YAŞAM 

ÖTEGEÇE

Bu mahalleye ilk kez gelmenin mahcubiyeti ve biraz da tedirginliğiyle, pencerelerinden soba borularının çıktığı oldukça yıpranmış, sağlı sollu evlerin sıralandığı bir sokağa giriyorum.

Önünde plastik toplar asılı ve ahşap bir ekmek dolabının olduğu –içinde pide ekmeği vardı– bir bakkalın önünden geçiyorum. Üç çocuk kapının önünde neşeyle Zaman gazozu içiyor.

Bir kasabın, bir manavın önünden yürüyorum.

Tek koltuklu Berber Recai’nin ve Kuaför Yeliz’in küçücük dükkânlarının önünden geçiyorum.

Daha önceleri beyaz olduğunu düşündüğüm bir kedi önümden fırlayıp karşı evin bahçesinde kayboluyor.

Evlerin arasındaki küçük bahçelerden kentte duymayı özlediğim kuş sesleri geliyor.

Yürüyorum.

Önünde tavla oynayanların olduğu bir kahvehanenin önünden geçiyorum – durup bir çay içse miydim?

Yan sokaktan üstünde eski giysilerin yığılı olduğu bir tablacı çıkıyor.

Belli ki yorgun düşmüş.

Duruyor, soluklanıyor.

İki evin arasında küçük bir limon ağacı görüyorum – üstünde üç limon.

Ve bir ev…

Önünde çamaşırların asılı olduğu…

Öylesine atılıvermiş…

(Deja vu!)

Sanki ben buralardan geçmiş gibiyim.

Çocukluğumun geçtiği mahallem gibi…

Biraz sonra komşumuzun oğulları Mustafa, Selahattin, Necati bir köşeden karşıma çıkıverecek gibi…

Haydi, gel gulle (misket) oynayalım” diyecekler gibi…

Özlemin o eski tadı da yok artık.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar