YAŞAM 

‘YAŞAMIN LOŞ ERGUVAN BOŞLUĞUNDA’ İÇİMİZİ KAPLAYAN HÜZÜN

Covid-19 günleri, hafta sonu sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte içine kapana kapana geçip gidiyor, işte… Yalnızlık günleri, sessizlik günleri, ıssızlık günleri; yaşadığımız… Fransız şair Benjamin Péret’in “Artık sessizlik bile senin değil/ değirmen taşlarının dönmez olduğu bir yerde” dizeleri geliyor aklıma. Şair yürekli bir yazar, o gece, bir şeyler karalıyor sürekli: “Bazen gökyüzünde ıslık çalan yıldızlar; bazen yağmur, kar; bazen sessizlik… Derin bir akşamın içinde yalnız bir kadın… Yaşamın loş erguvan boşluğunda yüreğini kaplayan hüzün…” ‘GİT AÇ KAPIYI!’ İçe dönük günlerimizin getirdiği hüzünle Çek şair Miroslav Holub’un bir şiirini mırıldanıyorum, hüznümüz –biraz…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘YAŞAMAK BİZE KALANDIR HÂLÂ’

Macar şair Lajos Kassák’ın “Yaşamak ve güneş belleksiz/ iç içe gökle, uzak hasret artığına sürgün;/ yaşamak bize kalandır hâlâ/ parmaklarımız çoktan buza tutuklu” dizelerini okuyorum bir pazar öğleden sonrasında. Koronavirüs günlerinin elbet bir gün biteceği umudu dört bir yanımızı sarmış olsa da, yine de kaygı duyuyoruz gelecekten. ‘DARMADAĞIN OLMUŞ BİZLER; SABIRSIZ VE SIKINTILI’ ‘Gelmeyen Ziyaretçi’ şiirinde “Akşam geçip gitti ve neredeyse kayboldu ayın yüzü/ Yazık! İkinci akşam da birinciye eklenmek üzere” diyen Iraklı şair Nazik el-Melaike gibi bekliyoruz bugünlerin geçmesini. Nazik el-Melaike, şiirinin devamında şunları söylüyor: “İşte, gözlerinin önünde sona…

Devamını Oku
YAŞAM 

GÜNEŞ VE GÖLGE

“Karmaşık bir yumağı çözmek isteyen, ipleri düşüncesizce çekiştirmemeli.” – Sun Bin Bir kadın, pencerenin önündeki masasında oturmuş elindeki kurşun kalemle bir şeyleri not ediyordu defterine. Kış güneşi gözünü alınca rahat çalışamayacağını düşünüp krem rengi saten güneşliğin bir ucunu tutup az çekti, tümüyle kaçırmak istemiyordu ışığı. Yazmaya, not etmeye devam etmek için defterine eğildi. Pencere camından bir ses geldiğini hissedip cama çevirdi başını. Çıtırtı sesi kelebeğin cama çarpması gibiydi. Yanılmıştı! Kayısı ağacının kuru dallarında kalan iki sararmış yaprağın cama çarpması, ışık gölge oyunu olmuştu. Son yapraklarını döken ağacın vedasıydı bu. Sonra…

Devamını Oku
YAŞAM 

HAYATIN SESSİZLİĞİNDE

Günlerin, haftaların getirdiği yahut götürdüğü şeylerle pek ilgili olmadan, kendi ruh ikliminin özgür doğasıyla hareket etmek, öyle davranmak; yürümek isteniyorsa yürümek, koşmak isteniyorsa koşmak; gülmek isteniyorsa gülmek, ağlamak isteniyorsa ağlamak… En çok da mevsim yağmurları yağarken, elinde şemsiyeyle kentin kalabalık caddelerini kaldırım kaldırım arşınlamak… Evet, işte, ben de aynen böyle yapıyorum. Günün koşuşturmasının ardından bir-iki saat kentin kalabalık caddelerinde yürüyorum. Hele hava da yağmurluysa eğer, daha bir mutluluk duyuyorum bu “sessizlikten”. Pardösüme daha bir gömülüp kentin ışıltılı kaldırımlarında ilerliyorum. Şemsiyeme vuran yağmur damlaları iç “sessizliğimi” daha bir ezgileştiriyor. Kentin dört…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ GÜNLÜKLERİ, ÇSG YAZARLAREVİ, HAYAT UZAKTAN…

Bugün soğuk, kapalı, nemli bir pazar… Günün güzelliği kız kardeşimin doğduğu gün olması… Daha… Onu düşünüyorum ben de: Daha? Hafta sonu ev kısıtlamaları var yine… Yakın çevreden hastalık haberleri geliyor. Dil nasıl değişti son dokuz ayda. Hasta demiyoruz artık, testi pozitif diyoruz. Pozitif sözcüğü bu dile girdiğinden beri hiç bu kadar negatif bir çağrışım yapmamıştır herhalde. Geçen şubatta yapılması planlanan ‘Behçet Çelik Öyküleri Üzerine’ başlıklı Yazarlarevi etkinliğimiz; önce İdlib şehitlerinden, sonra da 11 Mart’ta ilk Covid-19 vakasının açıklanmasından dolayı her şey “bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişirken” ileriki bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

HÜZÜNLE YÜRÜYORUM ŞİMDİ ADANA SOKAKLARINI!

Eski Adana’mızda sinema sefalarımız çok olurdu; bu, yaz aylarıyla da sınırlı kalmazdı üstelik. Televizyon henüz bizi esiri yapmamıştı ve annemle babamın da tek eğlence kaynağı sinemaydı. Sun Sineması ve Sun Sineması Sokağı… Efsaneydi o zamanlar. Harika bir konumu, muhteşem bir salonu vardı. Ya da benim çocukluk düşlerimde öyleydi. Şehrin en müstesna semtinde, dünya sinemalarından en yeni filmlerle bize kollarını açardı. Her cumartesi öğleden sonra saat 2’de çocuk matinesi olurdu. Ve babam bizi cumartesi günleri götürürdü. Benim için ne büyük mutluluktu ki hem babamla beraberdim hem de en güzel çocuk filmlerini…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR BİZE’

Hilmi Yavuz’un “Hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız” dizelerine belki bugünlerde daha çok tutunuyoruz. “Tutkulu”, “sevecen” ve bir o kadar da “yalnızız”. “Acının teleğinden” yahut “gecelerin lacivert gergefinde” şiiri bir “kuş gibi örerek” bugünlerin geçmesini bekliyoruz. Ve diyoruz ki: “Biz ki sessiz ve yağız/ bir yazın yumağını çözerek/ ve ölümü bir kepenk gibi örterek üstümüze/ ovayı köpürte köpürte akan küheylân/ ve günleri hoyrat bir mahmuz/ ya da atlastan bir çarkıfelek/ gibi döndüre döndüre/ bir mahpustan bir mahpusa yollandığımız.” ‘KAHKAHA KUŞLARI’ BİZİ TERK ETTİLER Dışarıda ölüm…

Devamını Oku
YAŞAM 

KUŞLARIN YOLCULUĞU VE SİMURG

“Açıkta aradığın zaman gizlidir, gizlide aradığın zaman meydanda!” – Feridü’d-din Attar İzmir’in Basmane semti, en eski mahalleleri, esnafları, çarşıları, otelleri, tarihi yaşatan tren garı, sabahçı kahveleri ve meşhur karakolu Kantar ile anılan içli ve hüzünlü semtlerinden biridir. En berduşundan en güngörmüşüne kadar hepsini bağrında saklar, hanımeli sarmaşıkları ile beyaz mavi yaseminleri kucak kucağa salınır, limon ağacının dallarına dokunurlar arada bir. İşte, burada Namazgâh Mahallesi’nde yaşayan masalcı ninenin avlusunda, bir limon ağacına kol uzatmış kokulu beyaz yaseminlerin altında, kurulmuş bir masanın etrafında ve ellerimizde limonlu bitki çaylarımızı yudumlayarak mistik Doğu masallarından…

Devamını Oku
YAŞAM 

PAPATYALARLA, FAYTONLARLA, HATIRALARLA ÇOCUKLUĞUMUN ADANA’SI!

Ben Adana’nın Kurtuluş Mahallesi’nde doğdum. Orada çocuk oldum, orada gençliğimi sürdüm, orada yaş aldım. Hâlâ da orada yaşıyorum ve hâlâ orayı çok seviyorum. Ziyapaşa Bulvarı hâlâ Adana’nın en sevdiğim caddesi. Ben en çok çocukluğumu sevdim orada, o mahallede en çok çocukluğumu yaşadım. Ve sanırım bu nedenle hâlâ içimde yaşatıyorum çocukluğumu! Ne çok istop oynadım, ne çok yakan top, ne çok yedi kule… Ve ne çok bindim bisiklete arkadaşlarımla beraber… Mahallelerinde oynayamadıkları için mi şimdiki çocuklar pek bir büyük, sanki içlerine büyük büyük adamlar kaçmış gibiler? Büyümüş de küçülmüşler adeta! Oysa…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KIŞ, ANILAR, BİR ÖYKÜ, BAŞKA PENCEREDEN…

Kasım da bitti… Kış başladı işte. Günlerin kısaldığını, erken kararan havadan anlıyorum. Sitenin çocukları bile artık oyun alanına çıkmıyorlar. İçe, daha içe dönme zamanı şimdi… Geçenlerde pencere ile ilgili bir yazı okudum, sevdiğim bir kalemden, Feyza Hepçilingirler’den. Pencerenin dışa açılan yanımız olmasından, evdeyken bile dış dünyaya karışmayı sağlamasından söz ediyordu yazar; yoldan geçenleri seyrederken onlarla ilgili hikâyeler kurduğundan sonra… Bu duygudaşlığı ben yıllar yıllar önce Pınar Kür’ün ‘Taksim-Maçka’ öyküsünü okurken yaşamıştım en son. Öyküde, birbirine âşık yeni evli bir çiftin her sabah işe giderken kestirme olsun diye geçtikleri parkta karşılaştıkları…

Devamını Oku