kuşların cıvıltıları ve koridordaki dev saatin tik takları işitilemez durumdaydı. Erkenden yerlerini alan yolculara kısa bir süre sonra motorun gürültüsü ve ısısı huzursuzluk vermeye başladı. Muavin elinde liste, dışarıdaki uğultulu insan kalabalığını sakin tavırlarla yararak otobüse bindi. Elindeki listeden son kontrolleri yapmaya başladı. Yolculara…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İNİŞ BEDELİ

Sıcaklık haviye seviyesindeydi. Sabah duş almış olduğum halde kâbuslu bir düşten uyanmışçasına sırılsıklam terliyordum. Tuzlu ter damlaları saç köklerimden enseme, oradan da daha aşağılara süzülüyor; önce fanilamı, biriktikçe de tişörtümü ıslatıyordu. Sırtımı göremesem de siyah tişörtümün arkasının beyaz tuz lekeleriyle dalgalandığına bahse girebilirdim. Sağımda solumda yakaladıkları gölgeleri kendilerine siper etmeye çalışarak koşuşturan sayısız insanın benden farkı yoktu. Yeryüzünden, insanların yüzlerinden gökyüzüne buğu yükseliyordu. Uzun süredir işsiz olmamın verdiği iç sıkıntısı biraz hafiflemişti. İş görüşmesine çağrılmıştım. Cebimde ancak bir simit alacak param ve otobüs kartımda iki binişten üç-beş kuruş fazlası kontörüm…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BEREKETLİ TOPRAKLARIN BEREKETLİ YAZARI

15 Eylül 1914’te Ceyhan’da doğan Mehmet Raşit’in babası Abdülkadir Kemali Bey, annesi Azime Hanım’dır. Abdülkadir Kemali Bey, aslen Elazığlı olup Osmaniye doğumludur. Avukat olan Abdülkadir Kemali Bey çok kısa bir süre Adalet Bakanlığı yapmış birinci meclis milletvekillerindendir, annesi Azime Hanım da kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır. Dünyaya geldiğinde babası Çanakkale’de topçu teğmenidir. Mehmet Raşit savaş koşullarındaki topraklarda gözünü açmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarını takiben Abdulkadir Kemali Bey kurucusu olduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kapanmasını takiben tutuklanacağı endişesiyle 1939’da yurda döneceğini bilmeden ailesiyle birlikte yurt dışına çıkar ve Beyrut’a…

Devamını Oku
YAŞAM 

BEKLENEN GÜN

Kalaylı bir tepsi gibi tepede yanıp duran ay, yarım saat kadar önce bulutların arkasına saklandı. Sokak lambalarının ölgün ışığında cam gibi kaldırımları adımlayan Kerim, kayıp düşmemek için mücadele ediyordu. Rüzgâr sertleşti. Soğuk içini ürpertiyordu. Atkısını maskesinin üstünden ağzını örtecek şekilde kapatıp nefesiyle ısınmayı denedi. Gözlüğünü, camları buğulanınca çıkarıp cebine koydu. İnternetten tanışmalarının ikinci yıldönümüydü. Yetmişli yılların mektup arkadaşlığı benzeri bir ilişkiydi onlarınki. Kerim yeni biten ilişkisinin sarsıntılarını henüz atlatmıştı. Sosyal medyada sürekli artan bir ivmeyle yazışıyorlardı. İlk kez buluşacakları tarih, bulaş endişesiyle bugüne ertelenmişti. Bugüne dek sosyal medya fotoğrafları dışında…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

O KADIN

Yılın son günü değişken hava geçişleri yaşanıyordu. Erken saatlerdeki gri gökyüzü ve burun direğini sızlatan ayaz, kuşluk vakti kısa bir ahmakıslatanın ardından tozu dumana katıp sokaklarda doğal mıntıka temizliği yapan rüzgârlı bir havaya bıraktı yerini. Öğle saatlerinde rüzgâr dindi. Bulutların arasından sırnaşık gülücükler dağıtan güneş yüzünden, alışveriş telaşındaki insanlara paltoları fazla gelmeye başladı. Havanın kararacağı saatlerde serpiştirmeye başlayan kar ve soğuk ise yeni yıla bembeyaz bir kent manzarasıyla girileceğini müjdeliyordu. Bir Güneyli olarak bozkırda yaşamanın en güzel yanının, bütün pisliklerin üstünün bembeyaz bir battaniye ile örtüldüğü zamanlar olduğunu düşünmüşümdür hep.…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

EVCİLİK OYUNU

‘Kasaba’ adlı tarihi kafenin camındaki afiş bir haftadır mahcup, mahzun yoldan gelip geçenlere bakıyordu. Afiş pürüzsüz yüzeyine gelen ışığı cam gibi yansıtıyordu. Yüzeyinde –arka bahçede kurulan sahnede– şiir dinletisi yapacak olan şair Ertan Tanır’ın artistik bir portresiyle ilk kitabının kapağı vardı ve aynı zamanda imza günü yapılacağı da yazıyordu. Neredeyse etkinlik zamanı gelmişti. Ertan Tanır henüz ortalıkta yoktu. İşin ilginci izleyiciler de ortada görünmüyordu. Kasaba Kafe’nin arka duvarına üvey evlat gibi iliştirilen sahne küçük bir meydana açılan ve L harfini andıran boşluğa bakıyordu. Üzerindeki kararmış çiziklerden uzun süredir kullanıldığı anlaşılan…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

HER DAİRE BİR DÜNYA

Apartman girişinde asılı duran saat, 10.00’u gösteriyordu. Günlük rutin manevrasını yapan asansör, elinde ekmek sepeti bulunan apartman görevlisi emektar Ahmet Efendi’yle beraber yılların yorgunluğunu taşıyan bir bitkinlikle yedinci katta durdu. Teleskobik kapı açıldı. Ağır asansör kapısı itildi. Harekete duyarlı lamba tık sesiyle birlikte parlayıverdi. Bahisçi Muharrem Elmas’ın mevcut ampulü yüksek güçteki bir ampulle değiştirmiş olması nedeniyle merdiven dairesi aydınlığa boğulmuştu. Ahmet Efendi, sağındaki on dört numaranın önünde durdu. Tam butona basacakken eli havada asılı kaldı. Bahisçi Muharrem’in çatlak sesi, kapatması Semahat’ın bağırışlarına karışıyordu. Ahmet Efendi başını sağa sola sallayıp cık…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İMZA GÜNÜ

Ufukları tarayan menekşe rengi bakışlarıyla ayakta duruyordu. Penceresinin önündeki manzarada bir vincin, kara bulutları sürüyerek kentin üzerinde dolaştırdığı, otsu bitkilerin rüzgârla yatıp rüzgârla kalktığı, dağların yer yer beyaza bürünmüş erguvani tepelerinde buzullaşmış kar kütlelerinin üzerindeki ışık oyunlarının yarattığı renk cümbüşüyle belleğinin derinliklerinde içini acıtan anılar canlanıyordu. Beyninin kıvrımlarında sakladığı bir anı geldi, gözbebeklerine oturdu. Boş masaların doldurduğu salonda, ortada duran masaya yorgun bedeniyle yığılırcasına oturmuştu. Sıkmaktan parmak izlerinin silineyazdığı, ucuz bir tükenmez kalemi parmaklarının arasında tutuyordu. Etkinliği düzenleyen Avukat İsmail’in son anda çıkan acil bir iş nedeniyle salonda olmayışı yeterince…

Devamını Oku