AYGÜL – BİR MANZUM HİKÂYE
-ADANA-
Sonra oturdum o gece kaderime ağladım. Sessizce içime döktüm gözyaşlarımı.
Aygül, ağladığımı duymamalıydı.
Bir gün buralardan gidersem diye düşündüm sonra.
Bir evim olursa paşa kılıcı alacaktım salona.
Balkona da sardunyalar.
Belki zeytin belki nar.
Aklımda sıcak iklimler vardı.
Hüznün şiddeti dağılıyordu
Hayal kurmak en etkili depresandı
Son gözyaşım akarken yanağımdan
Aygül, geldi.
Gözlerimdeki buğuyu yok etmek istercesine hızlıca ovuşturdum gözlerimi.
– Ağlıyor muydun sen?
– Hiç mutfakta ağlanır mı, anne?
– Türk kahvesi içelim. Daha sabaha çok var.
Kahve sıcaktı.
Soğumadan içemezdim.
Beklemeyi çok uzun zaman önce öğrenmiştim.
Bekledikçe daha bir güzelleşiyordu kahve.
Dibe çöküyordu telve.
Bugün falımda ne çıkacak, anne?
Aygül, fincanı elinde çevirdi. Dudaklarını büzdü. Gözlerini kıstı. Kısa saçları uzadı o an. Bu büyülü bir andı.
Kaplumbağa, sümüklü böcek, envaiçeşit balık, turnalar ve leş kargaları, bir de kediler.
Gülümsedim.
En masum ve dürüst falcıydı benim annem. Gözüyle gördüğünden başkasına yer yoktu hayatında. Tanrı hariç ve melekler ve peygamberler…
Tatlı bir gülümsemenin ardından Aygül gitti. Ben mutfakta tabure üzerinde oturmaya devam ettim. Kirli fincanlar bana bakıyordu. Ellerimi saçlarımın arasında gömdüm. Başım öne düşmekte kararlıydı.
Sardunyalar, diyordum.
Güneşin doğuşunu izleyeceğim balkonuma pek yakışacaktı.
Paşa kılıçlarını çoğaltıp komşulara, arkadaşlara verecektim.
Bir gün buralardan gidersem
Nasıl gidecektim?
Kime ve nereye?
Bir gün buralardan gidersem…
Gözyaşlarım tekrar akmaya başladı.
Ömrüm tükenirdi de gözyaşlarım tükenmezdi.
Ve güneş, gecekonduların köhne ve çamurlu sokaklarına ışıklarını göndermeye başlamıştı. Aydınlıkta ağlanmazdı.