YAŞAM 

ÇINAR AĞACININ FISILTISI

Eski yoldan giderken gözüme çarpan ilk şey, tepelerden yola bakan kiraz bahçesi olmuştu. Arabadan indiğimizde ise yolun diğer tarafında biraz da yüksekçe bir yerde küçük çay ocağının sevimli ahşap yapısına çarpılmıştım. Hemen koşup bir sandalyeye oturdum. Hayatımda gördüğüm en güzel göl manzarasıyla karşılaştım. Sapanca Gölü’nün üzerinde oturuyormuş hissi uyandıran bu tahta tabanlı çay bahçesi göl boyunca uzanıyordu. Yemyeşil durgun suyun etrafında çınarlar ile o koca ağaçların arasından görünmeye çalışan rengârenk çiçekler baş gösteriyor. ‘İzmir İzmir’ dergisinde yayımlanan ilk öykümün ilhamını aldığım yerdir burası ve çok değerlidir benim için. O tepedeki…

Devamını Oku
YAŞAM 

NAPOLİ KÖRFEZİ VE YALNIZLIK

Abruzzo Bölgesi’nin dik yamaçlı dağlarından körfezine doğru indiğimde, yalnızlığa öyle bir büründürmüştün ki beni; ne kendime gelebilmiştim ilkin, ne de yüreğimdeki hüznü dindirebilmiştim bir müddet. Neden hüzünlüydüm, bilmiyorum. Kim bilir belki de atmosferinin rutubetli oluşu, beni böyle bir ruha sokmuştu belli süreliğine. O esrarengiz evlerinin çok güzel bir kompozisyon oluşturduğu sokaklarında yürümeye başladığımda, içimdeki yalnızlığın, aslında senin yalnızlığın olduğunu fark ettim. Yalnızlığı bir kolye gibi boynuna takmış ve kendini bir anda duygusallığıma bırakıvermiştin. Aslında seni anlayabiliyordum: Sen sadece biraz dalgın, biraz durgun, biraz da düşünceliydin. * * * Plebiscito Meydanı’nda…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİZ BÜYÜDÜK DE KİRLENDİ Mİ DÜNYA?

İğneci gelir, ayakkabısını çıkarır, verilen terliği giyer, salonun en güzel koltuklarından birine buyur edilir, vakit geçirmeden acı kahvesi ikram edilirdi. Kısa bir hal hatır muhabbetinin ardından çantasını açar, iğne kutusunu çıkarır, evin hanımına uzatır, “Şunu kaynatıp getirin” derdi. İğne kutusu, içerisine su doldurulup ocağın üzerine konur, kaynamaya bırakılırdı. Bir süre kaynadıktan sonra, kutunun içindeki su dökülür, kapağı kapatılır ve temiz kalın bir bezle tutularak hiç el sürülmeden iğneciye getirilir, iğne operasyonu öyle başlardı. O iğneler, şırınga ve diğer aletler her evde, her işyerinde, her hastada bu şekilde sterilize edilir, her…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

DEPREME ALIŞIR MI İNSAN?

Her sallanışta bir saniye daha fazla sürmemesi için endişeleniyoruz. İzmir’de, Kuşadası’nda, Söke’de ya da depremin sık yaşandığı diğer yerlerde. Her defasında aynı korku, aynı telaş… Depreme alışılmıyor. Salgın boyunca bu zor günlerde deprem olmasın diye dua ettik. İnsanlar evlerinden uzak, sokaklarda zor durumlarda kalmasınlar diye. Deprem oldu. Hayatlarını kaybedenler, yaralılar, halen enkaz altında yaşam mücadelesi veren insanlar var. Onların hayatlarını kurtarmaya çalışan arama kurtarma ekipleri, otellerini açan işletme sahipleri, yiyecek dağıtanlar, kendi bebeğinin sütünü paylaşmaya hazır anneler, tek yürek uzaklardan/yakınlardan gelen yüzlerce insan… Korkudan tir tir titreyen enkaz altından çıkarılan…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

GÜZEL İZMİR’İ VURAN DEPREMİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

Hava bir karardı bir açtı, yağmur isteksiz serpintiler bıraktı yeryüzüne. Güz mevsimi gibi sancılı bir dönüşümün içindeydi zaman. Ilık bir meltem esintisi tepedeki eski evin bahçesine getirdi hüzünlü okşayışlarını. Son kalan büklümlü küçük beyaz çiçeğini döktü toprağa ağaç. Ayrılıp kavuşmaların mevsimi uzun vakitlerde saklanacak artık. Sonbaharın vedası, deprem sarsıntısının korku salan sesini bırakarak oldu İzmir’de. Bu yılın içimize ektiği ölüm korkusu, koronavirüs salgınıyla katmerlenirken; çifte ölüm korkusu geçim derdiyle boğuşan insanların boğazını daha bir sıkar ve soluğunu daha bir keser oldu. 30 Ekim günü öğle saatlerini geçen bir vakitte, kimini…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

SOMBAHAR, HİKÂYELER, ANILAR…

Sonbaharın her ayının farklı etkisi var bende. Ekim ‘iç’e yolculuk ayı… Nasıl eylül; uzun, sıcak, rehavet aylarından sonra yeniden kente dönme ayı olmuşsa, benim için ekim de ‘iç’e, ‘daha iç’e doğru bir hüzünlü yolculuk… Yeşilin turuncuya, kırmızıya, onlarca tonuna sarının dönüş ayı… Anılar… İlk gençlik çağı… Hikâyeler… ‘İç’e yolculuk… Liseyi bitirinceye kadarki yaşamım Bolu’da geçti. Ankara ile İstanbul yolunun orta noktası… Doğanın cömert davrandığı baharı ve yazı yeşil, sonbaharı bambaşka bir renk cümbüşü Batı Karadeniz kenti… Çocukluğumda dağ ve orman bende aynı imgeyi çağrıştırırdı. Kentin sınırlarını çizen dağlar yemyeşildi. Yemyeşil…

Devamını Oku
YAŞAM 

HÜZÜN EKE EKE EKİM

Gözyaşı renklerinden hüzünler eke eke bir eylülü bitirdik ilkin. Şimdi yağmur grisiyle bir ekimi bitirmekteyiz. Gri gri hüzünler ekiliyor dağlarına taşlarına ovalarına memleketin. Ekim yalnızlık içinde, ekim sessizlik; şair, için için hüzünleniyor. Şair, ekimi karşılıyor grili pardösüler içinde, şairin sözcükleri gri güzün eşiğinde; gri, şaire eşlik ediyor. * * * Güz, ekimde sarı yapraklarını döke döke ilerlerken takviminde; aslında bir o kadar da takvimlerin esaretinde. Güz, şairini arıyor; iklimler, Akdeniz’den Muson’a dönüyor. İklim nerede, şiir nerede, aşk nerede? Hüznü ekimde bekleyen âşıklar nerede? Hüzünlü şiirler yazan güz şairleri nerede? Bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

YOLCULUK NEREYE?

Hayatlarımız kesişim kümeleri gibi. Birimizin hayatı öteki ile kesişiyor, ötekininki beriki ile, berikinin hayatı bir başkası ile, bir başkasınınki herkesinki ile. Herkesinki başka herkesinkilerle… Herkes birilerinin hayatı içinde, birileri herkesin hayatlarına dâhil olmuş. Olmasına olmuş da, ne kendilerinin haberi var bu dâhil oluştan, ne de dâhil oldukları hayatı yaşayanların! Matruşka bebekler gibi hayatımız. Kapağımızı açıp bakıyoruz içeri. Kendimizden bir parça görmeyi beklerken bakıyoruz ki bir başkası var içimizde. O bir başkası parçamız olmuş bir şekilde ve haberimiz bile olmamış içimize yerleşiveren bu parçadan. Kim bilir? O başkasının da kendi içindeki…

Devamını Oku
YAŞAM 

RÜYA ÜZERİNE

“Rüya dediğin şey de bizlerden olur işte/ ve minicik ömrümüzü yine bir uyku noktalar.” – W. Shakespeare, ‘Fırtına’ Rüya… Var olmakla olmamak arasında, kendi cennetini bulup orada yaşamak gibi bir şey. Rüyalar görüyoruz, sonu genelde “Çok garip bir rüya gördüm, hatırlamıyorum” olan. Gördükten sonra rüyamızı bir başkasına anlatmak istiyoruz, ilgimizi çekiyor; fakat kısa sürüyor bu. Unutuyoruz. Ne zaman uykuma karışsa bir rüya, onu hatırlamak için çabaladıkça akıntıya kapılmış gibi daha da bilincimin derinliklerine gömülüyor gördüklerim. Neden düşünüyorum ki bunu? Soyut olması belki de onu bu kadar merak etmemize sebep oluyor.…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAZACAK BİR ŞEYLER MUTLAKA OLMALI

Gökyüzü bulut yüklü, bulutlar yağmur yüklü, sen hüzün yüklüsün; kaldırımlarda sarı gazeller var, savruluyor rüzgârda sağa sola, parklarda güz âşıkları sarmaş dolaş. Ama sen yazamıyorsun. Bir kafeye oturuyorsun, kahve söylüyorsun kendine. “Yazacak bir şeyler mutlaka olmalı” diyorsun. Ama yazamıyorsun. Dirseklerini masaya koyup başını ellerinin arasına alıyor, yoldan geçen yalnız insanları izliyorsun. Kalabalığı görüyorsun, kalabalıklar içindeki yalnızlığı görüyorsun. “Yalnızlığı yazayım” diyorsun; kalemin başka şeyler yazmak ister gibi harflerini oynatmıyor. Yazamamış oluyorsun. “Ülkem çalkalanıyor” diyorsun. Başka başka şeyler yazmak istiyorsun. Ama yazamıyorsun. Ülkende insanlar ellerinde bayraklarla terörü protesto ediyor. Sen onları yazmak…

Devamını Oku