EDEBİYAT YAŞAM 

SOMBAHAR, HİKÂYELER, ANILAR…

Sonbaharın her ayının farklı etkisi var bende. Ekim ‘iç’e yolculuk ayı… Nasıl eylül; uzun, sıcak, rehavet aylarından sonra yeniden kente dönme ayı olmuşsa, benim için ekim de ‘iç’e, ‘daha iç’e doğru bir hüzünlü yolculuk… Yeşilin turuncuya, kırmızıya, onlarca tonuna sarının dönüş ayı… Anılar… İlk gençlik çağı… Hikâyeler… ‘İç’e yolculuk… Liseyi bitirinceye kadarki yaşamım Bolu’da geçti. Ankara ile İstanbul yolunun orta noktası… Doğanın cömert davrandığı baharı ve yazı yeşil, sonbaharı bambaşka bir renk cümbüşü Batı Karadeniz kenti… Çocukluğumda dağ ve orman bende aynı imgeyi çağrıştırırdı. Kentin sınırlarını çizen dağlar yemyeşildi. Yemyeşil…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

FRANSIZ ÖPÜCÜĞÜ

Kaşlarım çatık. Kitabımın satırları arasında kaybolmuşken başımı sayfalardan kaldırmamı sağlayabilecek tek şey oluyor. Göz hizamdan sallana sallana kutusuna saklanmış bir keman geçiyor. Keman, kırmızı siyah masalar arasında dolaşıyor, bir türlü seçemiyor. İçeri giriyor, tekrar avluya çıkıyor. Minik beyaz taşlar üzerinde birkaç saniye durup şöyle bir göz gezdiriyor. Kendine kırmızı masalardan birini beğeniyor, kararlı adımlarla ilerleyip kendini sandalyeye bırakıyor. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Elleri göbeğinde arkasına yaslanan yaşlı adamlar gibi rahat. Bir süre kemanı izledikten sonra, bu sefer de kemanın nereyi izlediğini merak etmeye başlıyorum. Masanın üzerindeki nota kâğıtlarını izliyor,…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

MAVİLER, PORTAKALLAR, YILDIZLAR…

O akşam bir kadın yaşamı sorguluyor. Bir adam umutları çoğaltmaya çalışıyor. Mevsimlerden yine sonbahar; aylardan eylül, ekim, kasım… Kadın gökyüzüne bakıyor bir süre. Ve haykırıyor: “Ey yıldız! Parlak yıldız! Senin kadar dik durabilir miyim?” Mevsimlerden sonbahar; kadın yaşamı sorguluyor, adam susuyor. * * * Kadın o akşam içinden geçen tüm hisleri, tüm düşünceleri önce yıldızlarla paylaşıyor; ardından adama duyumsatıyor. Adam, kadına bakıyor; kadın, adama bakıyor. Kadın bir kâğıt alıyor eline ve şunları yazıyor: “Son zamanlarda çevremde olan biten birçok şeyden uzaklaşmaya başladım. Benimle yaşıt insanlar çok yalın, anlamsızdı. Caddede yürürken…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

MİNİMAL ÖYKÜLER (1)

—GÜNAH— Bahçe duvarı üzerinden sarkan ağacın dalları nimetlerini ikram ederken penceresinin önündeki küçük kıza, günahkâr olmamak için elini bile sürmeden baktı ışıldayan meyvelere. Annesine daha çok inanmaktaydı henüz. * * *  —İNCİR AĞACI— Cılız bedeni, ince uzun parmaklarının kavradığı dallardan güç alarak bir çırpıda tırmanırken incir ağacına –yeni gelin ablasının bahçesinde– aklına gelen uyarıları yazıyordu belleğine: “İncir dalı kırılgandır!” “İncir sütü yakar adamı!” “Ham olanı koparma!” “…bir de… taş duvarın dibinde boy atmış bal incirden yerken çabuk tut elini! Komşu bahçenin sahibi Bahittin, hani her gün o kocaman kurt köpekleriyle…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

HÜCREM DÖRT DUVAR; YALNIZLIĞIM BENİ BOĞAR!

279 gündür bu hücrede tutuluyorum. Karanlık, nefes almanın, hatta hareket etmenin bile çok zor olduğu bu yerde sonumun ne olacağını bilmeden bekliyorum. Etliye sütlüye karışmadan, huzurlu bir hayat yaşarken içine düştüğüm şu duruma bak! Aslında sakin bir hayatım vardı. Çevremde benim gibi yaşayanlar, keyfimize bakar, günümüzü gün ederdik. Karışanımız olmazdı pek. Kimi zaman, genelde de haftada bir aramızdan seçtiklerini bazen gönüllü bazen de zorla alır götürürlerdi. Gidenler, korkuyla karışık bir heyecanla uyarlardı bu emirlere. Korkarlardı; çünkü zorbalıkla götürüldükleri çok olurdu. Heyecan duyarlardı; çünkü mutlu sona inançlarını kaybetmek istemezlerdi. Karşı koyamadıklarını…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘ÜÇ KIRMIZI GÜVERCİN, ALIN YAZIMIZI ÇİZİYORLAR IŞIKTA…’

Ağustos geldi geçti, eylül geldi geçiyor; ekim de, kasım da gelip geçecek ömrümüzden. Ve bizim; zamanı ay ay, mevsim mevsim yakalamaya çalışma gayretimiz bıkmadan usanmadan devam edecek. Aylarla özdeşleştirdiğimiz şiirler de, yazılar da mevsimlerle birlikte değişecek; sözcüklerle buluşurken kâh baharda neşelenecek, kâh güzde hüzünleneceğiz. Belki de pastırma yazı zamanında; Yunan şair Yorgo Seferis’in dizelerini okuyacak, içimizdeki zorbayı biraz olsun uzaklaştıracağız: “Battı artık akrep burcunun parlak yıldızı/ insanın içindeki zorba uzaklaştı./ Artık sevecektir bu ışıkta/ daha önce hiç sevmemiş olan./ Ve sen sayısız pencereleri açık/ koca bir evde bulursun kendini/ önce…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAZA VEDA EDERKEN AGOTA KRISTOF’TAN BİR ÜÇLEME: ‘BÜYÜK DEFTER’ – ‘KANIT’ – ‘ÜÇÜNCÜ YALAN’

Yaz bitti. Eylül de yarılandı geçti… Sonbahar başlıyor, sombahar… Deniz, kum, güneş Akdeniz’de hâlâ hüküm sürse de artık kızıl, sarı, yeşil renkleriyle bir Batı Karadeniz ormanı ruhum… Son demler Ankara’da… Agota Kristof’un üçlemesi; ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’, ‘Üçüncü Yalan’la veda… Ankara’ya da, fark etmeden geçen yaza da… 1935’te Macaristan’da doğan, 1956’da ülkesinden kaçıp İsviçre’ye yerleşen, bir taraftan fabrikada çalışırken bir taraftan da Fransızca öğrenen, tiyatro oyunları yazan Agota Kristof’un dilimize çevrilen dört romanı var gördüğüm kadarıyla. ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’ ve ‘Üçüncü Yalan’ tek ciltte toplanmış Yapı Kredi Yayınları’nın baskısında, Ayşe İnce…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BIRAK VE GİT

Herkes ruhumu bırakıp gitmemi söyledi. Soğuk ve anlamsız yüz ifadeleriyle bana bakıyorlardı. Bir ruh nasıl bırakılırdı, bilmiyordum. Ne demek istemişlerdi, onu da anlamamıştım. Çok şey anlamamı istiyorlardı. Oysa onların anlamadığı benim bozkır gibi çorak gönlümün ve aklımın sınırlarıydı. Hiç sürülmemiş, sulanmamış, tohum serpilmemiş, taş yığınına dönmüş topraktan sulu elmalar beklemelerini aklım almıyordu. “Ruhunu bırak ve git.” Bana söylendiğinden beridir aklımda bu söz. Yatarken, yürürken, yemek yerken… Bu kadar çok düşündüğüm bir sözü anlayamamanın yarattığı sıkıntı kalbimi kaplıyor, nefes alamıyorum. Son moda virüslere ihtiyacı yok benim nefes alamayışlarımın. Anlamlandıramamak kahrediyor beni.…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘AÇIN KAPILARI, EYLÜL GELDİ; BULUTLARLA KUŞLARLA…’

Iraklı şair Abdülvahap El-Beyati, Nâzım Hikmet’e ağıt yaktığı bir şiirinde şunları söylüyor: “Nâzım geldi! Kim çalıyor kapıyı?/ Sürgünden döndü Nâzım, bulutlarla kuşlarla/ Ve deniz beklerken onu/ Ağaçları taşları devirdi coşkuyla/ Açın kapıları, Nâzım geldi Anadolu’ya!/ Asma kütükleri suluyor/ Zeytin fidanları dikiyor tepelere dağlara/ Ve teriyle ıslanıyor kirpikleri/ Açın kapıları, açın, Nâzım geldi!” Eylül sözcükleri topluyorum yüzyılları aşan şiirlerde, yaşanmışlıklarda. Abdülvahap El-Beyati’nin dizeleri, Nâzım’a olan ağıtı, çocukluğu, gençliği ve Paris akşamüzerleri: “Gülüm, nasıl da yaşlandı Paris/ Oysa ben çocukluğumu yaşıyorum hâlâ/ Uğraşım gezginlik ve türküler yakmak/ Yeryüzünde, tüm yalnızların akşamında.” Ve…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KANARYA

Kapıyı çalmadı Ahmet Bey. Anahtarını çıkardı, kilide soktu, sessizce çevirdi… Ayaklarının ucuna basarak girdi içeri. Elindeki kesekâğıdını arkasına sakladı ve bağırdı evin içine: “Ben geldiiiim!” Hatice Hanım, kocasını karşısında görünce şaşırdı. Oturduğu sedirden aceleyle kalktı, Ahmet Bey’in yanına gitti, “Hoş geldin, bey” dedi şaşkın ama mutlu bir ses tonuyla. Yere serili yatakta yan yana yatan çocuklar seslere uyandılar, babalarını gördüler ve fırladılar yataktan, “Babam gelmiiiiş!” diye bağırarak… Bir anda evin içi hareketlendi. Hatice Hanım çocuklara bağırdı: “Yatın yatağınıza! Gece yarısı bağırıp durmayın. Mahalleli de bir şey var sanacak!” Ahmet Bey…

Devamını Oku