EDEBİYAT TOPLUM 

ARTIK KUŞLAR DA YASINA GİTMEZ

Doymak bilmeyen ruhumuzun çatlaklarından dökülür hastalıklarımız. Biz de bunları gizlemek için çeşitli örüntüler yaratır, çeşitli perdelerin ardına gizleriz onları. Fakat bu hastalıklar o kadar kuvvetlidir ki çatlaklardan sızan damlalar iken kendine yol açan ırmaklara dönüşür. Hasan Ali Toptaş da işte yazarlık örüntüsünün arkasına saklanmış bir hastadır.

Sizlere Toptaş olayından evvel söylemek istediklerim var. Kadınların sırtına atılan cinselliğin dünyada, özellikle bizim gibi kendini Avrupa’ya yamama gayretinde olan Doğu milletlerinde, kadını konumlandırma biçimleri bir felakettir. Kadın, bir şahsiyetten çok cinselliğin odak noktası olarak görülür. Tacizler, tecavüzler gizlenmeye çalışılır. Çünkü bizde ayıp diye bir şey vardır. Çünkü ayıp kadının sırtına yüklenmiştir. Kadın tacize uğrasa da utanmalıdır; çünkü öyle öğretilir. Hele kadının adı bir kere çıktı mı, maazallah, kimse de almaz onu. Kadın; dul olur, fahişe olur. Peki, erkek ne olur? Bizim gibi toplumlarda erkek ne yapsa unutulur, ne yapsa olur!

Bizde bu sosyal medya çıkmadan evvel bilinmezdi/bilinmez bunlar, daha doğrusu bilinse de kimseye söylenemezdi. İyi bir sosyal medya kullananı olmadığımdan ve toplumun gizleme çabasına ayak uyduran havuz televizyonlarını da izlemediğimden Toptaş’ın tacizciliğinden haberim yoktu. Sevgili editörümüz Başar Ağabey, bana, “Toptaş olayını yazmak ister misin?” diye sorunca hep okumak isteyip de okumadığım birini yazmamı isteyecek diye bir burukluk yaşadım. “Toptaş olayına dair bir bilgim yok, Toptaş olayı nedir?” diye sordum. O da tacizden bahsedince şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile kabul ettim.

Biz bu tarz haberleri öğrenciyken çok alırdık. Pek çok hocanın kızlara tacizde bulunduğunu diğer hocalardan dahi duymuştuk; ama kızların bunu söyleyemediğini biliyorduk. Nasıl söylesin ki… Tek amacı okulu bitirip ailesini kendi yükünden kurtarmak olan öğrencilerin kaygılarını unutmayın, kızlara mahsus görülen utanç duygusunu unutmayın!

Hasan Ali Toptaş’tan sonra yayıncı İbrahim Çolak’ın da taciz meselesi patlak verdi; fakat İbrahim Çolak bilmeden yaptım demedi ve yaptığı şeyin sorumluluğunu üstlenip yaşamına son verdi. Toptaş intihar etme yiğitliği göstermese de en azından yaptığının sorumluluğunu almalı ve bunu yanlışlığa yüklememeliydi. Sözcüklerle bu kadar yakın olan birinin, böyle bir şeyin sehven olmayacağını bilmiyor olması kabil değildir. Yazılarının ne kadar yoğun ve katmanlı olduğu, iyi bir yazar olduğu doğru olabilir; fakat insanlık bağlamında dağılan bir sigara dumanı kadar ehemmiyetsiz, artık bize uzak, insanlığa uzak.

Edebiyat sözcüğü istemsiz bir vaziyette insanda bir duyarlılık, bir ulvi şey hissi yaratır. Bu sebepledir ki yazarlar da üst insan konumuna yükseltilerek kusurları yokmuş gibi düşünülür. Bu kadar insan ruhuna dokunan birinin sıradan insan alçaklığına bulanmasının imkânı yokmuş gibi tahayyül edilir. Fakat tahayyüller de yıkılır.

Aslında bu taciz meselesi salt edebiyat dünyası ile ilgili değildir. Söylenmemiş, söylenememiş ne çok taciz vakasının olduğunu düşünmüyoruz, bunu biliyoruz. Toptaş mevzuu bizi şaşırtmaktan çok bir sükût-u hayale uğratmıştır. Bu kadar kirlenmişken bu memleket ve dünya, en azından eli kalem tutanların temiz kalmasını istemek çok olmamalı.

Bu vakanın tek sevindiren noktası artık kadınların konuşmaya başlaması, cesaret duymasıdır. Kendilerine biçilen yaşam tasarısını kabul etmemeleri, kendileri için çizilen toplumsal rolleri kabul etmemeleridir. Ancak burada kanunların artık insanlar için işlerlik kazanması gerektiğini de unutmamak gerekir. Bir kadın ölmeden evvel onlar için var olmak gerekir. Bu var olmak damgalı ve pullu kutsal kâğıtların üzerinde tozlanmak yerine işlerlik kazanmalıdır. Fakat İstanbul Sözleşmesi’nin dahi tartışmaya açıldığı bir memlekette ümidimiz yoktur. Bir diğer mesele de toplumun kötü fiillerde bulunmuş bireyleri dışlaması gerektiğidir. Everest Yayınları, Toptaş ile bağını kopardı. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası kendisine verilecek olan ödülü vermekten vazgeçti. Ancak İbrahim Çolak ile ilgili bazı savunmalar da olmadı değil. Biz tacizcisi, tecavüzcüsü, katili, bilmem necisi bizden diye savunma pozisyonu alırsak bu fiili olumlamış olmaktan başka hiçbir şey yapmış olmayız. Hasan Ali Toptaş’ın yalnızca yazarlık dünyasında değil, yaşamın her alanında dışlanarak yaptığı şeyin sehven olmayacağının insanlara anlatılması gerekir. Yalnız Toptaş değil, bu tarz eylemleri gerçekleştiren herkes, ortak bir yaşamın içerisine alınmamalıdır. Zira yaptıkları ortak bir yaşam için elverişli bir ruhsal ve zihinsel yapıya sahip olmadıklarını gösterir.

Açlık’ın yazarı Knut Hamsun bir Nazi hayranıdır. Bunu da açıkça yazılarında belirtmiştir. II. Dünya Savaşı başlamadan evvel Nazi sempatizanı olan Knut Hamsun, Almanlar Norveç’e girince halkın baskısından Almanlar sayesinde kurtulur. O kadar büyük bir Nazi hayranıdır ki 1943 yılında kazandığı Nobel’i Goebbels’e yollar. Savaş bitip ve Almanlar yenilip de Hitler intihar ettikten sonra Almanlar gider; ama Hamsun kalır. Bir gün genç bir kız onun yazdığı kitaplardan birisini getirip kapısının önüne bırakır. Derken onu yaşlı bir amca izler. Sonra bir başkası, sonra başkaları. Hiç ses çıkarmadan Norveç halkı onun yazdığı kitapları teker teker getirip evinin önüne yığar. Ne şiddet, ne slogan, ne ses, ne hakaret… (*) Bizim de yapmamız gereken belki de budur.

Hasan Ali Toptaş’a belki de hepimizin söyleyeceği söz şudur:

Hasan Ali Toptaş! Ne yaparsan yap, artık kuşlar da yasına gitmez.

———–

(*) https://www.halukilhan.com/knut-hamsun-protesto/

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar