İÇİMİZDEKİ BOŞLUK
– ADANA –
İçimiz hiç dolmayan boşluklarla kaplı. Bu da bizi tepkisiz, hissiz, yoktan müteşekkil bir varlığa dönüştürüyor. Boşluklarla bezeli ruhumuz bizi hiçliğe sürüklüyor, yok oluyoruz. Hep bir “anlamsızlık” duygusuyla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Anlam arayışı, bizi tüm anlamlardan uzaklaştırıyor, hatta kendimizden bile.
Kendine yeni bir yol bulmaya çalışmak, boşlukları kapatmak için çırpınmak, yeni bir dünya kurmaya uğraşmak çok zahmetli ve bir o kadar da gerekli. İnsanın içinde yatıştıramadığı, ne yaparsa yapsın doyuramadığı bir yan var. Bir iç sıkıntısı, bir melal… Bu dünyaya ait değilmiş, hiç de ait olamayacakmış gibi bir his… Hem tüm kökleriyle toprağa bağlanıp kalmış bir ağaç, hem zihni ve ruhuyla çok uzaklarda gezinen bir başıboş rüzgâr. Kendini akıntıya bırakmış bir kuru yaprak…
Sessiz sedasız kendi denizinde boğulurken, nereye sürükleyeceği belli olmayan suyun akışında yitip gitmek istemek, “Ben de varım bu oyunda.” demekten başka bir şey değildir.
Didem Madak ne diyordu?
“Güneşi özledim, sonra seni/ keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.”
Ya gölgeler içinde, hiç kokmadan, bulaşmadan yaşarsın ya da güneşin yakacağını bile bile, ateşten korkmayan bir pervane gibi yanmayı göze alırsın.
İnsanı insan yapan özgür iradesidir; seçtikleri, seçmedikleri, vazgeçtikleri, tutunup kaldıkları…
Kendini, elleriyle yarattığı demir parmaklıklar ardında gizlemek de, tüm gürültüsü ile akıp giden yaşama katılmak da bir seçim meselesidir yalnızca. Karanlık bir mağaraya saklanıp öylece zamanın geçip gitmesini beklemek de bir yoldur; mağaranın dışında aydınlık, cıvıl cıvıl, rengârenk bir dünyanın varlığını görüp kendine orada bir yer bulmak da. İyi ki seçimler var. Yoksa ipleri başkalarının ellerinde olan zavallı bir kukladan ne farkımız kalırdı?
İçimizde gittikçe azalacak boşluklar bırakmak dileğiyle…