ÖYKÜ 

AY DAMLIYORDU GECEYE

“Neden?” diye sorar gibiydi gözleri. “Mecazi bir intihardı belki de” dedi adam. Soruyu gözlerinden çekip almanın cesaretiyle devam etti anlatmaya: “Beklediğim düşlerin imkânsızlığı ya da insanlıktan umudumu kesişti. Sadece bedenlerin ölmediğini kanıtlamak adına bir eylem de olabilir, bilemiyorum… Zaten hangimiz tamız ki?” “Herkesin ölüşü farklıdır.” dedi kadın. “Ben de öldüm bir kez, benim de vazgeçmişliklerim oldu elbet. Seni yargılamak değil amacım. Ama insan üzülüyor işte.” Düzlemesine bir hayat yaşamanın sorgusu bitmişti. Sustular ve en çok da o ana yakışmıştı susmak. Ama ikisi de biliyordu. Kitaplar dolusu mutluluk vardı ellerinde. Geçmişe…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KAYBOLAN ZAMAN – 3

Tabii ki de bağırıştan sonra bir ses gelmemişti. Bir tanrı, bir kudretli varlık olsa sanki onunla konuşacaktı. Kumlara uzandı, gözlerinden akan yaşların derisindeki ahenkli sermest eden akıntısını hissetti. Çocukken her ağladığında bir tokat yerdi; “Ağlayacaksan bir sebebin olsun, erkek adam her şeye ağlamaz.” diyordu babası. “Erkek adam neye ağlardı, baba, çaresizliğe mi ağlar?” diye düşündü. Yine fazla düşünmüştü kafasını sertçe salladı ve yerden kalktı, kendini silkeledi. Qadar’ı alıp hamallığa şehre gitmesi gerekiyordu, yoksa yediği iki lokma ekmek de onunla olmayacaktı. Qadar’ın ağzına kayışını taktı, yola koyuldu; yirmi – yirmi beş…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

DOKUZ BUDAK

Ülkenin her yanı bir gecede istila edilmişti. Kimse ne olduğu anlayamadan sokakları doldurmuştu tuhaf kalabalıklar. Toprak rengi örtülerin vücutlarının tamamını kapladığı insanlar, her yerden çıkıvermişti. İşte böyle bir sabaha uyanmıştım. Saatin alarmı 08.00’de çaldığında sıradan bir işe gitmek için acı çekme anıydı benim için. Alarmı yarı açık gözlerimle kapatıp yatakta hayatın anlamını düşündüm otuz saniye kadar. Artık bu anlamın karşılığının para olduğuna ikna olmaya başladığım için isteksizce kalktım yataktan. Bir de patronla uğraşmayalım sabah sabah diye homurdanarak geçtim banyoya. Güne ön hazırlık sürecimi tamamlayıp giyinmek için odama döndüğümde sokaktan uğultu…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KAYBOLAN ZAMAN – 2

Adımını atar atmaz bir bitkinlik çöktü üzerine ve yere yığıldı. Uyandığında kimse yoktu, mezarlık geçmişi yine aynı yerdeydi. Çadırında ne olduğunu anlamaya çalışıyordu; anılar buydu, anne, baba, kardeş yoktu, kasabası yok, huzuru yok, tek varlığı annesinin “Hayatta kal.” sözüydü. Yapamıyordu. Annesini toprağın altına, kimine göre cennet-cehenneme, kimine göre bir hiçliğe verdiğinden beri annesinin sözünden dolayı kıymıyordu kendine. Aslında kıyamadığı kendisi değil, annesiydi. O güzel ses, şefkatli eller ve son sözüne kıyamazdı. Belki hiçbir şeyi yoktu ama annesinin sözü vardı: “Hayatta kal, kuzum.” Her şeyi bu olan bir adam ne kadar…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KAYBOLAN ZAMAN

Çöl sessiz ve acımasızdı. Kumların rüzgârla dans ettiği, sıcaklığın insanı içine çekip kavurduğu bu sonsuz boşlukta, El-Yusuf yalnız başına yaşıyordu. Bir zamanlar kasabasının ortasında neşeli, yüzü gülümseyen bir adamdı. Ama şimdi, yıllardır kaybolmuş olan o gülümseme, yerini derin bir hüzne bırakmıştı. Çölün ortasında, kumların içine gömülmüş bir hayatın içindeydi. Onun için her gün, kaybettiği geçmişine dair bir hatıra gibiydi. El-Yusuf’un kasabası, yıllar önce kuraklık ve kıtlıkla sarsıldığında terk edilmişti. Su kaynakları tükenmiş, tarım ve hayvancılık bitmişti. Kasaba halkı birer birer göç etti. El-Yusuf, ailesiyle birlikte son kalanlardan biriydi. Ne zaman…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

ŞANS TEYZE’NİN TASLARI

Şans Teyze hamam tası sunardı insana. İsterdi ki hamamda bir tas su dökünsün insan, yuğsun yüreğini, arınsın hoyrat zamanın deminden. Bir sevda yaşama çevrilsin diye, bir sevda dökülsün diye başından insanın, taslarında taşırdı sevdayı. İşlemesi gümüşten, dökmesi kromdan taslarını da tertemiz bir bez torbada taşırdı. Sunardı tasları, isterdi ki kendi sunduğu taslardan dökünsün insanlar lavanta kokulu, defne kokulu suyu; isterdi ki kendi sunduğu taslardan sedefli gelin teli gibi dökülsün su. İnsan seçerdi Şans Teyze, öyle herkese değil, yüreğinin ısındığına, düşüncesinin el verdiğine sunardı taslarını. Okuyanına, yazanına, çalışanına, söz kuşanıp saz…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

TOLADİR

Bir mucizeye tanıklık etmek! Hem de yerin bilmem kaç metre altında bir metronun içerisinde. Daha önce mucize deneyimim olmamıştı. Anlatım heyecanımı mazur görün. Akşamüzeri iş çıkış saati ve yağmurlu bir İstanbul. Kalabalığı ve yarattığı girdabı tahmin edebilirsiniz. Ben de kapıldım çekim gücüne. Aslında işsiz olduğum için, o vakitte metroda olmamı gerektirecek bir neden yoktu. Kadıköy’de aylak aylak dolanmıştım bir süre. Birkaç çay, Moda Caddesi’nde renkli bir yürüyüş, sahaf tezgâhlarına hızlı bir göz atış ve eve dönüş. Sıradan bir işsizlik günü… Ancak, bugün Kadıköy mesaime geç gelince, dönüşüm de fark edemeden…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KARIŞIĞIN VE SAFIN ORANTISIZ BULUŞMASI

Bir Şule Teyze’miz var, öz teyze kadar severim, hep kendisine gitmemi ister, davet eder, bir türlü gelemem, geldim nihayet. Mutfakta kahveyi yaparken Şule Teyze, balkonda sigara içeyim dedim, “Bu yıl benim yeşil bağım kurudu” türküsünü söylüyor çevredeki evlerden bir erkek sesi. Neşeli bir tonla söylüyor hem de. Bakındım, sesin geldiği yöne, hani şu ses var görüntü yok durumlarını bilirsiniz, işte öyle bir durumdayım. Eğiliyorum, ha düştüm ha düşeceğim balkondan, havaya kaldırıyorum başımı boynumu ağrıtırcasına, ses çok yeri kaplıyor, geldiği yönü bulmak ne mümkün. Biraz sonra susturur komşulardan biri diye bekledim,…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

ANNEMİN EŞARBI

Bana öyle gelirdi ki annemin eşarplarında bir sihir vardır. Kimi eşarplar annemi ağlatır kimi eşarplar annemi sakinleştirir. İskender’in evinde, sofanın sağ tarafındaki soğuk odada, annemle babamın karyolasının altında, selelerde dururdu çamaşırlarımız. Annemin eşarpları karyolanın ağır döşeğinin altında… Bahçedeki iplerde kuruttuğu çamaşırları topladığı günlerde, karyolanın yanına oturur, çamaşırları katlar, selelere koyardı annem. O anlarda mutlaka “Bir gardırobumuz olaydı,” derdi, “temiz temiz katlar koyardık çamaşırı.” Benim hiç görmediğim, ablamın hayal meyal hatırladığı bir gardıroptan söz ederdi sonra. Bazı günler, Sabiha’nın evindeyken dolabın kırıldığını anlatırdı; bazı günler Temam’ın evindeyken kırıldığını, bir daha da…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

SEVGİ

Yağmur dinmiş, ıslak caddedeki sular çekilmişti. Öylesine ki bulutların arasından sıyrılan güneşin etkisiyle caddeden buhar yükselmeye başlamıştı. Kavşağa yakın küçük kafede bir süredir laflayarak zaman geçiren çift, karşı kaldırıma geçip kavşaktaki parka girdi. Henüz insanlar kendini dışarı atmadığı için park sessiz sakin sayılırdı. Nemli dallardaki şakacı kuşlar tüylerini kabartarak kurulanmaya çalışıyorlardı. Bir ay kadar önce görüşmeye başlamışlardı. Uzaktan bakıldığında fiziksel olarak son derece uyumlu görünen çift duygusal bir uyum yakalama gayretindeydi. Fırsat buldukça yaşama ilişkin sorularla birbirlerini tartıyor, tanımaya çalışıyorlardı. Birden erkeğin gözlerinin içine bakarak “Sevgi nedir?” dedi genç ve…

Devamını Oku