EDEBİYAT TOPLUM 

BİR MEMLEKET MESELESİ OLARAK SAİT FAİK

Edebiyatımızda öykücülüğüyle çığır açmış olan Sait Faik’te bana oldukça şiirsel gelen bir söylem var. Hayata dair coşkusunu dizginlemek endişesi duymadan kaleminden damıttığı satırlarda nefes alıp veren bir giz var sanki. Yaşadığı zamanın Beyoğlu’sunu, Burgazada’sını, balıkçılarını, denizini, kahvehanelerini, meyhanelerini bütün işitilebilirliğiyle sözcüklere hapsetmeyi başarmış. Ne zaman okusam bütün uğultusunu duyuyorum adeta, suskunluğunda ise derin bir boşluğun soğukluğunu. Oysa suskunluğu hiç sevmediğini biliyoruz ‘Hişt Hişt’ten. Yalnızlığı hatırlamaktan nasıl kaçtığını, sığındığı en güvenilir limanın doğa olduğunu biliyoruz. “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.” diyen birinin insanlarla ilgili bir derdi olmasını beklemeyiz. Fakat söz…

Devamını Oku
FELSEFE TOPLUM 

AYRIK OTU

Nedir insan olmanın gereği? Düşünebilmek eylemine indirgenmiş bir tanımdan ötesi olmalı şüphesiz. “Bir olay ya da durumu zihnimizde canlandırabilmek”, fazlasıyla kısır bir tanım gibi durmuyor mu? Olaylar arası sebep-sonuç bağı kurabilmek, bir noktadan başka bir noktaya yol almak, çıkarımda bulunmak, hatalarla yüzleşebilmek, benzer hataları tekrarlamamak, duyguları kontrol edebilmek… Dahasını da sayabiliriz düşünmek becerisinin kazanımları üzerine. Ama öyle önemli bir nokta var ki bu kazanımları besleyen, o da düşünmek becerisinin felsefeyle olan sıkı bağı. Bir toplumda sorgulamayı alışkanlık haline getiren bireylerin varlığı, devletlerin felsefe eğitimine verdikleri önemle paralel bir ilerleyiş sergiler.…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BİR DİPSİZ KUYU

Dört duvara mahkûm olduğumuz son aylarda her şeyin başkalığında kaybolmaya fazlasıyla zamanımız vardı sanırım. Hayatımızın sınırları, o büyük ve karmaşık boyutundan sıyrıldı da küçücük bir eve, hatta odaya sığıverdi. (Sığdırabilenler olarak şanslıydık, şüphesiz.) İçinde bulunduğumuz denklem basit bir hal aldı. Şairin düşünmediğimizden yakındığı o ince şeyler durup düşünüldü belki, düşünülmeliydi ya da. Hayatı işine endeksli yaşamaya çalışan bizler, bu sığ, sıkıştırılmış, içi boşaltılmış “yaşamak” tanımına kendimizce kafa tuttuk. O “özgür” olduğumuz –ki bize göre dilediğimizce gezmek olan– zamanlara hasretlik duyarken birbirinin aynı olan mekânlara ve benzer zamanlara hapsolduğumuz bütün yaşanmışlıkların…

Devamını Oku