EDEBİYAT 

TÜNELİN SONU

Saçları dumandan trenler vardı, çocukluğumun en güzel maceralarını yaşadığım. Köye gideceğimiz gün ailecek sabah namazı vaktinde uyanıp üzerimizi giyer, karanlıkta, ellerimizde çantalarla istasyona kadar yürürdük. O çantalardan biri de benim payıma düşer, yolculuk hevesiyle bileklerim ağrısa da sesimi çıkarmadan taşırdım. Sıraya girip biletimizi alır, telaşla perona koşardık. Tren, çığlık çığlığa sokulurdu istasyona. Büyük abim beni kollarımdan kaldırırdı, heyecanla vagonun kucağına atlardım. Babamın “kompartıman” dediği odaya yerleşirdik. Ağzımız kulaklarımızda, gözlerimiz ışıl ışıl bakardık birbirimize. Türkçe dersinde mutluluğu cümle içinde hiç kullanmasam da o an bilirdim nasıl güzel bir şey olduğunu. Annem…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

AYNA

Adını “Lale” koyarken babası nerden bilecekti, kızının “lâl” olduğunu. “Ahraz”dı o, sadece konuşmadan mütevellit insanoğlu için “başka”ydı. Çıkardığı garip sesler, tuhaf bakışlarla susturuluyor, varken yok yazılmanın dışlanmışlığını yaşıyordu. Olsa da olmayabilirdi. Edilgen fiillerin yitik failiydi o: Lale! Saçları uzun, hayallerinin ömrü kısaydı. Duyabilseydi, severdi türküleri. Görmenin şükründe, sessizliğe mülteci… Hiç evlenemedi. Hayat, tek anlamını, şahidini, kılavuzunu da almıştı elinden. Sebebini yitirmişti. Kucağında can verirken, gözyaşları içinde, yanağını okşamak için ne kadar zorlamıştı bedenini annesi. Göğsü inip kalkarken, sonunda elleriyle, “Güzel kızım, bensiz nasıl yaşayacaksın?” diyebilmişti. Çaresizce kıvranırken Lale, annesinin öldüğünü,…

Devamını Oku