EDEBİYAT 

DİYAGONAL DİYALOGLAR – 1: RENK VE KOKU…

– Papatyalar ne güzeller, değil mi? – Evet, güzeldir. – Bir arı olsaydım ya da bir kelebek, papatyadan başkasına konmazdım. – … – Düşünsene, ikimiz uçuşurken geliyoruz, papatyaya konuyoruz. Ortasındaki sarısına batıyor ayaklarımız, sarılar bulaşıyor her bir tarafımıza, sapsarı oluyoruz. Baştan ayağa papatya sarısı oluyoruz. – … – Beyaz yaprağına geçip şöyle bir yaslanıyoruz, güneşe karşı kafanı geriye doğru atıp dinleniyoruz. – … – Papatyanın yağı bedenimizi sarmalıyor; yumuşacık, tertemiz… Harika, değil mi? – … – Tam bir papatya oluyoruz. – … – Hafif bir rüzgâr esince papatyayla beraber salınıyoruz……

Devamını Oku
EDEBİYAT 

SÜRGÜN

Evine son bir defa daha baktı. Askılıktan şapkasını alırken eviyle sessizce vedalaşıyordu, boğazına bir düğüm takıldı, zordu insanın eviyle vedalaşması… Fakat yapılacak bir şey yoktu. Devlet böyle emretmişti, gidecekti. Yaşadıklarını, anılarını düşünürken boğazındaki düğümün gözünde bir yaşa dönüşeceğini hissetti. Sulu gözlü olmayı sevmezdi. Hem, dışarıda bekleyen ailesini daha fazla bekletemezdi. Demiryollarının amblemi, sarı yaldızlı şekilde kırmızı şapkasının üzerinde parlıyordu. Şapkasını babadan yadigâr ahşap bavulunun üstüne bırakıp evin kapısını çekti; fakat kilitlemedi. Oysa alışkanlığıdır; en az iki kere kilitlerdi evin kapısını. Ama bu sefer kilitlemeye gerek yoktu. Hırsızların bu evden çalacağı…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BEDEN YARASI

“Görüyordum; ama neyi? Renk ve görünmeden arınmış bir fezayı, bir okyanusu… Organlarım vardı; fakat ellerimi hangi uzvuma temas ettirsem, yokluktan yapılmışa benzeyen ellerime esir inceliğinde bir mevcudiyet geçmiyordu. Bir hayal, bir hayalettim.” – Filibeli Ahmet Hilmi, ‘A’mâk-ı Hayal’ ‘A’mâk-ı Hayal’; düşünür, yazar Filibeli Ahmet Hilmi’nin 1908 yılında kaleme aldığı ve Türk edebiyatında gerçeküstücü tonda yazılmış ilk roman kabul edilir. Fransız filozof, akıl hastası, tiyatrocu Antonin Artuad’yla özdeşleşen “organsızlaşan beden”; sonraları Deleuze-Guattari ikilisi ve bilakis Gilles Deleuze tarafından çokça işlenip özellikle edebî metinde izi sürülen im olarak çıkar karşımıza. Deleuze, ‘Anlamın…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

EDEBİYATIMIZDA UZAK BİR COĞRAFYA / SELÇUK BARAN

“(…) Hem çaresizliğin, anlayamamanın, çözümleyememenin, el yordamıyla yaşamanın, korkuyu bastırmak için cinayetlere bile kayıtsız kalmanın, hayata duyulan güzelim gençlik inancının çöküşünün doğurduğu bungunluğun, bir ömür süreceğine inandığınız büyük bir suskunun öyküsü mü olurmuş?” – Selçuk Baran, ‘Kış Yolculuğu’ Görmediğiniz evlerde, gitmediğiniz sokaklarda ve şehirlerde de bir yaşam vardır. Oralarda da sizin duyduğunuzu duyan, sizin gibi yaşamayı seven, yaşamaktan bıkan, kendini kendine mezar edip kendine gömülenler vardır. Topluma bakıp yaşamak karşısında, insan karşısında umutsuzluğa kapılıp artık bir şeylerin değişmesini yalnızca hayat ve zamandan bekleyen birileri vardır. İnsanı var eden, şekillendiren; yaşadıkları…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘MAYISTA ÜZGÜN GÖNLÜM’; İÇİM BİRAZ UMUT, ÇOKÇA HÜZÜN…

“Mayısta üzgün gönlüm/ her gün/ biraz daha artarken/ içimdeki hüzün” diyor Gülsüm Cengiz. Ve şiirini şöyle sürdürüyor: “Uzak dağlarda şimdi/ giyinirken ilkyaz/ gelincikleri,/ toplanırken kırlangıçlar yeniden/ geçerken güller tomurcuğa/ bir mayıs günü,/ sevdiğime verecek/ karanfil bulamadım./ Ona yüreğimi sundum.” Mayısı ortaladık gidiyoruz. Koronavirüs günlerinde karantinalı yaşantımız devam ediyor. Bazı büyükşehirlerde hafta sonu sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Toparlanıyor muyuz, yoksa bizi daha kötü günler mi bekliyor; bilmiyoruz. Baharı kaçırmanın üzüntüsünü yaşıyor belki birçoğumuz. Doğaya karışmanın, güneşi yudumlamanın, bahar çiçekleriyle koklaşıp oynaşmanın ne denli kıymetli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Umudu bırakmamaya, şiire…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BİR AYKIRI KADIN, KELEBEK ÖMÜRLÜ AŞ(I)KLAR

Maslow Piramidi’nin orta katında yer alan sevgi ve ait olma gereksinimi kadın ya da erkek bazı insanlar için piramidin tabanındaki temel gereksinimlerden biridir. Bu yazıya konu olan ana karakter de sevgi ve ait olma gereksinimini hava, su ve gıda gibi en temel gereksinimlerle aynı basamağa, İhtiyaçlar Piramidi’nin tabanına yerleştiren bir kadın: Nahit Gelenbevi Fıratlı’dır. Nahit Hanım, 1909’da Girit’te doğdu. Özgür, hoşgörülü bir ortamda büyüdü. İlk ve ortaokulu İstanbul’un Kandilli semtinde okudu. Erenköy Kız Lisesi’nde tamamladığı ortaöğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Kadro sıkıntısı nedeniyle öğretmenlik hayatına felsefe…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

GÖL, DOĞA ŞİİRİ, ELİF SOFYA, İNSAN, İNADINA CANLI…

Mayıs yağmurlarla geldi… Arada güneş yüzünü gösterse de alışılmış mayıs değil artık… Alışılmış ne kaldı hayatımızda? Derken bu hafta da birdenbire mevsim normallerinin üzerine çıktı sıcaklık. Anlıyoruz ki biz karantinadayken evimizde, bahar geçip gitmiş Adana’dan… Salgının dokuzuncu haftasındayız. Vaka sayılarında düşme, iyileşenlerde yükselmeyle olumlu bir tablo gözlenmeye başlasa bile kısıtlamalar devam ediyor. En azından biz, risk almak istemediğimizden önlemlerimizi sürdürüyoruz. Hayatı eve sığdırmaya devam… Korona günlerinin başından beri evden çalışıyoruz birçok kişi gibi. Geçen hafta, okuldaki odalarımızdan almamız gereken birkaç kitap için kampüse gittik. Terk edilmiş gibiydi, ıpıssızdı kampüs. En…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘BU SABAH HAVA BERRAK, HER ŞEY BİLLURDAN GİBİ’

Huzur veren bir Cahit Sıtkı Tarancı şiiri şöyle başlıyor: “Bu sabah hava berrak/ bu sabah her şey billurdan gibi/ gök masmavi bu sabah/ güzel şeyler düşünelim diye/ yemyeşil oluvermiş ağaçlar/ bulutlara hayretinden.” Şöyle devam ediyor: “Işıldıyor kanat seslerinde kuşların/ ilk uçtukları günün altın sevinci/ karlı dağlardır sefere çıkmış/ vadideki suyun şırıltısında/ ben gülüm ben karanfil/ ben de yasemin diye/ renk renk kokularla çiçekler/ sahiplerinden memnun evlerin bahçelerinde.” Ve şöyle bitiyor: “Boy boy insan gölgeleri kımıldar/ güneşi içmiş kaldırımlarda/ belli adım atışlarından/ içlerinden geçen şey. // Bütün erkekler delikanlı/ bütün kızlar…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İZLEYİŞ

Usulca yağarken yağmur, yanmaya başlayınca sokak lambaları, parıldayınca ışıklar ve henüz tam kararmamışken kapalı hava, apartmanın altındaki kafeye indi. Her zaman yaptığı gibi rengârenk lambaları, yansımaları izlemek için indi. Kafenin en geniş penceresinin önündeki koltuğun boş olduğunu görünce oturdu. Boş olmasaydı ne yapardı, kendisi de bilmiyordu. Şimdi istediği şeyi yine yapabilecek, caddeyi, hızlı akan trafiği, mağazalara girip çıkanları izleyecekti, dışarıyı izleyecekti. Dışarısı ona göre genç bir dünya, otuz iki yıl öncesinde, kırkikindi yağmurları yağarken, kendisine çok ışıklı görünen, büyüdüğü şehre göre hızlı akan, on yedi yaşın toyluğunda, küçük bir şehirden,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

SONSUZ AŞK

Bu yıl biraz geç kaldığımı kabul ediyorum. Aslında biraz da yaşlandığımı kabul etmem gerek sanırım. Dört haftadır yollardayım. Eskiden bu denli yorulmazdım. Artık daha sık mola veriyor ve daha uzun kalıyorum molalarda. Çok değil geçen yıl bu zamanlar birkaç gün öncesinde sıcak yuvama, Ivica’ma kavuşmuştum. Ivica’yı sekiz aydır görmüyorum. Onun özlemi olmasaydı bu yolları hiç çekemezdim. Ahh! Ivica’m, biricik aşkım. Bensiz ne yapıyorsun? Sen de beni özledin mi? Ne bir ses, ne bir haber; dile kolay, tam sekiz ay. Sekiz yıl, on sekiz yıl görmesem yine de eksilmeyecek bir sevgiyle…

Devamını Oku