YALNIZLIĞIN SESİ
-İZMİR-
Çaresizlik rüzgârları suratıma soğuk elleriyle tokatlar atmaya başlamış bulunmakta. Tek dostunun üzerine gelen duvarlar ve yalnızlığın sesi olduğu anlarda mı düşünür insan en çok? İşler bu raddeye nasıl geldi? Sonun başlangıcı ne zamandı? Ruhunu avuçları arasına alıp nefesini kesinceye dek senin boğazını sıkmaya devam eden hayat, sana bunu neden yaptı? En son ne zaman mutlu oldun?
Üzerinden uzun zaman geçen anları hatırlamaz artık insan. Biliyorum, bir zamanlar mutluydum. Ama zihnim ipleri tutamıyor artık. Kontrol, beni parçalayan bir ayı kapanı misali. Ateşle oynamaya devam edemem. Küller üzerime yapıştı ve is kokuyorum artık. Sabrın doruk noktaları olan o zirvelerden insan yüzleri ve manzaralar artık eskisi kadar güzel değil.
Gözyaşlarımdaki çığlıkların sesi sana ben dipteyken boğuk gelir, bilirim. Millerce derindeyim artık. Karanlık, kokuşmuş pis bir şeytan gibi dağlıyor gözlerimi. Yaşamaya dair tek bir sebep dahi olsun, görmüyor kör gözlerim. Ve soğuk ve ıssız bu kalbin odalarında geçirdiğim her bir dakika Kheiron’un oku gibi saplanmakta derinden.
Roller ve maskelerden sıyrılmak isterdi benliğim. Ne güç ama ne güç iş! Derime temas eden her bir yağmur damlası içimi ısıtacak ilahi bir aşkın varoluşsuzluğundan mustarip. Bu kadar kalın duvarlar ördüğüm vakit yara almam sanmıştım oysaki. Fırtına öncesi sessizlik göğsüme temas ettiği ara anladım ki kendimi korumam gereken kişi yine benmişim. Fiziksel bir değişim her şeyden daha kolaydı fikrimce. Ama yine de kaçmam gereken aynalar değil, yitirdiğim aklımmış.
Bana, sonu olmayan yollarda “Çıkmaz sokağa kadar yürüyeceğim” dedirten cesareti Kümülonimbus’tan mı almıştım? Bilmiyorum. Uzunca bir vakittir his ve düşüncelerime dair hiçbir bilgiye sahip olamıyorum. Savaş, ben acil çıkış kapılarına dörtnala koşmaya yeltenirken hep engeller koyuyor önüme.
Yaşamak mı? O konuda bir başarım olamadı. Ölmek mi? En büyük başarısızlıklarım da ondaydı…