YAŞAM 

İÇİMİZDEKİ BOŞLUK

İçimiz hiç dolmayan boşluklarla kaplı. Bu da bizi tepkisiz, hissiz, yoktan müteşekkil bir varlığa dönüştürüyor. Boşluklarla bezeli ruhumuz bizi hiçliğe sürüklüyor, yok oluyoruz. Hep bir “anlamsızlık” duygusuyla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Anlam arayışı, bizi tüm anlamlardan uzaklaştırıyor, hatta kendimizden bile. Kendine yeni bir yol bulmaya çalışmak, boşlukları kapatmak için çırpınmak, yeni bir dünya kurmaya uğraşmak çok zahmetli ve bir o kadar da gerekli. İnsanın içinde yatıştıramadığı, ne yaparsa yapsın doyuramadığı bir yan var. Bir iç sıkıntısı, bir melal… Bu dünyaya ait değilmiş, hiç de ait olamayacakmış gibi bir his… Hem tüm…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİN TURNA KUŞU

Hayatımızdaki en güzel şeyleri hep en güzel an’a bırakmaya çalışırız biz, oysa bilmeyiz ki en güzel an, yaşadığımız andır. Hep eksikler buluruz kendimizde ve bu eksikleri telafi etmeye çalışırken elimizden kayıp giden bir hayatı da fark etmeyiz. İki oda, bir mutfak ve denize bakan küçük bir balkon… Bahçesinde üç incir ağacı – o incirler ki kimin kahvaltısı olmamıştı, salıncağı olan bir dut, bir de birkaç ördek. Bir el yetmez, bir evi geçindirmeye ben de el veririm; iki el oluruz, demişti. Çocukların derdi, kızların çeyizi, oğlanın askerliği… Çalışırım, gencim, gücüm yerinde,…

Devamını Oku
YAŞAM 

ŞU BİZİM MAHALLE

Göğü yararcasına yükselen modern apartmanların, şık mağazaların, ışıltılı marketlerin önünden, gösterişli arabaların arasından geçip nihayet mahallene ulaşıyorsun. Kendi topraklarındasın artık. Tedirginliğin geçti. Yürümen de mi değişti, ne? Artık her şey tanıdık burada. Mesela şu köşede saygıyla eğilmiş gibi duran ağaç. Ve onun yanındaki. Ve onların karşısındaki. Ve kediler… Her sabah doyurduğun, su verdiğin kediler. Gölgelerde uyuklamaktalar. Ve mahallenin tek özgür köpeği. Başını okşuyorsun, kuyruğu hareketleniyor mutluluktan. Yıllardır marketlere karşı kahramanca direnen bakkal amcaya bir selam çakıyorsun. Hemen yan tarafta dükkânının önüne sandalye atmış, gazetesini okumakta olan su tesisatçısı başını kaldırıp…

Devamını Oku
YAŞAM 

ATATÜRK’ÜN FUKARA KEBAPÇISI

90’lı yılların sonları ve 2000’lerin ilk yıllarında… Hatta 2000’lerin ilk on yılı içinde, her yaz düzenlediğimiz ‘Yaz Bekârları Gecesi’ vardı. Adana’nın muhabbet erbabı, nüktedan 50-60 ismi yılda bir kere toplanır, gece geç saatlere kadar esprilerle, anekdotlarla, fıkralarla ve tabii bol bol müzikle dolu harika zamanlar geçirirdik. ‘Yaz Bekârları Gecesi’ genellikle ses sanatçısı Mustafa Şimşek’in işlettiği Borsa Restoran’da yapılırdı. Şimdi hepsini sonsuzluğa uğurladığımız Aytaç Pekkocak, Nihat Özbek (Restoran Nihat), Yalçın Öcal, Ayhan Sagay (Kelebek Ayhan) muhteşem esprileri ile salondakileri kırar geçirirdi. Neyse… ‘Yaz Bekârları Gecesi’ni başka bir yazıda daha ayrıntılı anlatayım.…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAĞMURLU BİR HAZİRAN GÜNÜ MONA’YI SEVGİYLE ANARKEN

Biraz önce uçağın tekerleri piste değdi. Yorucu bir yolculuk oldu. Adana’dan İstanbul’a doğru havalanmıştık. Ankara’ya yaklaşınca kokpite gidip kaptan pilota “Ankara’ya uğrayıp Sakarya Çarşısı’nda birer Arjantin bira içsek hep beraber, nasıl olur?” dedim. Hoşuna gitti. Aslında Ankara’yı özlemiştim. Yolcular da olur deyince indik. O nedenle yorucu bir yolculuk oldu. Olsun, Ankara’nın havasını özlemle içime çektim. Paris, haziran ayının ortasında hâlâ soğuk ve yağmurlu. Ama ben Paris’in yağmurunu da çok seviyorum. Ve Seine Nehri’nin kenarında bir ağacın altına oturup nehrin mırıltısını dinleyerek Mona’yla şarap içmesini de seviyorum. Soğuk, ama biraz sonra…

Devamını Oku
YAŞAM 

VELESPİTÇİ YILMAZ

“Velespit” derdi ninem bisiklete. Zaten o dönemin insanları hep böyle derdi. Üçtekerlisinden başlayarak çeşitli boyda ve renkte birçok velespitim oldu. Ama sözcüğün Latinceden Fransızcaya geçtiğini ve Adana’nın Fransız işgalinden sonra burada da kullanılmaya başlandığını çok sonra öğrendim. Fotoğrafta gördüğünüz bu dükkân Sucuzade Mahallesi’nde iki sokağın kesiştiği yerde çıktı karşıma. Trafiğin böylesine çılgınca olmadığı ve bisikletin çokça kullanıldığı o güzelim eski günlerde buna benzer dükkânlar mahalle aralarında sıkça karşımıza çıkardı. Hoş bir duyguyla sarmalandım. Velespitlerimize atlayıp bağ yollarında neşeli naralar atarak çılgınca pedal bastığımız günler önümden geçip gitti. O iki tekerin…

Devamını Oku
YAŞAM 

BONCUK KIZ

Kendi karar vermeli insan kendi hayatı için. Kimi zaman yollar, kimi zaman yıllar, kimi zaman da insanlık halleri girer arasına kavuşmanın. Bir gün bir telefon alırsınız ve her engelin ortadan kalktığı ruh ferahlığına erişirsiniz. Benim için de öyle oldu. “Abla, kocamla yarın seni ve ağabeyimi kucaklayacağım gelip!” Derler ya, bütün hasretlikler kucaklaştığında bitiverir. Sadece on beş saniye sürer hasretlik! Güçlü bir sevgi bağından daha kıymetli bir şey olmadığına hep inanmışımdır. İşte, o on beş saniyeden sonra her şey aslına dönüverdi. Bizim gecekondu evimizin beton avlusunda, annemin tomata dediği küçük tüpün…

Devamını Oku
YAŞAM 

BEKLENEN GÜN

Kalaylı bir tepsi gibi tepede yanıp duran ay, yarım saat kadar önce bulutların arkasına saklandı. Sokak lambalarının ölgün ışığında cam gibi kaldırımları adımlayan Kerim, kayıp düşmemek için mücadele ediyordu. Rüzgâr sertleşti. Soğuk içini ürpertiyordu. Atkısını maskesinin üstünden ağzını örtecek şekilde kapatıp nefesiyle ısınmayı denedi. Gözlüğünü, camları buğulanınca çıkarıp cebine koydu. İnternetten tanışmalarının ikinci yıldönümüydü. Yetmişli yılların mektup arkadaşlığı benzeri bir ilişkiydi onlarınki. Kerim yeni biten ilişkisinin sarsıntılarını henüz atlatmıştı. Sosyal medyada sürekli artan bir ivmeyle yazışıyorlardı. İlk kez buluşacakları tarih, bulaş endişesiyle bugüne ertelenmişti. Bugüne dek sosyal medya fotoğrafları dışında…

Devamını Oku
YAŞAM 

BEYAZ ÇARIKLAR

Fotoğraftakilere dün bir antikacıda rastladım. Bir anda yıllar öncesine döndüm; çocukluğum adeta kare kare gözümün önünden geçti. Her ikisinden de vardı benim. Birinin (gri olanın) beyazı, diğerinin kahverengi olanı. Beş yaşında falandım yanılmıyorsam beyaz olanı alındığında. Annemle çok ciddi bir tartışmaya girmiş, bu tartışma sonunda annem pes etmiş ve almak zorunda kalmıştı. Mahalledeki çocukların neredeyse tamamında vardı bu plastik çarıktan ve neredeyse tamamı da beyazdı. Çok imreniyordum, benim de olsun istiyordum ama her istememde annem karşı çıkıyordu. “N’apacan onları? Senin ne güzel ayakkabın var, onu giysene! Sokak çocuğu olmaya mı…

Devamını Oku
YAŞAM 

ÇIRAK OLMAK

Bir odası üstte, bir odası da aşağıdaydı doğduğum evin. Yani iki odalı ve toprak damlıydı. Aşağıdaki oda misafirler için hep kapalı tutulurdu. Giremezdik. Meğer biz “dubleks” bir evde oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş. Büyüyünce öğrendim. Yaz geceleri de dama çıktığımızda “tripleks” oluyormuş meğer. Bir yaz sabahı yukardaki küçücük sofayla aşağıdaki küçücük avluyu birleştiren ve bastıkça gıcırdayan tahta merdivenin bir basamağına oturmuş, kollarımı tırabzana dayamış, kapı ağzında annemin babamı yolcu edişini izliyordum. “Baba, ben de gelim mi atölyeye?” dedim. Dediğime ben de şaştım. Şaşırdı önce, sonra gülümsedi. “Hadi, gel bakim” dedi. Atölyeyle…

Devamını Oku