YAŞAM 

ÖZDEĞER

Hayatın en önemli gerçeği yaşamak… Kimin nasıl yaşadığının, nasıl tükendiğinin, cefasını görüp ve nasıl sefasını sürdüğünün bir gerçeğini yaşamak… Birimiz bir bebeğin doğuşunu beklerken birimiz sınavımızı vermeyi bekleriz. Birimiz oluşan karmalarımızla karmamızı çözmeye çalışırken birimiz ayrıldığımızın yolunu gözleriz. Amaç yaşam içinde yaşam bulmak, mutlu olmaktır. Çevremizdeki birçok kişi buna engel olmak için yaratılmıştır sanki. Gözümüzü, kulağımızı kapatıp yola devam etmek istesek de bir şeyler hep geri geri getirir yaşadıklarımızı. Karmaşık bir spiralin içine girip çıkamayan bir fare gibi sıkışıp kalırız o döngünün içinde. Hâlbuki bu aynı yaşam döngüsünden kurtulmanın yolu…

Devamını Oku
YAŞAM 

BARIŞIN GİZLEDİĞİ

Hep maviyi, hep beyazı hatırlatır bana “barış” kavramı. Mavinin bize hissettirdiği huzur, beyazın yansıttığı olumlamadan olsa gerek. Savaş kelimesi nasıl ki irkiltirse insanı barış da kendine çekiyor misali… Barış demişken… Dünyanın kendiyle barışamaması sorunu, döndüğü müddetçe devam edecek gibi. Dünya nasıl kendiyle barışamaz? İnsan müsaade etmediği müddetçe bu böyle olur. Dünya barışını savunup yardım çığlıkları atan ülkelere ve insanlara kulak tıkanırsa, gözünün içine bakarak “Bana bunu yapma” demeye çalışan hayvana eziyet yapılırsa, toprak ananın can çekişmesine göz yumulursa, barışın savaşı çoktan kaybedilmiş demektir… Sorsanız herkes barıştan yanadır ama kendi yeni…

Devamını Oku
YAŞAM 

AĞUSTOSTAN EYLÜLE; SESSİZ, YALNIZ VE KIRGIN…

Ağustosun eylül kapısında beklediği bir akşam vaktinde yine rastladım sana. Bu sefer sessizliğinin üzerine yalnızlık ve kırgınlık da eklenmiş buldum. Sen; ne sadece sessiz ne sadece yalnız ne de sadece kırgındın o akşam. Hepsi, bir kırmızı şarap yıllanmışlığıyla tünemişti üzerine. Ve gecenin yıldızlarına sessiz ve yalnız bir kırgın, yalnız ve kırgın bir sessiz, kırgın ve sessiz bir yalnız olarak yazdırıyordun adını. Kendi dalganla köpürüyor, kendi köpüğünle dalgalanıyordun. Mayısı haziran eylemiştin akşamüstü takıldığın barlarda, kafelerde. Haziranı temmuz, temmuzu ağustos eylemiştin. Ve şimdi de ağustosu eylül eylemektesin bir Akdeniz akşamında. Fakat bu…

Devamını Oku
HABER YAŞAM 

İSTANBUL’DAN NEPAL’E UZANAN MİSTİK BİR ARAYIŞ HİKÂYESİ

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikoterapist Prof. Dr. Bilge Uzun, anlam arayışının derinliklerine dalmak ve anda kalmanın önemini vurgulayan ‘mindfulness’ öğretisini kapsamlı bir hikâyeyle sunuyor. ‘Buda’yı Ararken Rumi’yi Buldum’ adını taşıyan yeni romanı, okuyucuları mistik bir yolculuğa çıkarıyor. ‘MINDFULNESS’ ÖĞRETİSİNİN PEŞİNDE BİR AKADEMİSYEN Kendi iç dünyasında önemli bir dönüşüm yaşayan akademisyen Süveyda, ‘mindfulness’ öğretisinin çıkış noktasını özümsemek için yaptığı Nepal yolculuğu ile başlayan hikâyesi, Buda’dan Mevlana’ya uzanan felsefi bir portre çiziyor. Yeşil bir ışığın peşinden giden Süveyda, yol boyunca iç hesaplaşmalar yaşarken öğrendikleri çerçevesinde geçmişiyle barış sağlamayı da başarıyor. Açlığı, sefaleti…

Devamını Oku
HABER YAŞAM 

SİHİRLİ SÖZCÜK GÜLÜMSEMEK

Mutsuzluk, günümüz koşullarında insanın en büyük derdi. Columbia Üniversitesi merkezli düşünce kuruluşu Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’nın yayımladığı Dünya Mutluluk Raporu’na göre Türkiye, 2023 Mutluluk Endeksi’nde 137 ülke içinde 106’ncı sırada yer alıyor. Koşulların bu kadar zorlu olduğu bir hayatta ise sağlıklı kalmanın ilk anahtarı şüphesiz ki gülümsemek… HASTANELERİN EN HÜZÜNLÜ KORİDORU Hastanelerin en hüzünlü koridorlarına sahip onkoloji bölümünde kariyerini sürdüren Uzm. Dr. Tayfun Hancılar ise, mutsuzluk yerine gülümsemeyi tercih edenlerden. Çünkü gülümsemenin olağanüstü gücüne inanıyor ve herkesi bu yönde teşvik ediyor. Hastalıklardan ziyade gülümsemenin bulaşıcılığını savunan Dr. Hancılar, okuyanın yüzünde…

Devamını Oku
YAŞAM 

ALİ

Yağmur’umuzun anısına… Bir yazı hazırladığımı ve yakın zamanda yayımlaması için kendisine göndereceğimi editörümüz sevgili Başar Şeker’e söylemiş, yazıya şöyle bir giriş yapmıştım: “Bu kez ‘kaybolmadan’, bazılarınızın burjuvaca diyebileceği kısa bir Yunanistan gezisine çıkıyorum.” Tabii, yazıyı tamamlayamadım. Bu arada milyonlarca gencimiz geleceklerini belirleyecek üniversite sınavına girdiler. Yani anlayacağınız Başar’a verdiğim sözün üzerinden de uzun zaman geçti. Bizim Ali’yi, oğlumu tanırsınız, arada bir yazılarımda bahsederim kendisinden. O da sınava giren gençler arasındaydı. Ali’nin kapasitesini bildiğim için benim beklentim özellikle AYT/sayısal sınavında 40 matematik ve 40 fen sorusunun tamamını doğru yaparak sayısal alanında…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

TABİAT ANA ÇOK ÜZGÜN

Ben yüzyıllık bir çınarım. Köklerimin uçları yerin altına doğru, onlarca yılda uzandı; dallarımın her biri ayrı bir yılı uğurladı. Binlerce insan yazın gölgeme sığındı, binlerce kuş, dallarıma yaptığı yuvada yavrusunu doyurdu. Minik serçeler benim dalımdan ilk kanatlarını çırpıp hayata uçtu, binlerce arı, dallarımın arasında kovanlarını doldurdu. İnsanlar doğdu, ömrünü bitirdi, öldü; bense yaşadım. Ta ki oteller, köprüler yapılacak diye ateşe verilip yakılana kadar. Dallarım cayır cayır yanarken ormandaki yoldaşlarımın yanışını görmekti asıl yüreğimi yakan. Saatler içinde orman yok oldu, saatler içinde ‘bir tarih’, ‘bin hayvan’, ‘bin ağaç’, ‘bin ömür’ kül…

Devamını Oku
YAŞAM 

O ÖYLE DEĞİL BÖYLE

Al eline bir bıçak! Öldür içindeki seni. Ne varsa sana ait; duyguların, geçmişin, duyarlılığın. Al eline bir çakmak! Yak okuduğun tüm kitapları; bembeyaz kâğıtlara yazdığın tüm sözcükleri; olduğun tüm fotoğrafları, kafan yırtılmış olanları da. Al eline bir ok! Fırlat uzaklara, çok uzaklara. Kurtulmak istediğin ne varsa oka bağlamayı da unutma. Al eline bir ayna! Bak kendine, gözlerine bak. Yüzüne bak. Uzun uzun bak. Gör. Kır şimdi aynayı. At gitsin aynayı çok uzaklara. “O öyle değil böyle” diyenlere de kulağını ver. Düşün neden öyle dediklerini. Sana düşman değil ki onlar. Kişinin…

Devamını Oku
YAŞAM 

ADANA’NIN SOKAKLARI

Sokağa girince biraz ilerde, sağda, 14 numarada otururlardı Yusuf Amcalar. Kadim dostları arasında “Eski Tüfek Yusuf” olarak tanınırdı. Dünyanın tüm kötülüklerine karşı duran bir muhalifti o. Bir çırçır fabrikasında ustabaşı olarak uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olmuştu. Çok okuyan biriydi. Yaz günleri evinin önünde kırmızı sandalyesine oturur, ya bir kitap ya da Cumhuriyet gazetesini son satırına kadar okurdu. Bir haziran ayının öğleden sonrasında sokaktan geçerken onu kitap okurken gördüm. Kitap okuyan birini görmek bana her zaman derin bir coşku ve mutluluk verir. Yanına gidip kendimi tanıttım. Gülümseyerek ve içtenlikle karşıladı…

Devamını Oku
YAŞAM 

FOTOĞRAF; SİYAH-BEYAZ

Bazen, Osmanlı’nın son günlerini, Cumhuriyet’in ilk günlerini anlatan siyah-beyaz fotoğraflara bakar, fotoğrafın ayrıntılarında bir insan yüzü ararım. Mesela bir hamal; gara gelen trenden yük indirmiş, sırtında yük, Uray Caddesi’ne doğru yürümektedir tozlu yollarda. Sıcaktan terlemiştir. Yükünü yere indirip biraz soluklanır, o arada bir şerbetçi geçer. Bir şerbet çeker canı hamalın. İçmeli mi, içmemeli mi? Kaç kuruştur şerbet? İçmez, yürür, gider yoluna… * * * Ya da bir köylü kadın, Yoğurt Pazarı’nda güneşin alnında oturmuş, bekler. Kimi bekler? Şehre beraber indiği kocasını mı bekler, oğlunu mu bekler, kızını mı bekler, kaynını…

Devamını Oku