EDEBİYAT 

AMNİYOTİK YAŞLAR

Gözyaşlarımı durduramıyordum bir türlü. Sağanak halinde, gözyaşı değil de gözseli gibi boşalıyordu. Sanki bütün acılarımı, hüzünlerimi ve tanımlayamadığım iç yakan duygularımı, kontrolsüzce akıtıyordum. Kazağım ıslandı önce. Onu pantolonum ve botum takip etti. Sırılsıklam olmuştum. Botlarıma dolmaya başlayan gözyaşlarım, etrafımda bir duvar oluşturmaya başladı. Acaba bunu bir tek ben mi görüyorum, yoksa caddedeki herkes durumun farkında mı diye bakındım. Ama gözyaşlarımdan etrafı görmem mümkün değildi. Dağılsın diye içine elimi uzattığımda zar gibi bir şeyle çevrili olduğunu fark ettim. Su, yükseldi yükseldi ve ağız hizama kadar geldi. Çevremi, içi gözyaşı dolu şeffaf…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÜZERİNDEN NEHİR GEÇEN KÖYÜN HİKÂYESİ

Bu, üzerinden nehir geçen bir köyün hikâyesidir. Şaşırdınız mı? Şaşırmayın. Gerçekten nehir geçerdi bu köyün üstünden. İnsanlar, nehrin azgınlığından korunmak için taşlara tutunur, öylece yaşar giderdi. Nehir durgun akardı akmasına da, ortada bir şey yokken birden azgınlaşır, deli akar, sonra durulurdu. Anlayacağınız, ne yapacağı belli olmazdı. Nehrin altında yaşayan insanlar kayalara tutuna tutuna birbirlerine zor gider gelirdi. Nehir durgunlaştığında birbirlerine seslenir, sohbete, halleşmeye gayret ederlerdi. ‘Bizim oğlan’ genellikle konuşmaz, kimseyle dertleşmez, suların akışına dalar giderdi. Adı da deliye çıkmıştı bu yüzden. Arada, hem de suların en azgın olduğu zamanlarda, bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KEDİLER, KİTAPLAR VE EDEBİYAT

Ocak ayında olmamıza rağmen dışarıda baharın ilk günlerine özenen güneşli ılık hava, mavi gökyüzü… Yine pandemi, yine önlemler, yine hafta sonu kısıtlamaları… İçimde bir ses “Hadi gülümse” diyor, “bulutlar gitsin/ … / yoksa ben nasıl yenilenirim/ / bir kedim bile yok, anlıyor musun/ iklim değişir Akdeniz olur, gülümse”… Bir kedim bile yok. Oysa edebiyat ve kedi nasıl da tamamlıyor birbirini. Tamamlamasa bu kadar kedili anlatı olur muydu? Kedi sahiplenmek, biz çocukken çok kolaydı. O zamanlar okuma yazma bile bilmiyordum, hiçbir şey okumamıştım ve hayatın her alanı gibi bunun da derin…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ERİT’OPİA

Hiç istemediği halde, zorunluluktan bu saate kadar işte kaldı Cansu. Karanlıkta eve gitmek en korktuğu şeydi muhtemelen. Hele işten gidiyorsa, iki araç değiştiriyor ve yaklaşık 15 dakika da, kendi lambalarının bile ihanet ettiği bir sokakta yürümek zorunda kalıyordu. Sokak köpekleriyle ilgili korkularını yenmeyi başarmıştı. Yanında taşıdığı yiyecek artıkları, aralarında mesafeli de olsa bir arkadaşlığı başlatmıştı. Yemeğin sunumundan sonra, herkes kendi yoluna çekiliyordu. Asıl korkusu insanlardı. Daha doğrusu tür olarak insan sınıfına giren yaratıklardı. Bunların sarkıntılıklarından ve saldırganlıklarından kaçabilmek için büyük mücadele vermek zorunda kalıyordu. Yanında taşıdığı küçük biber gazı kutusunu…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ORGAN NAKLİ

Konya Yetiştirme Yurdu’nda büyüyen Kemal, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirip ‘Anadolu Kaplanları’ olarak tanımlanan Konya’daki bir holdingde işe girdiği gün tanıştığı laborant Sevdiye ile kısa bir süre sonra evlenmişti. Yetiştirme yurdundan arkadaşı, sırdaşı Kerim ve karısı Ünzile en yakınlarıydı. Kerim, meslek lisesi ağaç işleri bölümünü bitirmiş, iyi bir mobilyacı olmuştu. Ünzile, Kerim’le aynı lisenin makine ressamlığı bölümünü ondan iki yıl sonra bitirmişti. İş bulamadığı için de hiç çalışamamıştı. Ev kadınıydı ancak çizim konusunda Kerim’den çok daha iyiydi. Mobilya tasarımlarının çizimleri konusunda evden Kerim’e destek veriyordu. Kemal ile Kerim’in araya giren yıllar ve…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘NÂZIM HİKMET İYİ İNSAN’

“Bana yeter/ yirminci asırda olduğum safta olmak/ bizim tarafta olmak/ ve dövüşmek yeni bir âlem için…” Şiirlere kendine özgü ses ve sazıyla adeta can veren Ruhi Su, Nâzım Hikmet’in eserlerinin bestelenmesi konusunda, “Aydın bir ozanın şiirini bestelemek kolay bir iş değil” der ve ekler ‘Ezgili Yürek’te: “Memleketimizde bilimin ve bilim insanının boş kalan yerini sanat ve sanat insanı almış, toplumun sorunlarını bir bilim insanı gibi incelemek zorunluluğu duymuştur. Batı’daki gelişme içinde toplum düzeninin kurallarına aykırı gelen düşüncelerinden dolayı işkence gören, ölüme mahkûm edilen bilim insanlarına karşılık bizim memleketimizde çoğunlukla hep…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘DİKEN UCU’NDAN ‘YOLUN GÖLGESİ’NE BEHÇET ÇELİK’İN ÖYKÜLERİ ÜZERİNE – 2

“… Masalı dinleyen uyur, anlatan uyumaz. Masal anlatan gecenin bekçisidir, nöbetçisidir.” Çukurova Sanat Girişimi bünyesindeki Çukurova Okulu’nun çevrimiçi etkinliği olarak Behçet Çelik söyleşisini gerçekleştirdik, 17 Aralık’ta. Uzaklara rağmen içten, izleyenlerin katkılarıyla zenginleşen sıcak bir söyleşi oldu. Behçet Çelik öyküleri üzerine yazdığım ilk yazı, bu yazının ilk bölümü de diyebiliriz, 20 Ağustos’ta yayımlanmıştı Son Baskı’da. Şimdi o yazıya girmeyen son öykü kitapları üzerinde durmak istiyorum: ‘Diken Ucu’, ‘Kaldığımız Yer’ ve ‘Yolun Gölgesi’. Son üç öykü kitabında, 2007’de basılan ‘Gün Ortasında Arzu’da bir an önce kurtulmak istediği kente, ana baba evine dönen…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

EL ÖRGÜSÜ YASTIK

“Bunları yaz. Vallahi yaz. Benim böyle bir yeteneğim yok, vallahi bak, yaz ama… Söz…” “Ama senin duygularını nasıl aktarabilirim ki? Bu zamanı deneyimleyen sensin.” “Olsun, ben sana yazdıklarımı vereceğim zaten, ama ben öyle bir öykü gibi anlatmadım. Öylesine, hissettiklerimi yazdım.” Birbirine geçmiş duygularla kâh ağlamaklı kâh gülerek anlatıyordu: “Valla bak, bu Adana insanı bir başka… Kadını da erkeği de… Ben böyle bir saygı, böyle sıcaklık görmedim başka bir yerde!” Her zamanki gibi seslerin değerini basa basa konuşuyordu. Bu akşam biraz daha farklı bir heyecan içindeydi. “Kafayı yemek üzereydim. Yok, bu…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

HER ŞEY BİR ANIYA DÖNÜŞÜYOR

Her şeyden ve herkesten çok uzağa gitmeyi istiyordum. İnsanlardan, eşyalardan kaçarken onlara daha bağımlı hale geldiğimi de itiraf etmeliyim. Evet, uzaklaşmanın, kendi içime kapanmanın bir kurtuluş olduğuna hem inanmış hem de arkadaşlarım tarafından inandırılmıştım. Onca söz söylenmiş, onca öğüt verilmiş olsa da ben yine mantığımın dediğini değil de yüreğimin sesine kulak vermiştim. Yalnız kalmaya tahammülüm yoktu. İşim olsun olmasın dışarıya atıyordum kendimi. Sokaklarda kalabalıklar arasında yürümek, parkta saatlerce amaçsızca oturup etrafı seyretmek, tanıdık birilerine rastlamak ve akşam olunca da çok sevmesem de, anlaşamasam da sırf yalnız kalmamak adına bir arkadaşı…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KALANLAR

Çok mu seviyorum bu sokağı? Ne işim vardı sürekli dolanıp duruyorum. Ellerimde kedilere aldığım mamalar, bir şişe su. Ortada kediler yok? Nereye gitti hepsi yine bir gün içinde? Aklım almıyor. “Gel pisipisi” diye seslene seslene yürüyorum, yanımdan geçenler tebessümle bana bakıyorlar, tebessüm olduğunu farz ediyorum, alay ediyorlarsa sonuçta kendilerine ediyorlar. Hiç dert olmaz bana zaten, bir başkasının benim için ne düşündüğü. Belki yalnızca geceleri. O da vaktim varsa. “Gel pisipisi!” Nihayet en tombul olanı geldi, Laz Müteahhit olur kendisi. “Kediye öyle mi denir hiç?” derdi rahmetli annem bu kedinin burnunu,…

Devamını Oku