YAŞAM 

VİŞNE SUYU

Akşam yemeğini yiyordum.

Elimdeki çatalı tabağımdaki patatese tam saplayacaktım ki kapının zili acı acı çaldı.

Aslında normal çaldı da nedense hep böyle tarif edilir.

Kalktım, açtım.

Kapının önünde biri kadın üç kişi duruyordu.

Erkekler aynı mağazadan alındığını sandığım lacivert takım elbiseler giymişlerdi.

Kadınsa kahverengi etek, ceket giymiş, saçlarını topuz yapmış ve siyah kemik çerçeveli gözlük takmıştı.

Ve yüzünde ‘Bak, fena döverim ha!’ ifadesi vardı.

Lacivert takım elbiselilerse biraz önce acı bir şey yutmuşçasına yüzlerini buruşturmuşlardı.

Sesleri duyup hemen ayağımın dibine gelen meraklı kedim Farfara’yla birlikte gelenlere şaşkınca bakıyorduk.

Neyse, kendimi toparlayıp “Buyurun” diyebildim.

Bak, fena döverim ha!’ bakışlı kadın, “TAPDK’den geliyoruz” dedi.

Affedersiniz, TAPDK de neresi? Adana civarında bir yer mi?” dedim.

Kadın sertçe, “Beyefendi, TAPDK bir yer değildir. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumudur” dedi.

Hâlâ anlayamamıştım.

Kontrole geldik” dedi kadın.

İ-i-içeri bu-bu-buyurun” dedim.

Ve o an kekelediğimi fark edince çok şaşırdım.

Ama dikkat edin, kedimin kuyruğuna basmayın” diyebildim nedense.

Girdiler ve yemek masasını kuşattılar.

Bak, fena döverim ha!’ bakışlı kadın masadaki şarap kadehini eline alıp “Ne içiyorsunuz?” dedi yine sertçe.

Korkmuştum!

Vişne suyu” dedim ve ekledim: “Ben kıymalı patatesin yanında muhakkak vişne suyu içerim.

Kadehi burnuna yaklaştırdı ve burnunu oynatarak koklamaya başladı.

Çocukken bir tavşanım vardı ve o da böyle burnunu oynatarak koklardı.

Kahkahalarla gülmek istedim ama hiç yeri olmadığını düşünüp sonraya bıraktım.

Gözlerimin içine baktı, “Ama bu şarap” dedi.

Vallahi, ben vişne suyu diye almıştım. Sanırım tezgâhtar bir yanlışlık yaptı. Zaten ben de bu vişne suyu niye böyle tatsız?” diye düşünüyordum.

Kadehi sertçe masaya bıraktı.

Bu evin içki ruhsatı var mı?” dedi.

Bugünlerde çıkaracağım. On iki adet vesikalık fotoğraf istediler. Çektireyim, hemen çıkaracağım” dedim.

Sana ceza vermek zorundayız” dedi.

Birden ürktüm. “Siz”i bırakıp “Sen” demeye başlamıştı.

Bu işin sonu iyi gelmeyecekti. Keşke annem yanımda olsaydı. Çocukken yaptığım gibi eteğinin altına saklanırdım.

Ne cezası?” diyemeden lacivert takım elbiselinin biri sağ koluma diğeri sol koluma yapıştı.

Memure hanım, “Aç avuçlarını bakayım” diye bağırdı.

Ne verecek acaba?” diyerek avuçlarımı açtım. Memure hanım, sol omuzuna asılı çantasını açıp otuz santimlik tahta bir cetvel çıkardı.

Aaaaa, bu kadın neremi ölçecek acaba?” diye düşünürken cetveli hızla sağ avcuma indirdi.

Yüzümdeki dehşeti fark eden sevgili kedim Farfara kendini koltuğun altına atıp korkuyla bizi izlemeye başladı.

İkinci darbe sol avcuma indi. Acıyla kıvranmak istiyordum ama lacivertliler beni öylesine sıkı tutuyorlardı ki bir türlü dramatik pozlar içinde kıvranamıyordum.

Cetvel yıldırım gibi avuçlarıma iniyordu.

Kadına, “Bari plastik cetvel kullansanız” dedim inleyerek.

Kendimden geçmişim.

Uyandığımda ter içindeydim. Yatağın kenarına oturdum. Avuçlarımı açtım. Kızarmış ve şişmişlerdi.

Başımı sallayarak gülümsedim. Saat üçü on geçiyordu. Kalktım, mutfağa gittim.

Akşamdan kalan şarabı çıkardım, bir kadehe koydum. Balkona çıktım.

Lacivert gökyüzünde ışıldayan dolunaya kadehimi kaldırdım ve “kafalarının içi örümceklenmiş, çağdışı kalmış bilumum siyasetçilere” iyi dileklerimi (!) yolladım.

Ay gülümsedi bana, ben gülümsedim.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar