YAŞAM 

YALNIZLIĞA ÂŞIK BİR BEN

Kasımı ortaladık gidiyoruz. İçimizde geçmişten kalma hüzünler, hele de yağmurlu ikindilerde gözlerimizden yüreğimize süzülüp gidiyor.

Sokakta sarmaş dolaş yürüyen sevgililer görüyorum. Sinema önlerinde bir aşk filminden çıkmışlığın tuhaf his cümbüşünü, kaybolmuşluğunu veyahut özlemi, tutkuyu, umudu arayışın sarhoşluğunu yaşıyorlar.

Yağmurlu ikindi vaktinde sokak aralarında, kafe önlerinde dolanıyorum. Gözlerim dolu dolu oluyor; terk edilmişliğin, yalnızlığın insanı olgunlaştıran yanı, bir o kadar da kahredici tarafı. Ben, “olgunlaştıran” tarafındayım. Ve hep de o tarafta olacağım.

Yalnızlık tanrıya mahsus” diyenlere inat, ben hep yalnız tarafta bulunacağım. Yalnızlık, bir başınalık bana hep güç veriyor çünkü ve biliyorum ki hep de güç verecek.

Yalnızlık öyle bir anda, öyle bir defada gerçekleşmiyor üstelik. Yalnızlık bir olgu… Bu olgunun oluşmasında kendinden ödün vermeyişler, dik duruş sergileyişler, inanılan değerlerden –ne pahasına olunursa olunsun– vazgeçmeyişler rol oynuyor. Yaşamda her şeyin bir karşılığı var. Kendinden ödün vermemenin, dik duruş sergilemenin, inanılan değerlerden vazgeçmemenin karşılığı da “yalnızlık” oluyor; koca bir yalnızlık hem de.

Geceleri akreple yelkovanın üst üste geldiği saniyelerde yoğunlaşıyor en çok da… Sanki o vakit yelkovan duruyor, akrep duruyor ve duvar saatinin yalnızlık çanları çalmaya başlıyor; gözlere yaş doluyor, genizlerde yumru birikiyor…

Ve ben kasım ortasında sırılsıklamım; ağlıyorum, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum.

Bu ruh halimden sıyrılmaya çalışıyorum. Bir kafenin üstü kapalı bahçesindeyim. Kaldırım taşlarına yağmur damlaları vuruyor. Koşuşturan insanları gözlemliyorum: Şemsiyeliler, şemsiyesizler; paltolular, paltosuzlar…

Hava yavaş yavaş kararıyor. Günün anlam ve önemine dair bir yalnızlık çöküyor bulunduğum ortama da. Tek tük insanlar; şimdi ise yalnızca ben.

Kaldırımlar bomboş şimdi. Yağmur şiddetini artırmış. Daha bir sarılıyorum yalnızlığa. Sanki sırılsıklam âşığım yalnızlığa. “Bir kahve daha söyleyeyim kendime” diyorum. Etrafıma bakınıyorum, garsonlar da gitmiş. Daha bir yalnızlaşıyorum. Galiba bundan da büyük keyif alıyorum.

Takvimler kasımı gösteriyor; geçmişten kalma hüzünler yalnızlığı gösteriyor, takvim yalnızlığını, kasım yalnızlığını gösteriyor.

Önümden iki sevgili geçiyor tam o sırada. Erkek, şemsiyesini açmamış; kadının şemsiyesiyle bütünleşmiş, öyle korunuyor yağmurdan. Onlara bakıyorum. Onlar da süzülüp gidiyor. Çantamdan kâğıt ve kalem çıkarıyor, bu yazıyı yazmaya koyuluyorum.

Yalnızlık tanrıya mahsus” diyenlere inat…

________________________________

Not: 10 yıl önce yazılmış bir yazı…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar