TOPLUM 

YUSUF

Olimpiyat Oyunları’nın simge pozunu bu kez bizim ülkemizden bir sporcu verdi. Adı Yusuf Dikeç. Milli atıcı. Astsubay başçavuş. Rakiplerine göre sade aksesuarıyla, rahat duruşuyla dikkat çekti. Havası cıvası yok. Şekil mekil peşinde değil. Kendinden emin. Kulaklığı bile sade. Gözlüğü gündelik gözlük. “Pazar kahvaltısı için ekmek almaya giderken olimpiyatlara uğramış gibi” dedi kimileri. Öyleydi duruşu. Elini cebine soktu. Nişan aldı. İşte o an, olimpiyatlara damga vuran poz ortaya çıktı. Niye sevildi o poz? İlhan Selçuk, yıllar önce bir yazısında, olimpik sporcular üzerindeki endüstri baskısını yazmıştı. Her biri bir markanın reklam yüzü…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

TOPLU ZAFER

Bizde futbol, futbol dışındaki her şey anlamına gelir. Biraz siyasettir bizde futbol. Biraz milliyetçilik… Biraz dincilik… Biraz Osmanlıcılık… Biraz fetihçilik… Hafiften ırkçılık… Ekseriyet takım, renk, şehir fanatizmi… İktidarda hangi parti varsa onun düşüncesi, ideolojisi yansır federasyona ve futbol milli takımına. Sanki stoperimiz değil de koalisyon ortağı partinin genel başkanı konuşur maç sonunda. Orta sahamız iktidar partisinin dini motifleriyle anlam kazanır. Sağ kanadımız milliyetçi motiflerle… Forvetimiz mutlaka Osmanlı… Milli maçlar bizim için futboldaki gücümüzü rakiplerimize gösterdiğimiz maçlar değildir hiçbir zaman. Biz, Türk’ün gücünü gösteririz rakiplere. Osmanlı’nın gücünü gösteririz. Milli maçlarda eğer…

Devamını Oku
POLİTİKA 

KELOĞLAN’IN TÜYÜ

Anadolu türküleri bazen bir yılı, bir devri, bir dönemi anlatmak için yazılır ama devirleri, çağları aşar, hep güncel kalır. O günün, o devrin şartlarında yazılmış türküyü bu günün, bu devrin şartlarında dinlersin; bakarsın ki her şey aynı. “Eski hamam eski tas” derler ya, öyle işte. * * * 1969 yılındayız. Anadolu’da bir yerlerde bir devlet töreni vardır. Törene dönemin başbakanı Süleyman Demirel ile ünlü iş adamı Vehbi Koç da katılacaktır. Âşık Reyhani de o törende sahneye çıkacak, birkaç türkü söyleyecektir. Reyhani sahneye çıkar. Devrin başbakanının, valisinin, ünlü iş adamının gözlerinin…

Devamını Oku
YAŞAM 

VIN TURİZM!

1990’lı yılların halim selim dizilerinden ‘Mahallenin Muhtarları’nda, Temel karakteri vardı. Saf, temiz yürekli bir Karadeniz delikanlısı. Senaryo bu ya, bir gün birkaç uyanık, Temel’i dolandırmış. Temel, olan biteni kahvehanede arkadaşlarına anlatıyor. Arkadaşları şaşkın, “Adamlar nerede?” diye soruyorlar. Temel şöyle diyor: “Adamlar vın turizm…” * Nedir “vın turizm”? Kaçmak… Tabanları yağlayıp koşmak… Sıvışmak… Uzaklaşmak… * Kurban Bayramı’nı geride bıraktık. Hava sıcak. Şehir gergin. Emekli maaşları yatmamış, millet evinde. En uzağa gidebilen yaylada ya da deniz kıyısında günübirlik tesiste… * Bayram deyip geçme… Hayvan kesilir ayrı dert, millet gezmek ister ayrı dert……

Devamını Oku
TOPLUM 

BAYRAMLIK

Emekli Ahmet Bey, 12 bin 500 lira emekli maaşı aldı dün. 3 bin lira da bayram ikramiyesi. Etti mi 15 bin 500 lira. Allah bereket versin! * Bu; şu demek: Eğer geçmişten gelen birikimi, kıyıda köşede sakladığı filanı yoksa Ahmet Bey bu bayram da kurban kesemeyecek. Çünkü en cılızından bir hayvan bile alsa 7 bin lira, 8 bin lira… Elde ne kalacak, hiç. Onun için bu bayramda Ahmet Bey ve eşi, konu komşunun, akraba hısımın kurban payı göndermesini bekleyecek. Zaten iş insanı bir akrabaları var. Onların ekonomik sorunu yok. Her…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAZİRAN

İşte, yine geldi, adı güzel, kendi güzel haziran… Haziran ilkbaharın sonu, yazın başlangıcı yerkürenin kuzeyinde. Ama bizim Çukurova’da kışla ilkbahar, ilkbaharla yaz, yazla sonbahar iç içe geçtiğinden geçişlerden pek haberimiz olmaz. Bir sabah uyanırız ilkbahar, bir sabah bakarız yaz sıcağı. Olsun… Yine de güzel değil mi haziran… “Şu haziran sıcağında yollara düşmeliyim” dediği bir şarkısı vardı Arif Kemal’in. O şarkıyı ilk dinlediğimde ortaokuldaydım. O günden bugüne haziran deyince hep yola düşesim geldi. Yollara düşemedim. Birkaç haziranda içeri düştüm! İlk gözaltına alınmam bir haziran günüydü. Ertesi yıl yine bir gözaltı yine…

Devamını Oku
YAŞAM 

YORGUN

Sabah erken uyandı, kadın ve erkek. Kadın yorgun… Erkek yorgun… Güneş, Karaduvar taraflarından, lacivert bulutlar arasından çıkardı kıpkırmızı başını. Yüksek binaların en üst katlarında bir kırmızılık, bir ılık gölge, alt katlar henüz koyu gölgeli. Usul usul aydınlanıyor, ısınıyor şehir. Şehir yorgun… Kahvaltı masası kuruldu el çabukluğuyla. El alışkanlığıyla. Eller yorgun… Hızlıca yenildi yemekler. Pek sohbet de etmeden. Masa yorgun… Haberlere bakmak filan geçmedi akıllarından. Radyo madyo açmak, televizyon melevizyon izlemek… Salonda oturdular bir çay içimi, birkaç söz ettiler usulen. Sözler yorgun… Sokağa çıktılar; erkek bir yana, kadın bir yana. Bu…

Devamını Oku
YAŞAM 

ÖNÜMÜZ YAZ

Mayıs bitmek üzere, haziran sıcak başını uzattı kapıdan. Temmuz gelmeden kavrulmaya başlarız. Temmuz, ağustos, hatta eylülde insanı çıldırtan sıcaklarla boğuşur dururuz. Gerçi sizin yaylada ev var, değil mi? Yaylaya çıkarsınız. Sizin de deniz kıyısında yazlık vardı. İki adım ötesi deniz. Terliği giy, havlunu al, hop denizdesin. Mis gibi. Sizin geçen yıl ucuza düşürdüğünüz Avrupa seyahati vardı. İsveç, Norveç… Oradan belki Danimarka. Siz de yaz sıcaklarını öyle atlatırsınız. Siz bu sene önce Karadeniz turu, oradan Amasya, Safranbolu… “Bakalım belki bir de Afşa yaparız.” Siz zaten Datça tutkunusunuz. Siz Köyceğiz. Sizin iki…

Devamını Oku
POLİTİKA TOPLUM 

ŞEFTALİ BAHÇELERİNİN KEYFE ÇAĞIRAN KOKUSU

Refik Halid Karay’ın ‘Memleket Hikâyeleri’ kitabının ilk hikâyesidir, ‘Şeftali Bahçeleri’. Belki en uzun hikâyesidir! Zaman: Osmanlının son yılları… Mekân: Bir Akdeniz kasabası… Hava şartları: Sıcak… Toplumsal şartlar: Tembellik, uyuşukluk, adamsendecilik, ehli keyiflik… Hikâyede saklı en önemli ayrıntı: Hükümet konağı bahçesinde her memurun, müdürün bir eşeği var. Agâh adlı memur, kasabaya ilk geldiğinde bu sıcak havayı, insanlardaki, bilhassa bürokratlardaki, memurlardaki bu uyuşukluğu, bu adamsendeciliği, işten kaçma, bir an evvel keyfe dalma arzusunu yadırgar. O, diğer memurlar gibi olmayacaktır. Çalışkan olacaktır. Keyfe düşmeyecektir. Kasabanın kalkınması için çalışacaktır. Agâh’ın bu ideali bir süre…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

ANNEMİN EŞARBI

Bana öyle gelirdi ki annemin eşarplarında bir sihir vardır. Kimi eşarplar annemi ağlatır kimi eşarplar annemi sakinleştirir. İskender’in evinde, sofanın sağ tarafındaki soğuk odada, annemle babamın karyolasının altında, selelerde dururdu çamaşırlarımız. Annemin eşarpları karyolanın ağır döşeğinin altında… Bahçedeki iplerde kuruttuğu çamaşırları topladığı günlerde, karyolanın yanına oturur, çamaşırları katlar, selelere koyardı annem. O anlarda mutlaka “Bir gardırobumuz olaydı,” derdi, “temiz temiz katlar koyardık çamaşırı.” Benim hiç görmediğim, ablamın hayal meyal hatırladığı bir gardıroptan söz ederdi sonra. Bazı günler, Sabiha’nın evindeyken dolabın kırıldığını anlatırdı; bazı günler Temam’ın evindeyken kırıldığını, bir daha da…

Devamını Oku