YAŞAM 

YAĞMURLU BİR HAZİRAN GÜNÜ MONA’YI SEVGİYLE ANARKEN

Biraz önce uçağın tekerleri piste değdi. Yorucu bir yolculuk oldu. Adana’dan İstanbul’a doğru havalanmıştık. Ankara’ya yaklaşınca kokpite gidip kaptan pilota “Ankara’ya uğrayıp Sakarya Çarşısı’nda birer Arjantin bira içsek hep beraber, nasıl olur?” dedim. Hoşuna gitti. Aslında Ankara’yı özlemiştim. Yolcular da olur deyince indik. O nedenle yorucu bir yolculuk oldu. Olsun, Ankara’nın havasını özlemle içime çektim. Paris, haziran ayının ortasında hâlâ soğuk ve yağmurlu. Ama ben Paris’in yağmurunu da çok seviyorum. Ve Seine Nehri’nin kenarında bir ağacın altına oturup nehrin mırıltısını dinleyerek Mona’yla şarap içmesini de seviyorum. Soğuk, ama biraz sonra…

Devamını Oku
YAŞAM 

VELESPİTÇİ YILMAZ

“Velespit” derdi ninem bisiklete. Zaten o dönemin insanları hep böyle derdi. Üçtekerlisinden başlayarak çeşitli boyda ve renkte birçok velespitim oldu. Ama sözcüğün Latinceden Fransızcaya geçtiğini ve Adana’nın Fransız işgalinden sonra burada da kullanılmaya başlandığını çok sonra öğrendim. Fotoğrafta gördüğünüz bu dükkân Sucuzade Mahallesi’nde iki sokağın kesiştiği yerde çıktı karşıma. Trafiğin böylesine çılgınca olmadığı ve bisikletin çokça kullanıldığı o güzelim eski günlerde buna benzer dükkânlar mahalle aralarında sıkça karşımıza çıkardı. Hoş bir duyguyla sarmalandım. Velespitlerimize atlayıp bağ yollarında neşeli naralar atarak çılgınca pedal bastığımız günler önümden geçip gitti. O iki tekerin…

Devamını Oku
YAŞAM 

ÇIRAK OLMAK

Bir odası üstte, bir odası da aşağıdaydı doğduğum evin. Yani iki odalı ve toprak damlıydı. Aşağıdaki oda misafirler için hep kapalı tutulurdu. Giremezdik. Meğer biz “dubleks” bir evde oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş. Büyüyünce öğrendim. Yaz geceleri de dama çıktığımızda “tripleks” oluyormuş meğer. Bir yaz sabahı yukardaki küçücük sofayla aşağıdaki küçücük avluyu birleştiren ve bastıkça gıcırdayan tahta merdivenin bir basamağına oturmuş, kollarımı tırabzana dayamış, kapı ağzında annemin babamı yolcu edişini izliyordum. “Baba, ben de gelim mi atölyeye?” dedim. Dediğime ben de şaştım. Şaşırdı önce, sonra gülümsedi. “Hadi, gel bakim” dedi. Atölyeyle…

Devamını Oku
YAŞAM 

MIRIL MIRIL

Akşam eve dönüşte kapının önünde karşıladı beni. Durgun görünüyordu. Her zaman beni mutlu eden o neşeli hali de yoktu. Sabah ayrılırken farkında olmadan kırıcı bir söz mü söylemiş ya da davranışta mı bulunmuştum acaba? Sesime biraz neşe katarak “Tatlım, günün nasıl geçti?” dedim. Ve yanağını okşamak üzere elimi uzattım. Hiçbir tepki vermeden arkasını dönüp gitti. Elim birkaç saniye havada asılı kaldı. Bütün gün evde yalnızdı, can sıkıntısından böyle davrandığını düşündüm. Kendi haline bıraktım. Uzunca bir süre yanıma gelmedi. Kitap okumaya dalmıştım. Bir kıpırtı duydum. Başımı kaldırınca göz göze geldik. Gözlerindeki…

Devamını Oku
TOPLUM 

5 OCAK’IN YÜZÜNCÜ YILI

5 Ocak 1922’de Fransızlar “anarya” yapıp Adana’yı terk ettikleri gün, halkın geceler boyu gizlice yaptığı büyük bayrak, Adana’nın iki değerli simgesi dört yüz yıllık Ulucami ile yüz kırk yıllık Büyüksaat arasına sevinç çığlıkları arasında çekildi. Ve o günden sonra ve bugün de olduğu gibi her 5 Ocak’ta o güzel günün bir anısı olarak çekilir. Çocuktum, babam elimden tutup götürürdü. Büyüksaat’in gölgesinde tören yapılırdı. Bando marşlar çalar, konuşmalar yapılır, şiirler okunurdu. Bir bayram havasında coşkuyla kutlanırdı. Bunaltıcı bir temmuz sabahı, 1920… Tarihe ‘Kaç-Kaç’ olarak geçen olay başladığında babam beş yaşındaymış. Henüz…

Devamını Oku
YAŞAM 

TEPEBAĞ’IN HÜZÜNLÜ EVLERİ

Uzaktan sesler geliyor. Eve doğru yürüyorum. Yaklaşınca çocuk sesleri olduğunu anlıyorum. Gelip bu güzel evin tam karşısında duruyorum. Neşeli çığlıklar atan çocuklar avlunun köşesindeki dut ağacının etrafında koşturup duruyorlar. Diğer köşede evin büyük gelini elindeki güğüme tulumbadan su çekiyor. Büyükbaba, birinci kattaki odasında, elinde tespihi, pencerenin önündeki sedire oturmuş, küçük gelinin yaptığı kahveyi yudumlarken torunlarını izliyor. Yüzünde mutlu bir gülümseme. Akşam çökmek üzere. Mutfakta bir telaş. Analıkızlı yapılıyor. Evde herkes sever. Evin büyük hanımı bunun için dinke gidip ince çekilmiş bulgur ve arastanın oradaki mahzereye uğrayıp tahin de aldı. Kendi…

Devamını Oku
YAŞAM 

SEVGİLİ KENTİMİN MUTLU EVLERİ

Evin yaydığı mutluluğu ta sokağın başındayken hissediyorum. Gelip önünde duruyorum. Tam fotoğraflarken “Sarayda yaşayanların mutluluğu bu evde yaşayanlarınkinden büyük müdür acaba?” diye sorup “Hiç sanmıyorum” diye yanıtlıyor ve deklanşöre basıyorum. Mini minnacık bir ev. Ve minnacık bir balkon. Ve balkonda bir sandalye. Biraz sonra balkon kapısı açılıyor, mutlu evin mutlu babası bir elinde çay bardağı, diğerinde gazetesi gelip oturuyor. Mutlu anne mutfakta… Akşam için Cemal Efendi’nin çok sevdiği mahlûta çorbasını yapıyor. Cemal Efendi, çayını yudumlarken memleket havadisleri okuyor. Ve her yudumda bir ah çekerek… Ve her yudumda “Ne olacak bu…

Devamını Oku
TOPLUM 

GOOD MORNING!

Sabah annem sade kahvesini içiyordu. Neşeyle “Günaydın, anneciğim!” dedim. “Good morning, my son!”  dedi akıcı bir İngilizceyle. Şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi, ağzım da bir karış açıldı. “Anne, bu sen misin?” dedim Terliğine bakınca annem olduğunu anladım. Bir dolar uzattı. “Bakkaldan iki bread alıver” dedi Galiba rüya görüyordum. “Nasıl olsa biraz sonra uyanırım” dedim. Doları alıp bakkala gittim. “Uncle bakkal, iki bread” dedim. Dehşetle, İngilizce konuştuğumu fark ettim. İngilizce sözcükler ağzımdan nasıl çıktı, anlayamadım. Galiba rüyam devam ediyordu. “İki bread otuz cent” dedi. Bir doları uzattım uncle bakkala, yetmiş cent…

Devamını Oku
YAŞAM 

VİŞNE SUYU

Akşam yemeğini yiyordum. Elimdeki çatalı tabağımdaki patatese tam saplayacaktım ki kapının zili acı acı çaldı. Aslında normal çaldı da nedense hep böyle tarif edilir. Kalktım, açtım. Kapının önünde biri kadın üç kişi duruyordu. Erkekler aynı mağazadan alındığını sandığım lacivert takım elbiseler giymişlerdi. Kadınsa kahverengi etek, ceket giymiş, saçlarını topuz yapmış ve siyah kemik çerçeveli gözlük takmıştı. Ve yüzünde ‘Bak, fena döverim ha!’ ifadesi vardı. Lacivert takım elbiselilerse biraz önce acı bir şey yutmuşçasına yüzlerini buruşturmuşlardı. Sesleri duyup hemen ayağımın dibine gelen meraklı kedim Farfara’yla birlikte gelenlere şaşkınca bakıyorduk. Neyse, kendimi…

Devamını Oku
YAŞAM 

ADANA’NIN BERBERLERİ

Akşamüzeri Toros Caddesi’nde baştan aşağı yürüdüm. Sağlı-sollu birbirinden şık, gösterişli ve led lambaların çiğ ışıklarının aydınlattığı tıraş dükkânlarının açıldığını gördüm. Aman, sahiplerini üzmeyelim. “Coiffeuer salonları” diyelim. Daha fiyakalı olsun diye isimleri de İngilizceydi. Böylesine aşırı süslü, insan sıcaklığından uzak yerlerden pek hoşlanmam. Beni huzursuz eder. Gösterişi hiç sevmem. Biraz bohem ve samimi olmalı. Resul Abi geldi aklıma. Bundan birkaç yıl önce biz Adanalıların “ötegeçe” dediğimiz Seyhan’ın karşı yakasında dolaşırken Resul Abi’nin berber dükkânıyla karşılaşmıştım. Şöyle: Berber Resul, henüz ‘coiffeur’leşmemiş ve hiçbir zaman ‘coiffeur’leşmeyecek bir mahalle berberi. Ötegeçe’de (Karşıyaka) mesleği yanında…

Devamını Oku