YOLCULUK NEREYE?
-ADANA-
Hayatlarımız kesişim kümeleri gibi. Birimizin hayatı öteki ile kesişiyor, ötekininki beriki ile, berikinin hayatı bir başkası ile, bir başkasınınki herkesinki ile. Herkesinki başka herkesinkilerle… Herkes birilerinin hayatı içinde, birileri herkesin hayatlarına dâhil olmuş. Olmasına olmuş da, ne kendilerinin haberi var bu dâhil oluştan, ne de dâhil oldukları hayatı yaşayanların!
Matruşka bebekler gibi hayatımız. Kapağımızı açıp bakıyoruz içeri. Kendimizden bir parça görmeyi beklerken bakıyoruz ki bir başkası var içimizde. O bir başkası parçamız olmuş bir şekilde ve haberimiz bile olmamış içimize yerleşiveren bu parçadan. Kim bilir? O başkasının da kendi içindeki parçadan haberi yok belki. İç içe geçmiş bu matruşkaları doldurmuşlar kutulara. Kutuları daha büyük kutulara… Daha büyük kutuları daha da büyük kutulara…
İç içe geçmiş hayatlar yaşıyoruz. Kendi hayatımızı yaşadığımızı sanırken, farkında olarak ya da olmayarak başka hayatların kenarına köşesine ilişiyoruz. Bazen ilişmekle de kalmayıp sıkı sıkıya sarılıyoruz o hayatlara. İlişip kaldığımız ya da sıkı sıkıya tutunduğumuz hayatlar sürüklüyor bizi, çoğu zaman kendilerinin de farkında olmadan takıldıkları başka hayatlarla birlikte, başka mekânlara, başka zamanlara… Bir köşesinden takılıp kaldığımız ve kopamadığımız hayatlar henüz yaşamadığımız ve asla yaşayamayacağımız bambaşka dünyaların kapılarına götürüp bırakıyor bizi. Şaşkın, yalnız ve çaresiz kalakalıyoruz tanımadığımız, bilmediğimiz yerin arkasını göremediğimiz kapısının önünde.
Sadece… Sadece kendimize ait olan hayat parçamız var mı? Sadece kendimiz için yaşadığımız minicik bir zaman parçası?
Sabah aynanın karşısında keyifli ıslık nağmelerimizin eşlik ettiği tıraş bıçağı bizim için mi kayıyor yüzümüzdeki köpüklerin arasından, dünden kalan sakallara dokunarak? Elbise dolabımızdan aldığımız gömleğimiz ve üzerine özenle seçtiğimiz kravatımızı kendimiz için mi bağlıyoruz dikkatli bir şekilde?
Öyle mi sanıyorsunuz?
Yemek yediğimiz restoranı, izleyeceğimiz filmi, okuyacağımız kitabı seçerken kendimiz için seçiyor olsak bile, kendimiz mi seçiyoruz? Kendimizin yapmadığı bir seçim, ne kadar bizim olabilir ki? Hayatlarımızın, hayattaki seçimlerimizin içinde kimlerin olduğunu biliyor muyuz?
Hayatımız sanki bir otomobil. Binlerce başka araçla birlikte bir otoyolda gidiyor. Aracımızın hızını bile kendimiz ayarlayamıyoruz. Konvoy hızlıysa hızlanmak, yavaşladığında yavaşlamak, durduğunda da durmak zorundayız. Bir yol işareti “Buraya doğru gideceksiniz” diyorsa, binlerce araç toplu halde oraya doğru gidiyoruz. Hızlanmak yasak, yavaşlamak yasak, durmak hepten yasak! O yolda gidecekseniz, yolun kurallarına uyacaksınız.
En iyisi yoldan çıkmak, bir fırsatını bulup atmak kendimizi konvoyun da arabanın da dışına. Önce dışarıdan seyretmek konvoyu, konvoyun ve konvoydakilerin komik, sıradan, sıkıcı görüntüsünü. Sonra konvoya da, konvoydakilere de sırtımızı dönüp yürümek. Bambaşka, hiç bilmediğimiz, görmediğimiz, sadece bize ait, yeni, bambaşka hayatlara doğru yürümek.
Sıradan, o güne kadar farkında bile olmadığımız ve hatta çoğu zaman burun kıvırdığımız yerlerde ve zamanlardadır belki de sadece bize ait olan o hayatlar?
En uyduruğundan bir olta alıp oturduğumuz, yüzümüzü denizden esen rüzgâra verip oltaya gelecek balığı beklediğimiz suyun kenarındadır mesela.
Mesela… Sıcak yaz günlerinde koyu gölgesinde miskinlik ettiğimiz o ulu çınarın altındadır.
Belki de… Nazende sevgilisi yâdına düşen can dostumuzla iki tek atıp beraber efkârlandığımız, üzerine yılların muhabbetlerinin sindiği tahta masadadır.
Kim bilir? Belki oraları bile bir başkası ile paylaşıyoruzdur bilerek ya da bilmeyerek? Oralarda bile vardır bir şekilde birileri?
Vardır mutlaka! Hiçbir yerde olmasa bile, aklımızda, kalbimizde, anılarımızda gizlenip kalmıştırlar.
Sadece bize ait, içinde sadece bizim olduğumuz bir hayat var mıdır gerçekten?
Galiba yok. Ne yapsak da, hayatımızı kendimiz için yaşayamıyoruz. Paylaşmak zorundayız bir başkalarıyla. Başkaları bizim hayatımızda olacak, biz başkalarının hayatında olacağız hep.
Asla tek başımıza yaşamayacağız bu hayatı; ama her hâlükârda tek başımıza terk edeceğiz.
Fotoğraf: Mustafa Öncül