TOPLUM 

HÜMANİZMİN ÇAĞLAYAN SESİ, MİSTİZMİN PARILDAYAN GÜNEŞİ: MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

Sekiz asırdır gönülleri aşkla yıkayan, derin ilmiyle çorak zihinleri yeşerten büyük din âlimi Hz. Mevlana bu dünyadan göçeli 751 yıl oldu. O, ölüm gününü “şeb-i arus”, yani düğün gecesi olarak nitelemiştir. Ölüm; sevgiliye kavuşmak, ayrılık acısının sona ermesi, gerçek vuslata erişmektir. “Bişnev in ney çün şikâyet mî küned,/Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned.” (Şu neyin nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle./ Onun feryadı ayrılıkların hikâyesidir.) Çünkü Mevlana’ya göre insan bir neydir. Nasıl ki ney kamışlıktan koparılıp getirilmiştir, insan da gerçek vatanından dünyaya atılmıştır. Kamıştan ses çıkarabilmek için içini oymak ve ona üflemek…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

RUHUMUN GAYYA KUYUSUNDA ÜÇ KADIN: TEZER ÖZLÜ, DİDEM MADAK, AYFER TUNÇ

Eğer dünyada ruh ikizi diye bir şey varsa Tezer Özlü ve ben işte oyuz. Bu evrene tutunamamış “gamlı prenses”im benim Tezer. Canım Tezer… Tüm anlatılarını yüreğinin en derinlerinden, cesurca ve oldukça lirik bir biçimde “anlatmaya” çalışıyor. Neyi mi? Aşkı, cinselliği, kadını, eskiyi ve yenilenmeye muhtaç olan duyguları… “Bırak beni artık. Bu camdan çırılçıplak aşağıya atlayacağım. Sana karşı değil bu. Çocukluğuma karşı. Bu kente, bu eve, bu halılara, bu değişmeyen her şeye, bu ölmeyen her şeye karşı…” Tezer’i okuduğum zaman başka bir zamana ve mekâna ait hissediyorum kendimi. Uzaklaşıyorum… İçime koca…

Devamını Oku
GEZİ 

YALNIZLIĞIN BAŞKENTİ PRAG’DA; NÂZIM İLE, KAFKA İLE…

Bir kenti en iyi ne anlatır? Tarihi yapıları, geniş caddeleri, çıkmaz sokakları mı? Yazdırdıkları mı yoksa yaşattıkları mı silinmez izler bırakır? İçinden tren geçmeyen şehirler mi daha uzaktır yoksa bacasından dumanlar tüten vapurları olmayan denizsiz kentler mi? “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası” demişti ya hani Cemal Süreya, hangi ıssız ve ışıksız şehri tarif etmişti? Prag mıydı yoksa? Bugün Kafka’nın şehrinden geçtim. Çok soğuktu ve hafiften, ince bir kar yağıyordu. Karl Köprüsü’nden şehri izledim. Sivrilen kubbeli yapıların iğne iğne etime batışının lezzeti tarifsizdi. Köprü üstündeki onlarca heykelin karanlık ve…

Devamını Oku
YAŞAM 

MİNÖRDEN MAJÖRE AĞRILARI UNUTMA REHBERİ

Gece kuşu musunuz, erkenci horoz mu? Yirmi dört saatlik zamanın neresinde yaşayıp neresinde ölenlerdensiniz? Tek bir anda bile yaşayamadan yok olup gidenlerden misiniz? Sahi, siz, yaşamı derin bir uykuda geçirenlerden misiniz? Meşhur “CARPE DIEM” efsanesi uğramadı galiba sizin oralara! Son zamanların en moda deyimleri: an’ı yaşamak, an’ı yakalamak, an’da kalmak… Geçmiş ve gelecekten vazgeçip sadece tek bir an’a sıkışıp kalmak bana hayatı kaçırmakmış gibi geliyor. Evet, her an’ımızı dolu dolu yaşayalım, her an’dan zevk almasını bilelim. Peki, bugünkü “biz”i oluşturan “geçmiş”i ne yapmalı? Onu bellekten silmek, her geçmiş zaman kipini…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAŞAMAK KAMBURU

Hepimiz yaşamak denen koca bir kamburla yaşıyoruz bu çekilmez dünyada. Her geçen gün kambur büyüyor, eciş bücüş bir yaratığa dönüşüyoruz ömrümüzün sonunda. Yaşamak bize ağır geliyor. Her günümüzü ekranda ne zaman “SON” yazacak diye geçirmiyor muyuz? Hadi itiraf edin, haksız mıyım? Ama unutmuşum bizde itirafın tedavülden kalktığını. Ben demiyorum ki Ayfer Tunç diyor! “Bizde itiraf yoktur. / Bizde itiraf eden huzur bulmaz. / Biz itiraf edersek unutamayız. / Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.” Sırf bu yüzden yaşamanın ne büyük bir yük olduğunu söyleyemeyiz kendimize. Emaneti gezdirir dururuz. Zaman…

Devamını Oku
YAŞAM 

EVLER, MASALAR VE ÖYKÜLER

“Ev demek pencere demek aynı zamanda. Perdeyi çekersin ve yabancılar cehennetini göremez.” diyor Ayfer Tunç. “Cehennet…” Evimiz, mahremimiz, dünyamız, cennet ve cehennemimiz… Kendimizi tüm dünyadan sakladığımız kör kuyumuz… Nasıl ki her insan kendi evinin sahibiyse sözcüklerle kurduğumuz sihirli dünyada da kendi masal şehrimizin efendisiyiz. Seçtiğimiz sözcüklerle kendimizi yaratırız, hayatımızın tanrısı olduğumuzu düşünürüz. Kelimelerin hem incitici hem sağaltıcı gücüyle her günümüzü yeni baştan yazarız, kurgularız. Montauk, “Ben kendimi asla anlatmadım, kendimi yalnızca ele verdim.” der. Evet, sözcükler bizi ele verir. O yüzden kimi insan konuşmamayı, yazmamayı, her şeyi içine hapsetmeyi tercih…

Devamını Oku
YAŞAM 

KADERE KIRK BEŞ

Kader, alın yazısı, yazgı… İnsanoğlunun elini kolunu bağlayan, yazılmış çizilmiş ve sadece zamanı gelince oynanması gereken bir oyun… Calderon, “İnsanın en büyük suçu dünyaya gelmiş olmasıdır.” der. Haksız da sayılmaz doğrusu. Dünyaya atılan zavallı insan, yazgısının elinde bir oyuncağa dönüşür çoğu zaman ve böylece cezasını çeker. Kader deyince akla ilk gelen ünlü Yunan tragedya kahramanı Oidipus’tur. “Kaderi seninki kadar korkunç bir yaratık dünya üzerine gelmemiştir.” Babasını öldürüp annesiyle evlenen ve ondan çocuklar dünyaya getiren bahtsızların en bahtsızı, yüzüne kara çalınmış bir lanetli kraldır Oidipus. Kâhinlerin haber verdiği kaderinden ne kadar…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÜN BAŞLIYOR SEVGİLİM

Gün başlıyor sevgilim… Haydi; giyin savaş takımlarını, zırhını kuşan, gardını al. En ölümcül silahını al yanına, yalnız çıkma sakın meydanlara. Gün başlıyor sevgilim… Birazdan dört bir yanını kuşatacaklar. Kimisi zehirli nefesini üfleyecek yüzüne,  kimisi en ağrıyan yanını bile bile üstüne basacak yaralarının. Kimisi umursamazlık oklarıyla can evinden vurmaya çalışacak seni. Bazıları sevgilim, yanında yürüyormuş gibi girecek koluna, ilk virajda bırakmak üzere seni yolun ortasında. Kimisi ellerinde mis kokulu çiçeklerle gelecek huzuruna. Bakmaya doyamayacağın rengârenk demetleri serecek ayaklarının altına. Hayır, yanılıyorlar sevgilim… Sen aldanmaya hazır zavallı bir roman kahramanı değildin, sayfalar…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAFRİYATIN HARFLERİ

Dikkat, dikkat! Ruhumun derinliklerinde bir hafriyat çalışması yapılmaktadır. Lütfen, yaklaşmayınız! Bir süredir bir kazı çalışmasıdır sürüp gidiyor içimde. Sakin, sessiz, acelesiz… Doğrusu kayda değer bir şeyler var mı, bilmiyorum. Çünkü ruhumun kabuklarını soymuş, başucuma koymuştum. Sonra da kimselerin inanmayacağı bir masal uydurmuştum. Oysa katman katman bir antik kent varmış içimde, bilmiyordum. Bir mabet, bir okul, bir amfi ve bir nekropol… Kimin kalıntıları bunlar? Benim değil. Kim, ne zaman inşa etti bunları ruhumun tam ortasına? Belli değil. Şehrin kapısında henüz kimsenin çözemediği ölü bir dilden kalma bir dize yazılıydı. Bunu tanıdım;…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR SESİN PEŞİNDEN SÜRÜKLENMEK

Metin Erksan’ın ünlü filmi ‘Sevmek Zamanı’nda bir resme âşık olan adamın oldukça dramatik öyküsünü izleriz. “Resmin sen değilsin ki… Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın, izin ver. ben onu seveyim.” der kahramanımız ve ekler: “Ben seni seviyorsam bundan sana ne!” Peki, resme âşık olunur da sese olunmaz mı? Olunur elbet, neden olunmasın? Ne demişti şair? “Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum…” İşte, öyle tutulur kalırsınız. Her bir titreşimin kanadına takılıp süzülürsünüz gökyüzünde, her bir sözcüğün söylenişine, tınısına yüreğinizi bağlarsınız.…

Devamını Oku