YAŞAM 

ÇINAR AĞACININ FISILTISI

Eski yoldan giderken gözüme çarpan ilk şey, tepelerden yola bakan kiraz bahçesi olmuştu. Arabadan indiğimizde ise yolun diğer tarafında biraz da yüksekçe bir yerde küçük çay ocağının sevimli ahşap yapısına çarpılmıştım. Hemen koşup bir sandalyeye oturdum. Hayatımda gördüğüm en güzel göl manzarasıyla karşılaştım. Sapanca Gölü’nün üzerinde oturuyormuş hissi uyandıran bu tahta tabanlı çay bahçesi göl boyunca uzanıyordu. Yemyeşil durgun suyun etrafında çınarlar ile o koca ağaçların arasından görünmeye çalışan rengârenk çiçekler baş gösteriyor.

İzmir İzmir’ dergisinde yayımlanan ilk öykümün ilhamını aldığım yerdir burası ve çok değerlidir benim için. O tepedeki kiraz bahçesinin benim olmasını çok istemiştim burada yaşayabilmek için. Yıllar geçtikçe okuduğum kitapların bana kattıkları ve benim zaman içerisinde edindiğim deneyimlerim, sezgilerim neticesinde bir şeyi fark etmiştim. Nerede yaşarsam yaşayayım, olmak istediğim yere ve zamana, düşüncelerim ve hayal gücümle ışınlanabilirdim. İşte, şimdi yine burada aynı bakir, dokunulmamış yerdeyim! Çınar ağacının fısıltısı bana zaman aynasını getirdi.

Hava biraz puslu, uzaktaki ulu ağaçların uğultusunu getiren sabırsız bir rüzgâr arada bir görünen güneşe çarpıp gölün yüzeyini harelendiriyor. Dingin gölün yüzeyi beni rahatlatmıştı, çocukluğumun korku yaratan sözcüklerini anımsamıştım. Çocukluğumuzda bizim sokağın bütün çocukları aynı sözcüklerle korkutulurdu. “Abukarı seni yer bak! Ya da seni bohçacı karıya veririm!” Ağzını yamultup dudaklarını çarpıtıp abukarı olan, Münire Teyze’dir. İlkokula başladığımız günlerde benden daha çok abukarıdan korkan Çetin’le birlikte giderdik okulumuza. Sevim Teyze’yle Muhittin Amca’nın büyük oğluydu Çetin. Sevim Teyze’nin bütün günü soğan soyup doğramakla geçerdi. Az kıyma çokça soğan doğrayarak şahane börekler yapıp sabah ezanıyla camekanlı el arabasını eliyle iterek yürütüp giderdi işine Muhittin Amca. Çocukların korkulu rüyası Abukarı Münire Teyze’ye Veli Amca, “Mürvet Hanım” diye seslenirdi. Bizim Münire Teyze’miz, Veli Amca’nın hayranlıkla sevdiği Mürvet Hanım’dı.

Münire Teyze; İzmir Devlet Hastanesi’nin çamaşırhanesinde çalışırdı, Veli Amca da aşçıbaşısıydı. Aksi ve küfürbaz Veli Amca’yı nasıl sakinleştireceğini, onu nasıl uysal bir âşığa çevirdiğini anlatmasını dinlerlerdi bir araya toplanıp kadınlar. Biz çocuklara da, “Siz çıkın dışarı, bu konuşmalar size göre değil, çocuklar öyle laf dinlemezler, ayıp” derlerdi. Merak tavan çocuklarda tabii. Ben; Neriman Köksal’a benzetirdim Münire Teyze’yi. Şimdi düşününce sokağımızın en alımlı, en sosyetik kadınıydı. İşe gitmediği bir hafta sonu, kolunda çantası, üzerinde japone kollu, belden kloş bir elbise, permalı saçlar ve yürüdükçe çakkıdı çak sesi çıkaran topuklu ayakkabıları ile yola çıkmıştı. Meğer o gün Konak’tan vapurla karşıya geçecekmiş hava olsun diye.

Benim ne eksikliğim var o lüks kadınlardan” derdi! Veli Amca ise, acayip kıskanıyor Mürvet Hanım’ını ve takip eder o gün onu. Dolmuştan inip Konak İskelesi’ne kadar yürüdüğü yol boyunca, alımlı, havalı halini, bukleli saçlarını yele savuruşunu gördükçe pil takılı kalbinin duracağını hissediyor ama yine de dayanıyordu. Birinci sınıf bilet, bir de gazete alıp vapura biner Mürvet Hanım. Birinci sınıf kompartımanda cam kenarına oturur ve bir sigara yakar. Elindeki gazeteyi okumaya başlar, arada bir de çaktırmadan etrafına bakınır Münire Teyze. “Hayret,” der kendi kendine, “çok mu havalı görünüyorum da herkes bana bakıyor” diye düşünür. Aslında okuma yazması olmayan Münire Teyze, gazeteyi ters tuttuğunun farkında olmadan okuyormuş gibi yapmaktadır.

Sözün kısası, Karşıyaka İskelesi’nde vapurdan indiği gibi kocası hışımla koluna giriverir. Kadın rüyadan uyanmış gibi irkilip sert bir bakış atar yanındakine: “Aaa!” Kendini çabuk toparlasa da yediği küfrün ve kolunu sıkan ellerin hışmını kimseye çaktırmamaya çalışmaktadır.

Zaman aynasına akseden canlılık için onlara minnet borçluyum. Ruhları şad olsun.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar