YAŞAM 

ABRUZZO BÖLGESİ’NDE KIŞ MEVSİMİ

ARALIK 2008’İN SON GÜNLERİ… L’AQUILA – Hava son birkaç gündür iyice soğudu burada. Yakında kar da yağmaya başlar ve Abruzzo Bölgesi’nin o dik yamaçlı dağlarının uzun süredir giyindiği gelinlik şehrimizi de süslemeye koyulur. Abruzzo Bölgesi, İtalya’nın en yüksek coğrafyası olduğu için uğramaz buraya o pek meşhur Akdeniz iklimi. Karasallaşıp diğer iklimlerden farklılaşmıştır Abruzzo bu yönüyle. Bulutların içinde yaşamak, sis indiğinde göz gözü görmemektir Abruzzo’yu solumak. Sicilya’ya inip on derece enleminde olmak, Napoli Körfezi’nde dalgalarla boğuşmak ya da Venedik’in serin sularında bulmak kendini… İşte, tüm bunlar değildir Abruzzo’da kardan adamlı bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘BENİM DÜNYAM, BENİM; SİZİN DÜNYANIZ, SİZİN!’

Gece sessiz, parkta hiç çocuk yok. Bir kadın var. Sesini tüm dünyaya bağırmak istiyor: “Benim dünyam, benim; sizin dünyanız, sizin!” Bir kez daha haykırıyor: “Benim dünyam, benim; sizin dünyanız, sizin!” Her gece aynı çocuk parkında, aynı acıyla… Odamın penceresini açıp “Sana yardım etmek istiyorum” demek geliyor içimden. Çıkamıyorum. Yardımcı olabilecek birilerini arıyorum. Geliyorlar. Bir neden bulamıyorlar ona yardımcı olmak için. Dünyasını farklı kılan her neyse onunla baş başa bırakıp sirenleriyle ayrılıyorlar parktan. Aklıma Mine Söğüt’ün kitabındaki Sevim Teyze geliyor. Beş Sevim Apartmanı’nda yaşayan Sevim Teyze… Küçük yaşta evlendirmişler Sevim Teyze’yi.…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

GİDERKEN BİLE BİRLEŞTİRDİN

Babayiğit bir kadın… Babadan daha baba, yiğit kadar da yürekli. Mersin’in Lina Abla’sı. Bu satırları yazacağım zamanın biraz daha geç olmasını isterdim. Seninle tanıştığımız gün, gözümün önüne gelip durdu naaşına bakarken… – Adın ne senin? – Melodi benim ismim, Lina Abla. – Ne güzel ismin varmış senin, insanın ismini söyleyip durası geliyor… Biz böyle tanışmıştık Lina Abla ile. Mezarlıkta, bir yayın öncesi… Çoğu Mersinli tanıyor, ben bir kez daha anlatacağım satırlarımda. Mersin’de 23 yıldır dinlerarası buluşmayı sağlayan bir öncüydü Lina Nasif. Dinlerin ayrıştırmadığını, aksine tek bir yürekte toplandığını savunan biriydi……

Devamını Oku
YAŞAM 

SERSERİ YAZI

Ne çok insan, ne çok kırık dökük anıyı sürüklüyor ağır paçalarında, Mersin’in caddelerinde gezerek… Hastane Caddesi’nde, İstiklal Caddesi’nde, İnönü Bulvarı’nda, Uray Caddesi’nde, Zeytinlibahçe Caddesi’nde, adı sanı bilinmez kenar mahalle caddelerinde, sahil caddelerinde, AVM caddelerinde, ne çok insan… Doğulular, Batılılar, Kuzeyliler… Suriyeliler, onlar da Güneyliler… Limana yakın ara sokaklarda, ara sokakların karanlığına gizlenmiş barlarda beynelmilel denizciler… Ağır paçalarında ne çok kırık dökük anı, telaşsız adımlarında ne çok hayal kırıklığı, ne çok yorgunluk, ne çok umutsuzluk… * * * “Bu şehre sadece umudunu kaybetmişler gelir” demişti güngörmüş esrarkeş. “Umudu olan ne etsin…

Devamını Oku
YAŞAM 

YALNIZLIĞIN SESİ

Çaresizlik rüzgârları suratıma soğuk elleriyle tokatlar atmaya başlamış bulunmakta. Tek dostunun üzerine gelen duvarlar ve yalnızlığın sesi olduğu anlarda mı düşünür insan en çok? İşler bu raddeye nasıl geldi? Sonun başlangıcı ne zamandı? Ruhunu avuçları arasına alıp nefesini kesinceye dek senin boğazını sıkmaya devam eden hayat, sana bunu neden yaptı? En son ne zaman mutlu oldun? Üzerinden uzun zaman geçen anları hatırlamaz artık insan. Biliyorum, bir zamanlar mutluydum. Ama zihnim ipleri tutamıyor artık. Kontrol, beni parçalayan bir ayı kapanı misali. Ateşle oynamaya devam edemem. Küller üzerime yapıştı ve is kokuyorum…

Devamını Oku
YAŞAM 

SONBAHAR YAPRAKLARI GİBİDİR ÖMÜR

Kaç gündür elim erip de bir türlü süpürme fırsatı bulamadığım bahçeye dökülen sonbahardan kalma yaprakları süpürmeye başladığımda renk cümbüşü içinde kayboluverdim. Kimi kurumuş kimi rüzgâra tutunamayıp dökülen yaprakları avuç avuç başımdan aşağı dökerek yıkanırken bir ömrün renklerinde bir düş yolculuğunda buluverdim kendimi. Uzun süren sonbaharın dökülen yaprakları, beni tam da düşüncelerime göre olan bir kitabın içine çektiğinin farkına vardım. Köye gelen bir yabancının rastladığı oğlana ‘Tetsuya’ adında bir okçu ustasını sorması oğlanı şaşırtır. “Tetsuya marangozdur, kimse onun elinde yay görmemiştir!” Yabancının inatçı ısrarını anlayınca “Sizi ona götüreyim” diyerek yabancıyı Tetsuya’nın…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘YAŞAMAK BELALI BİR HAL ALIRKEN’; İYİ Kİ SANAT VARDI

“Yaşamak belalı bir hal alırken/ acıyla doluyor günlerin sarnıcı” diyor Ahmet Telli. Korona günlerinde edebiyata ve anılara sığındık çoklukla. O günlerde karıştırdığım defterime not düştüğüm bu şiirin ne kadar da günümüzle örtüştüğünü fark ettim. Hüzünlü günlerdi! Ama bir şekilde hayata tutunmalıydık. Kendimiz için değilse bile gelecek nesiller için bunu yapmak zorundaydık! Geçirdiğimiz zorlu dönem benim için diğer insanlar kadar zor olmadı açıkçası Çünkü biz sanatla uğraşan insanlar yalnızlığımızı severiz, yalnızlık bizi besler çoğu zaman. Zaman zaman insanlarla bir arada olmak, seyahat etmek, diğer sanat dallarını takip etmek iyi gelse de…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘MEVSİM GÜZ, KASIMDA AŞK BAŞKA…’

Yılların biriktirdiği hüzün, son günlerin yağdırmakta olduğu gözyaşı sürükleyip götürüyor bizi uzaklara. Gökyüzü mavisi bakışlar doluşuyor gözlerine, gözlerin okyanus derinliği oluveriyor. Bulutlar sonbahar önceliğinin yahut sonralığının kararsızlığını yaşıyor. Kasım ayının en delidolu, en doyumsuz, en karmaşık duygularıyla sarmalanıyor dört bir yanımız. Ve sessizliğin sesiyle çoğalıyoruz. Denize bakan bir kafede kahveni yudumluyorsun şu sıralarda, biliyorum. Mızıka çalan bir çocuk görüyorsun, parmakları üşümüş; mızıkanın melodisi duygularını kıpırdatıyor ve sen iç dünyanda düşlerinle buluşuyorsun. Kasımdan, kasımpatılardan dem vuran bir şairin (*) ‘güz hüzünlenmesi’ne ortak oluyorsun ansızın: “Mevsim güz/ kasımda aşk başka/ ayrılık, her…

Devamını Oku
YAŞAM 

VİŞNE SUYU

Akşam yemeğini yiyordum. Elimdeki çatalı tabağımdaki patatese tam saplayacaktım ki kapının zili acı acı çaldı. Aslında normal çaldı da nedense hep böyle tarif edilir. Kalktım, açtım. Kapının önünde biri kadın üç kişi duruyordu. Erkekler aynı mağazadan alındığını sandığım lacivert takım elbiseler giymişlerdi. Kadınsa kahverengi etek, ceket giymiş, saçlarını topuz yapmış ve siyah kemik çerçeveli gözlük takmıştı. Ve yüzünde ‘Bak, fena döverim ha!’ ifadesi vardı. Lacivert takım elbiselilerse biraz önce acı bir şey yutmuşçasına yüzlerini buruşturmuşlardı. Sesleri duyup hemen ayağımın dibine gelen meraklı kedim Farfara’yla birlikte gelenlere şaşkınca bakıyorduk. Neyse, kendimi…

Devamını Oku
YAŞAM 

YALNIZLIĞA ÂŞIK BİR BEN

Kasımı ortaladık gidiyoruz. İçimizde geçmişten kalma hüzünler, hele de yağmurlu ikindilerde gözlerimizden yüreğimize süzülüp gidiyor. Sokakta sarmaş dolaş yürüyen sevgililer görüyorum. Sinema önlerinde bir aşk filminden çıkmışlığın tuhaf his cümbüşünü, kaybolmuşluğunu veyahut özlemi, tutkuyu, umudu arayışın sarhoşluğunu yaşıyorlar. Yağmurlu ikindi vaktinde sokak aralarında, kafe önlerinde dolanıyorum. Gözlerim dolu dolu oluyor; terk edilmişliğin, yalnızlığın insanı olgunlaştıran yanı, bir o kadar da kahredici tarafı. Ben, “olgunlaştıran” tarafındayım. Ve hep de o tarafta olacağım. “Yalnızlık tanrıya mahsus” diyenlere inat, ben hep yalnız tarafta bulunacağım. Yalnızlık, bir başınalık bana hep güç veriyor çünkü ve…

Devamını Oku