YAŞAM 

VİŞNE REÇELİ

– Yine bir zamanlar Paris’te… Ne zaman Paris’e gitsem sabahları muhakkak bir zamanlar Sartre’ın, Picasso’nun, Camus’un sık sık uğradığı Saint Germain Bulvarı’ndaki adını çiçek tanrıçası Flore’dan alan Cafe de Flore’a uğrar, cam kenarındaki, kırmızı örtülü her zamanki masama oturur kapuçinimi yudumlarken ‘Le Monde’ gazetesini okurum. Ara sıra dışarıyı izlerim. Madamlar geçer. Mösyöler geçer. Matmazeller geçer. Neşeyle okul çocukları geçer. Paris önümden geçip gider. Yine bir sabah uğramıştım. Yağmurlu bir gündü. İçerisi yağmurdan kaçanlarla doluydu. Yves Montand’ın şarkısı uğultudan duyulmuyordu. Gazeteye biraz ara vermiş, etrafa göz gezdiriyordum. Kapı açıldı, kırmızı şemsiyesiyle…

Devamını Oku
YAŞAM 

BABAM HİKMET SİHAY

Ben konuşmaya “Baba” diyerek başladım. Kolayıma gelmişti “Baba” demek. İki adet “-ba” hecesini yan yana getirince “baba” sözcüğü çıkmıştı. Ben mi uydurmuştum, bir yerden mi duymuştum, yoksa içdürtüsel miydi, bilemiyorum. Bütün sözcüklerin böyle olduğunu sanıyordum. Ama yanılmışım. Sonra iki adet “-de” ile “dede”yi ve iki adet “-ne” ile “nene” sözcüğünü buldum. Dedelerim yoktu ama nenem çok sevinmişti. Adanaca bir sevgi gösterisinde bulundu. Ama burada yazamayacağım. Bir gün iki “-ma” hecesini yan yana getirip “mama” sözcüğünü keşfettim. Karnımı doyurmada çok işime yaradı. Çok acıktığım bir gün ilk cümlemi kurdum. “Baba, mama!”…

Devamını Oku
YAŞAM 

GEÇEN PAZAR GÜNÜ PARİS’TE

Gri bulutlarla kaplı gökyüzü… Güneş ara sıra yüzünü gösterip kayboluyor. Biraz önce çisil çisil bir yağmur başladı Paris’te. Sakin bir gün… Islak ve sessiz sokaklarda yürümek mutlu ediyor beni. Yanımdan iki bisikletli geçiyor. Karşımdan gelen kırmızı şemsiyeli kadın gülümsüyor bana. Gülümseyerek ben de selamlıyorum onu. Bir çocuk karşı kaldırımda köpeğiyle koşarak geçiyor. Ve birden hareket bitiyor. Sakinlik. Her zaman gazetemi aldığım köşedeki kulübeye uğruyorum. Mösyö Jean, Le Monde’umu uzatıyor beni görünce, gülümseyerek. O hep gülümser. Ama bugün daha mutlu gülümsüyor. Kızı Juliette üniversiteyi bitirmiş. Kutluyorum. Ortasında küçük bir havuzun olduğu…

Devamını Oku
YAŞAM 

DÜNYA YILDIZI OLACAKTIM

Sağ–sol olayları durmak bilmiyordu. Her gün kavganın içinde buluyordum kendimi. Ara sıra dayak da yiyordum. Bizimkiler “Böyle olmayacak, seni dışarıya gönderelim, orada oku” dediler. Liverpool’da bir okul buldular. Yağmurlu bir gün “şemsiyeli adamlar” ülkesine ayak bastım. Hava hep kapalı ve hep yağmurluydu. Hatta bir gün birisine “Burada güneş var mı?” diye sormuştum da bir tuhaf bakmıştı yüzüme. Her neyse… Okula yakın bir sokakta bir pub keşfetmiştim. Sık sık oraya takılıyordum. Pencere kenarındaki masaya oturuyor, biramı yudumlarken kitap okuyordum. Bir akşam içeriye benim yaşlarda, saçları omuzlarında, sırtlarında gitarlarıyla üç kişi girdi.…

Devamını Oku
YAŞAM 

25 RUBLE

Moskova’ya 1919’da Vladimir Gardin tarafından kurulan ve dünyanın ilk sinema okulu olarak kabul edilen Sovyetler Birliği Devlet Sinematografi Enstitüsünde sinema okumaya gitmiştim. Kararım tepkiyle karşılanmıştı. Gidip de komünist mi olacaksın demişlerdi. Gidip adam oldum. Okulu ve arkadaşlarımı çok sevmiştim. O sıralar Nâzım da Moskova’daydı. O’nu görmeyi çok istiyordum. Ama mümkün görünmüyordu. Bir gün Nâzım’ın okula gelip söyleşi yapacağını öğrenince sevinçten havalara uçtum. Moskova’da tanışıp âşık olduğu Vera Tulyakova ile birlikte geldi. Genç kadının evli ve bir kızı olduğunu bir yıl sonra öğrenecekti Nâzım. Uzun bir söyleşi oldu. Edebiyattan, sinemadan ama…

Devamını Oku
YAŞAM 

BEKLE KALBİM, ŞİMDİ SIRASI DEĞİL

1972’nin Eylül’üydü. Bir cumartesi öğleden sonrasıydı. Paris o gün yağmurluydu. Paris’e her gittiğimde yaptığım gibi yine Saint-Germain Bulvarı’ndaki Cafe de Flore’a uğramıştım. Ve onu gördüm. Romy’yi Sanırım bir mucize olmuştu. Filmlerini onlarca kez izlediğim, gazetelerden dergilerden kestiğim fotoğraflarını özenle sakladığım Romy Schneider karşımdaydı. Kalbim duracak gibi olmuştu. “Bekle kalbim, şimdi sırası değil” dedim. Cam kenarında bir masaya oturmuş, dirseklerini masaya dayamış, şarap kadehi avuçlarının arasında dalgınca, gelip geçenleri izliyordu. Hüzünlüydü sanki. Ara sıra bir yudum alıyordu şarabından. Masada yarısı içilmiş şarap şişesi duruyordu. Siyah boğazlı bir kazak giymişti, eteği griydi.…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR HELKE KAYNAR SU

Sanki başımdan aşağı bir helke kaynar su dökülmüş gibi hissettim kendimi fotoğrafı görünce. Mona Lisa ve Vincent van Gogh bir fotoğrafta birlikteydiler. Üstelik ona geçen doğum gününde Şanzelize’de lüks bir mağazadan aldığım yeşil elbiseyi giymişti. “Kaynar su mu, yoksa fotoğraf mı daha çok yaktı seni?” diye soracak olursanız eğer, fotoğraf çok fena yaktı yüreğimi. Yüreğimle birlikte ciğerlerim de yandı. Feleğim şaştı. Meğer bu fotoğraf sosyal medyada dolaşıp duruyormuş da ben görmemişim. Aslında Vincent van Gogh’un yakın arkadaşı Paul Gaugin bana bu durumdan söz etmişti de ihtimal vermemiştim. Ressam kıskançlığı demiştim.…

Devamını Oku
TOPLUM 

YÖNETİCİLERİMİZ “HOŞŞİK” OLURSA

Vefasız bir toplum olup çıktık. Hele biz Adanalılar… Bu kentin onca sanatçısı dururken koca koca bulvarlara, caddelere “Alparslan Türkeş”, “Turgut Özal”, “Süleyman Demirel”, “Necmettin Erbakan”, “Kenan Evren” (hele bu adam) ve “Adnan Menderes” gibi siyasilerin adlarını verdik. Hâlâ bir caddede, bir sokakta tanımadığım, Adana’yla hiç ilgisi olmayan birinin adı çıkıyor karşıma. Bu kente ne gibi katkıda bulunduğunu hâlâ anlayamadığım Hasan Şaş’ın adı bir bulvara verildi. Fatih Terim’in adı bir okula, bir spor tesisine verildiği gibi şimdi de yıkılan 5 Ocak Stadyumu’nun adına kuyruk gibi takılmıştı nedense. Seyhan Nehri’nin üzerindeki önce…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘HERKESE SELAM, SANA HASRET’

Mandallar ahşaptan yapılırdı eskiden. Şimdi rengârenk plastikten yapılıyor. Annem mandala “maşa” derdi. Hoşuma giderdi bu sözcük. Renkli ve müzikal. Sabah Kayalıbağ’da bir sokaktan geçerken bir ipe asker gibi sıralanıp kurumaya bırakılmış çamaşırların üstündeki bir sarı maşa beni geçmişe götürdü. “Mascha” geldi aklıma. Aslında hep aklımdaydı. Moskova’daydım. Mascha’yla beni Nâzım tanıştırdı. Nâzım Hikmet… 1919’da kurulan dünyanın ilk sinema okulu Rus Devlet Sinematografi Enstitüsü’nde üçüncü sınıf öğrencisiydim. Aklıma estikçe Nâzım’ın mezarına gider, bir karanfil bırakırdım. Yine böyle bir gün gidip karanfilimi bırakmış, karşısında saygıyla durup içimden bir şiirini mırıldanıyordum, kavuniçi rengindeki saçını…

Devamını Oku
YAŞAM 

ŞU BİZİM MAHALLE

Göğü yararcasına yükselen modern apartmanların, şık mağazaların, ışıltılı marketlerin önünden, gösterişli arabaların arasından geçip nihayet mahallene ulaşıyorsun. Kendi topraklarındasın artık. Tedirginliğin geçti. Yürümen de mi değişti, ne? Artık her şey tanıdık burada. Mesela şu köşede saygıyla eğilmiş gibi duran ağaç. Ve onun yanındaki. Ve onların karşısındaki. Ve kediler… Her sabah doyurduğun, su verdiğin kediler. Gölgelerde uyuklamaktalar. Ve mahallenin tek özgür köpeği. Başını okşuyorsun, kuyruğu hareketleniyor mutluluktan. Yıllardır marketlere karşı kahramanca direnen bakkal amcaya bir selam çakıyorsun. Hemen yan tarafta dükkânının önüne sandalye atmış, gazetesini okumakta olan su tesisatçısı başını kaldırıp…

Devamını Oku