YAŞAM 

SİYAH-BEYAZ HAYATLAR

Aldım dolaptan içi fotoğraf dolu kutuyu, koydum masaya. Kapağını açınca kutunun, onlarca siyah-beyaz fotoğraf saçılıverdi etrafa. Belli ki onlar da bunalmışlar karanlıkta kalmaktan. Her biri bir köşeye kaçıverdi. Siyah-beyaz anılar… Siyah-beyaz hayatlar… Siyah-beyaz kadınlar, erkekler ve çocuklar… Kimi gülümsüyor. Kimi hüzünlü. Kimi neşeli. Kimi kederli bakıyor. Kimi deniz kenarında. Kimi bir masada yalnız. Yan yana yürüyoruz şu fotoğrafta annem, teyzem, babam ve ablam, Ankara’da bir sokakta. Babam elimden tutmuş. Bir yaz günü sanırım. Şu fotoğrafta da babam motosikletinin üstünde çok mutlu. Annem mutfakta gülümsüyor kameraya bakarak. Başında beyaz tülbendi, nenem…

Devamını Oku
YAŞAM 

İNSAN VE DENİZ

“Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;/ deniz aynandır senin, kendini seyredersin.” – Charles Baudelaire Dün gece Paris’in bohem semtlerinden Quartier Latin’de bir meyhanede, Charles’la şaraplarımızı yudumlarken uzun ve hayli derin bir söyleşi yaptık. Tabii ki şiir konuştuk daha çok. Charles Baudelaire, Fransız şiirinin ustalarındandır. Ve çok yakın arkadaşımdır. Çocukluğumuz birlikte geçti. Paris’in arka sokaklarında az serserilik yapmadık. Ama mutsuz bir çocuktu. Disiplinsizlik nedeniyle okuldan atıldı. Zorla hukuk okutulmak istendi; ama o bohem hayatı seçti. İyi ki de öyle yapmış. Okumaktan mutlu olduğum şiirler yazdı. Gece yarısıydı, Charles şarabından bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

ZİYA VE BEN

Bir gün Ziya’yla Seyhan Nehri’nin kıyısındaki konağında oturmuş, rakımlarımızı yudumluyorduk. Ziya’yla, yani Ziya Paşa’yla Adana’ya vali olarak geldiğinde tanışmıştım. Aydın ve sanatçı kişiliği ilgimi çekmişti. O da aydınları severmiş, iyi dost olduk. Derin bir sohbete dalmıştık o gece. “Ne olacak bu Osmanlı’nın hali?” deyip kafa yormuştuk. Tabii daha çok şiirden söz ettik. 1870’te Cenevre’deyken yazdığı ‘Terkib-i Bend’i bizzat kendisinden dinlemek benim için büyük bir mutluluktu. Ziya, o sıralar Büyüksaat’in temelini attırmıştı. Biliyorsunuz, Büyüksaat, 32 metre yüksekliğiyle Türkiye’nin en yüksek saat kulesidir. “Neden bu kadar yüksek kule yaptırıyorsun?” diye sormuştum sabah…

Devamını Oku
YAŞAM 

HANİ BİR MAHALLE VARDI…

Akşam, yavaşça inerken mahallenin üzerine açılıp kapanan kapıların seslerini duymaya başlardım bir bir. Yorgun argın evlerine dönen babalara açılan kapılar ve kapanan kapılar… Ve sonra evlerde neşeli bir koşuşturma başlardı. Akşam yemeği telaşı… Pencereler ardı ardına aydınlanırdı. Ve pencerelerden şarkılar, türküler yayılırdı mahalleye. Şarkılar, türküler mahalleyi şöyle bir dolaşır, sonra gecenin karanlığında yitip giderdi. Bendeki bu türkü tutkusu o günlerden hatıradır. Cabbar Abi, rakısını yudumlarken pikaba koyduğu 33’lük plaktan Münir Nurettin’i dinlerdi her akşam. En sevdiği şarkıydı ‘Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın’… O, insanın yüreğini dağlayan içli sesiyle eşlik ederdi…

Devamını Oku
YAŞAM 

“ÇEK Bİ’ ACILI ‘ADANA’, YANINDA ŞALGAM DA OLSUN!..”

Dışarı çıkınca iki toplum polisiyle burun buruna geliyorum. Sağımda duran uzun boylu, kilolu, esmer ve kara bakışlı… Solumdaki ise zayıf, sarışın ve daha insanca bakıyor. Kara polis, “Hakkında ihbar var, bizimle geleceksin” diyor. İçimde soğuk bir rüzgâr esiyor. Akşam eve giderken içimdeki Adanalı aklımı çeliyor, “Şöyle güzel bir kebap yesene” diyor. Kırmıyorum onu. Ara sıra gittiğim kebapçıdan içeri giriyorum: “Acılı bi’ ‘Adana’, yanında şalgam da olsun!” Yarın başlayacak sınavları düşünerek kebabı bitirip hesabi ödüyor, dışarı çıkıyorum. “Hakkında ihbar var, bizimle geleceksin” diyor kara polis. Sesi de kara çıkıyor. Didik didik…

Devamını Oku
YAŞAM 

YILLAR SONRA, HÜZÜNLE…

Paris’in eski mahallelerinde dolaşmak çok hoşuma gider. Eskiliğiyle, yaşanmışlığıyla ve kendine özgü sokaklarıyla beni kendine çeker. Her sokak farklı sürprizlerle karşılar sizi. Sıkça gider, o sokaklarda avarece dolaşırım. Yine bir gün dolaşırken daracık bir sokakta güzel bir evin penceresi ilgimi çekti. Şaşkınlıkla uzun uzun inceledim. Sanki Adana’daki doğduğum evin penceresini getirip buraya monte etmişlerdi. İçimde bir şeyler titredi. O an kararımı verdim. İki gün sonra ülkeme doğru uçuyordum. Adana’ya iner inmez çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği mahalleye koştum. Yıllar önce terk ettiğimiz ev yıkılmak üzereydi. Karşısına geçip kâh hüzünlenerek kâh…

Devamını Oku
YAŞAM 

GEÇMİŞE DÖNMEK

Paris’e indiğimde akşam olmak üzereydi. Şehir yavaş yavaş ışıklarını yakmaya başlamıştı. Bir taksiye atladığım gibi Montorgueil Sokağı’ndaki eve gittim. Beş katlı, Eyfel’i tam karşıdan gören eskice bir evin çatı katında kalıyordum. Bu sokağı çok severim. Adana’da çocukluğumu geçirdiğim mahalleyi hatırlatır bana. Kasabı, manavı ve bakkalıyla tipik bir mahalle özelliklerini taşır. Geceleri fıkır fıkırdır. Ama pazar günleri öğleden sonra oldukça sakindir. Ev beni özlemle karşıladı. Masanın üzerinde iki kadeh ve yarım şişe şarap öylece duruyordu. Pencereyi açtım, şehrin gürültüsü odayı dolduruverdi. Eyfel tam karşımda, ışıl ışıldı. Bu şehir beni tuhaf şekilde…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

GORKİ’Yİ ÖZLEMEK

Saint Petersburg Sokağı’nda 24 no’lu binanın çatı katındaki evimin kitaplarla dolu küçük odasının penceresi önünde, elimde votka kadehi Kremlin Sarayı’nın altın kaplamalı ve ışıl ışıl parlayan kubbelerini dalgınca izlerken sevgili dostum Gorki’yle tanışmamız aklıma geldi. Sahi, nerelerdeydi? İtalya’da Capri Adası’ndaki villasında dinlendiğini, sonra Moskova’ya döndüğünü duymuştum. Lenin’in yakın arkadaşıydı ve Bolşevikler için yaptığı çalışmalar nedeniyle ‘Kızıl Yıldız Nişanı’ verilmişti. Ceple son konuşmamızda ‘Ana’ romanını bitirmek üzere olduğunu söylemişti. Onu çok özlediğimi fark ettim. Oldukça soğuk ve karlı bir Moskova akşamıydı. Soğuktan büzüşmüş ve başım eğik, Kızıl Meydan’ı geçerek eve gidiyordum.…

Devamını Oku
YAŞAM 

PARİS’TE GÜNLERDEN BİR GÜN

Bir sonbahar akşamıydı. Serinceydi hava. Dinoların çatı katındaki evlerinin terasında oturuyorduk. Güzin Dino mükemmel bir sofra hazırlamıştı. Adana usulü tava yapmıştı. Üstelik analı-kızlı da vardı. Gelirken Adana’dan ince bulgur da getirdiğini söyledi salata yaparken. İnanmayacaksınız ama tahini nerden bulmuşsa artık, humus bile yapmıştı. Önce, üzerine yağ yakılmış mahlûta çorbalarımızı içmiştik. Fikret Muallâ erkenden gelmişti. Zaten orada yaşıyordu. O sıralar bir sergiye hazırlanıyordu. Nâzım Hikmet Moskova’dan, ben de Adana’dan yeni gelmiştik. Gelirken şalgam da getirmiştim. Bol deneli ve acılıydı. Abidin Dino, Adana’da sürgündeyken şalgama alışmış ve çok sevmişti. Nâzım pek sevmedi.…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

“ABİME CENNETTEN BİR-İKİ PARSEL!..”

“Satranç oynayacak zekâya sahip olanlara, cennetten arsa satamazsınız.” – Ernesto Che Guevara Sabah atölyemde gazetemi okuyordum. İçeriye bolca bir pantolon giymiş, başında yeşil takke, elindeki tespihi sallayarak sakallı biri girdi. Onunla birlikte ağır bir hacıyağı esansı kokusu da girdi. “Selamünaleyküm” dedi sündürerek. “Günaydın” diye mırıldandım. Yüzü ekşiyiverdi. Belli ki günün aydınlığı pek hoşuna gitmemişti. Ayağa kalktım, “Buyurun” dedim. Tam karşımda durmuş, dudakları kıpır kıpır bir şeyler mırıldanıyordu. Dua mı ediyordu, yoksa bana küfür mü ediyordu, anlayamadım. Mırıldanması bitince başını önce sağa, sonra sola çevirdi, avuçlarını yüzüne sürdü. “Hayırlı işler, hacıağa!”…

Devamını Oku