EDEBİYAT 

HİS YOLCULUĞU

Yüzündeki yaradan giriş yaptım kafatasına doğru. Elmacık kemiğinin hemen alt tarafından… Sert bir darbeyle açılmıştı yara. Yüzünü neredeyse ikiye ayıracak şekilde vurulmuş bir darbe. Sızan kan göğsüne doğru akmış ve aşağılarda kurumuş. Yaraya rağmen, yüzündeki şaşkınlık ifadesi net olarak görülüyor. Benim de çalışmalarımın sonuna geldiğimi gösteren bir tablo aynı zamanda. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir projeydi bu. Kendimi adadığım, uğruna neredeyse –bunun dışındaki– tüm hayatımı dışladığım bir çaba. İnsanı tanımak için bundan daha iyisi yapılmadı bugüne kadar. Beden içi his yolculuğu üzerine tam 20 yıl çalıştım. 10 yıl da nöro-psikiyatri…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ GÜNLÜKLERİ, ÇSG YAZARLAREVİ, HAYAT UZAKTAN…

Bugün soğuk, kapalı, nemli bir pazar… Günün güzelliği kız kardeşimin doğduğu gün olması… Daha… Onu düşünüyorum ben de: Daha? Hafta sonu ev kısıtlamaları var yine… Yakın çevreden hastalık haberleri geliyor. Dil nasıl değişti son dokuz ayda. Hasta demiyoruz artık, testi pozitif diyoruz. Pozitif sözcüğü bu dile girdiğinden beri hiç bu kadar negatif bir çağrışım yapmamıştır herhalde. Geçen şubatta yapılması planlanan ‘Behçet Çelik Öyküleri Üzerine’ başlıklı Yazarlarevi etkinliğimiz; önce İdlib şehitlerinden, sonra da 11 Mart’ta ilk Covid-19 vakasının açıklanmasından dolayı her şey “bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişirken” ileriki bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ERKENCİ

Hemen hemen her günkü saatte açtı gözlerini. Hava hâlâ karanlıktı; ama yakınlardaki ağaçlardan, erkenci kuşların cıvıltıları çoktan gelmeye başlamıştı. Çok seyrek de olsa, yoldan geçen arabaların gecenin sessizliğinde yankılanan motor hırıltıları ve teker sesleri sabahın yaklaştığını söylüyordu. Bir süre yatakta yattı sessiz sedasız; evin içini, dışarıdan gelen sesleri dinledi. Hemen yanındaki sehpanın üzerine uzandı, el yordamıyla gözlüğünü ve saatini aradı, buldu. Gözlüğünü gözüne taktı, saati pencereden gelen sokak lambasının aydınlığına doğru tutup bakmaya çalıştı. Biraz uğraştıktan sonra akrebi ve yelkovanı gördü. Daha çok erkendi. “Biraz daha yatayım,” dedi kendi kendine,…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

ARTIK KUŞLAR DA YASINA GİTMEZ

Doymak bilmeyen ruhumuzun çatlaklarından dökülür hastalıklarımız. Biz de bunları gizlemek için çeşitli örüntüler yaratır, çeşitli perdelerin ardına gizleriz onları. Fakat bu hastalıklar o kadar kuvvetlidir ki çatlaklardan sızan damlalar iken kendine yol açan ırmaklara dönüşür. Hasan Ali Toptaş da işte yazarlık örüntüsünün arkasına saklanmış bir hastadır. Sizlere Toptaş olayından evvel söylemek istediklerim var. Kadınların sırtına atılan cinselliğin dünyada, özellikle bizim gibi kendini Avrupa’ya yamama gayretinde olan Doğu milletlerinde, kadını konumlandırma biçimleri bir felakettir. Kadın, bir şahsiyetten çok cinselliğin odak noktası olarak görülür. Tacizler, tecavüzler gizlenmeye çalışılır. Çünkü bizde ayıp diye…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KALEM

Dolma kalem zariftir. En güzel el yazmaları çıkar elinden. Süslüdür. Estetiktir. İnatçıdır da aynı zamanda. Mürekkebini bir tutkal gibi yapıştırır kâğıdın üstüne. Kalır yıllarca, sonsuz ve son güne dek. Kibirlidir de aynı zamanda; “Türümün en iyisiyim” diye gezer yazma âleminde. Gölgesi ile savrulur tüm harfler, kelimeleri perileştirip klasik müzik eşliğinde dansa kaldırır; fakat hiç ihmal etmez boşlukları da. Zordur yönetmesi de, ne de olsa kibirli! Tükenmez kalem vasat olduğu kadar mütevazıdır da. Çoğu zaman bir kâğıdın üstünde; bazen bir marangozun kulağının arkasında; bazen de gelişigüzel saçlarını toplayan gür saçlı bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAN ODADAKİ ARKADAŞ

Kapı aralığından duyduğu hıçkırık sesine yöneldi. Sokak lambasının vuran ışığından duvar dibinde dizleri üzerine başını yaslamış birinin oturduğunu fark etti. Adımları odaya yönelmeye çalıştı, ayakları bu cesareti gösteremedi. Yavaşça çıkardığı anahtarı çok dikkatli ve olabildiğince sessiz, tek hamleyle açıp kapısını kapattı. Sıkan kravatını gevşetip havasız kalan odayı buz kesici bir ayazla doldurdu. Sararmış bardağının içini sıcak suyla doldurup üzerine kahve ekledi. Pencereye yanaştı, şehir perdelerini çekmiş, tüm zarafetiyle ona bakıyordu. Boğazından geçen son damla sıcak kahveyi de yudumladıktan sonra buz kesen burnunu çekti, sert bir hamleyle pencereyi kapattı. Ceketini çıkarıp…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ, ANILAR, BİR ÖYKÜ, BAŞKA PENCEREDEN…

Kasım da bitti… Kış başladı işte. Günlerin kısaldığını, erken kararan havadan anlıyorum. Sitenin çocukları bile artık oyun alanına çıkmıyorlar. İçe, daha içe dönme zamanı şimdi… Geçenlerde pencere ile ilgili bir yazı okudum, sevdiğim bir kalemden, Feyza Hepçilingirler’den. Pencerenin dışa açılan yanımız olmasından, evdeyken bile dış dünyaya karışmayı sağlamasından söz ediyordu yazar; yoldan geçenleri seyrederken onlarla ilgili hikâyeler kurduğundan sonra… Bu duygudaşlığı ben yıllar yıllar önce Pınar Kür’ün ‘Taksim-Maçka’ öyküsünü okurken yaşamıştım en son. Öyküde, birbirine âşık yeni evli bir çiftin her sabah işe giderken kestirme olsun diye geçtikleri parkta karşılaştıkları…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

“HÂNA ZAHABI!”

“Gitme uzak, yollarına kurban olurum/  Zemheride ben üstüne yorgan olurum” Göz çeperlerini çapak sarmış. Sanırsın ki ağlamış da zor sakinlemiş; öyle hüzünlü bakıyor. Gözünün tamamı neredeyse gözbebeğinden ibaret ve gözakı kıyılarda ince bir çizgi gibi kalmış. Kirpikleri çapakların kırıntılarına bulanmış, düzensiz, dağınık. Olsun, gözünün ışığı kusurları kapatıyor. Kulaklarını, etrafında dolanan sinekleri kovmak için durmadan ileriye-geriye, sağa-sola oynatıyor; kuyruğu da zaman zaman eşlik ediyor. Üzüm mevsiminde haşerat nüfusunda bir artış oluyor tabii ve ne hikmetse başka gidecek yerleri yokmuş gibi gelip bu hayvancığa musallat oluyorlar. Yılgın, yorgun ama yüksünmüyor, görev belletilen…

Devamını Oku
EDEBİYAT ŞİİR 

AYGÜL – BİR MANZUM HİKÂYE

  Sonra oturdum o gece kaderime ağladım. Sessizce içime döktüm gözyaşlarımı. Aygül, ağladığımı duymamalıydı.    Bir gün buralardan gidersem diye düşündüm sonra. Bir evim olursa paşa kılıcı alacaktım salona. Balkona da sardunyalar. Belki zeytin belki nar. Aklımda sıcak iklimler vardı.   Hüznün şiddeti dağılıyordu Hayal kurmak en etkili depresandı Son gözyaşım akarken yanağımdan Aygül, geldi. Gözlerimdeki buğuyu yok etmek istercesine hızlıca ovuşturdum gözlerimi. – Ağlıyor muydun sen? – Hiç mutfakta ağlanır mı, anne? – Türk kahvesi içelim. Daha sabaha çok var.   Kahve sıcaktı. Soğumadan içemezdim. Beklemeyi çok uzun zaman…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

MONTMARTRE

Öylesine ve koca bir boşluğa… Hiç kimsenin suçu yoktu. Mesela dünya, aslında, fısıltılı sabahlarıyla güne başlamadı asla ve gece, karanlığına sarılıp ürpertileriyle, kalp çarpıntılarıyla öpmedi ufuk çizgisini. Kimse biri diğerinin yanından geçerken kokusuna sarılır gibi sımsıkı tutmadı mesela, asla birbirine karışmaya inanmadı ve dudaklarından öperken ve sevişirken kimse özleyeceğine inanmadı, özleme inanmadı; çünkü kimse gündüz ve gece olamadı. Birbirinin sınırlarına girip ayrılamayacak bir bütün oluşturmadı ve asla yalnız kalamayacağına inanmadı; çünkü kimse kaderle anlaşamadı. Bu ilkindin vakti kumral saçları boynuna dökülüyor ve rüzgâr yanından hafifçe geçerken birkaç telini havalandırıyordu. Yüzü,…

Devamını Oku