EDEBİYAT 

BİR AYKIRI KADIN, KELEBEK ÖMÜRLÜ AŞ(I)KLAR

Maslow Piramidi’nin orta katında yer alan sevgi ve ait olma gereksinimi kadın ya da erkek bazı insanlar için piramidin tabanındaki temel gereksinimlerden biridir. Bu yazıya konu olan ana karakter de sevgi ve ait olma gereksinimini hava, su ve gıda gibi en temel gereksinimlerle aynı basamağa, İhtiyaçlar Piramidi’nin tabanına yerleştiren bir kadın: Nahit Gelenbevi Fıratlı’dır.

Nahit Hanım, 1909’da Girit’te doğdu. Özgür, hoşgörülü bir ortamda büyüdü. İlk ve ortaokulu İstanbul’un Kandilli semtinde okudu. Erenköy Kız Lisesi’nde tamamladığı ortaöğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi.

Kadro sıkıntısı nedeniyle öğretmenlik hayatına felsefe öğretmeni olarak değil, Ankara Kız Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak başladı. Öğretmenliğe Edirne Lisesi ve Haydarpaşa Erkek Lisesi’nde devam etti. Çok sayıda öğrenciye edebiyat tutkusu aşıladı. İlk eşi milli eğitim müfettişliği ve Devlet Güzel Sanatlar Müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuş eğitimci Halil Vedat Fıratlı idi.

Nahit Hanım, yaşamı boyunca Ahmet Muhip Dıranas, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Nurullah Ataç, Küçük İskender gibi edebiyat dünyasından onlarca insanın yakın dostu olmuştur. Dostlarının yaş aralığının genişliği şaşırtıcı gelse de yaşamöyküsüne göz atınca bunun olabilirliği görülecektir.

Nahit Hanım; Can Yücel, Cahit Sıtkı, Orhan Veli, Necip Fazıl Kısakürek, Edip Cansever, Ece Ayhan, Samet Ağaoğlu, Arif Damar gibi isimleri duygusal yönden etkilemiş, bunlardan bazılarıyla aşk yaşamış ve kimine göre “Rönesans” gibi, kimine göre “Cumhuriyet” gibi bir kadındır. Sofrası dostlarına açık, son derece cömert bir insan ve aynı zamanda iyi bir edebiyatçıdır.

Nahit Hanım, bu özelliklerinin yanı sıra Atatürk’le üç kez dans etmeyi başarmış, bu yönden döneminin en şanslı kadınlarından biri, belki de birincisidir. Peşinde onlarca erkeğin koşturduğu, işte bu Cumhuriyet gibi kadına vurgun biri vardır ki platonik aşkın sahibi edebiyatımızın önemli adı Sabahattin Ali’dir.

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu. Muallim Mektebi’ndeyken ilk şiir ve hikâye deneyimleri Balıkesir ‘Irmak’ dergisiyle oldu, Yozgat’ta öğretmenlik yaptı. 1928 yılında dil eğitimi amacıyla Almanya’ya gönderildi. 1930 yılında Türkiye’ye geri döndü.

Sabahattin Ali de aşk insanıdır. Eğitim için gittiği Almanya’da âşık olduğu Florayn Puder’i ‘Kürk Mantolu Madonna’ kitabında küçük bir isim değişikliğiyle kitabın kahramanı olarak okuyucuya sunar. Bir süre Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde memurluk, sonrasında Devlet Konservatuarı’nda dramaturgluk yaptı.

Nâzım Hikmet’le akrabalığı da olan Sabahattin Ali’nin Nahit Hanım’a olan aşkı tek taraflıydı. Sabahattin Ali, tek taraflı aşkını bir şiirle şöyle ortaya koyar:

Beni en güzel günümde / Sebepsiz bir keder alır. / Bütün ömrümün beynimde / Acı bir tortusu kalır. / Anlayamam kederimi, / Bir ateş yakar derimi, / İçim dar bulur yerimi, / Gönlüm dağlarda bunalır. / Ne kış, ne yazı isterim, / Ne bir dost yüzü isterim, / Hafif bir sızı isterim, / Ağrılar, sancılar gelir. / Yanıma düşer kollarım, / Görünmez olur yollarım, / En sevgili emellerim / Önüme ölü serilir. / Ne bir dost ne bir sevgili, / Dünyadan uzak bir deli. / Beni sarar melankoli: / Kafamın içerisi ölür.

Aliye Hanım’la evlenir ve Filiz adında bir kızları olur. 1938 yılında yeniden öğretmenliğe başlar. 1945 yılında görevden alınınca aynı yıl İstanbul’da yayımlanan siyasi mizah gazetesi Markopaşa’da yazmaya başladı. Bu yazılardan dolayı hakkında çeşitli davalar açıldı.

1948 yılında üç ay tutuklu kaldı. Kendisine pasaport verilmeyen Sabahattin Ali, üzerinde bitip tükenmek bilmeyen siyasi baskıdan ve takibattan kurtulmak için Bulgaristan sınırından Avrupa’ya geçmek üzere Kırklareli civarındayken, kendisini Bulgaristan’a geçirmek üzere anlaştığı kişi tarafından 2 Nisan 1948’de öldürüldüğünde kızı Filiz Ali yalnızca on bir yaşındadır.

Erkeklerin peşinde koştuğu, dönemin olağanüstü çekicilikteki kadın edebiyatçısının âşıklarından biri de şair Orhan Veli Kanık’tır. 13 Nisan 1914’te İstanbul’da doğan Orhan Veli’nin ilk öyküsü ‘Çocuk Dünyası’ bir dergide yayımlandı. Lisedeyken daha sonra “Garipçilik” (Birinci Yeni) ismi verilen yeni bir şiir akımı başlatacağı Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday’la ‘Sesimiz’ dergisini çıkarmaya başladı. İlk şiirleri de bu dergide basıldı. Garipçiler olarak iki sayfalık ‘Yaprak’ adlı kültür-sanat dergisini bir buçuk yıl boyunca 15 günde bir yayınladılar. Nahit Hanım’ın ‘Yaprak’ dergisinin çıkmasında maddi manevi katkıları olmuştur.

Bir ara üç kafadar, düşünce özgürlüğü adına Nâzım Hikmet’in açlık grevine üç günlük destek verdiler ve basında duyulmasını sağladılar.

‘Yaprak’ yayın hayatına son verince Orhan Veli, İstanbul’a taşınır. Ancak bir haftalığına geldiği Ankara ziyaretinde 10 Kasım 1950 gecesi, açık bırakılmış bir çukura düşer. Düşmenin şiddetiyle biraz berelenir; ancak önemsemeyerek İstanbul’a döner.

Orhan Veli ölmeden önce içinde daha önce hiç yayımlamadığı şiirleri de bulunan iki şiir defterini “öldükten sonra yayımlaması” ricasıyla Nahit Hanım’a teslim etmiştir. Zaten Nahit Hanım onun şiirlerinin ilk okuyucusuydu.

Orhan Veli kısacık ömrüne on iki aşk sığdırdı; ama son aşkı lise öğretmeni Halil Vedat Fıratlı’nın eşi (yukarıda da sözünü ettiğimiz) Nahit Hanım’dan başkası değildi.

Nahit Hanım sonda olmak üzere aşklarının resmigeçidini şiirinde şöyle ifade eder Orhan Veli:

Birincisi o incecik, o dal gibi kız, / Şimdi galiba bir tüccar karısı. / Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir. / Ama yine de görmeyi çok isterim, / Kolay mı? İlk göz ağrısı.

İkincisi Münevver Abla, benden büyük / Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları / Gülmekten katılırdı, okudukça. / Bense bugünmüş gibi utanırım / O mektupları hatırladıkça.

Dördüncüsü azgın bir kadın, / Açık saçık şeyler anlatırdı bana. / Bir gün de önümde soyunuverdi / Yıllar geçti aradan, unutamadım, / Kaç defa rüyama girdi.

Beşinciyi geçip altıncıya geldim. / Onun adı da Nurinnisa. / Ah güzelim / Ah esmerim / Ah / Canımın içi Nurinnisa.

Yedincisi, Aliye, kibar bir kadın. / Ama ben pek varamadım tadına. / Bütün kibar kadınlar gibi / Küpe fiyatına, kürk fiyatına.

Sekizinci de o b.kun soyu. / Elin karısında namus ara, / Kendinde arandı mı küplere bin. / Üstelik ……. / Yalanın düzenin bini bir para.

Ayten’di dokuzuncunun adı. / İş başında şunun bunun esiri, / Ama bardan çıktı mı, / Kiminle isterse onunla yatar.

Onuncusu akıllı çıktı / ……. gitti ……… / Ama haksız da değildi hani. / Sevişmek zenginlerin harcıymış / işsizlerin harcıymış. / İki gönül bir olunca / Samanlık seyranmış / ama, / İki çıplak da, olsa olsa, / Bir hamama yakışırmış.

İşine bağlı bir kadındı on birinci, / Hoş, olmasın da ne yapsın, / Bir zalimin yanında gündelikçi. / …….leksandra / Geceleri odama gelir, / Sabahlara kadar kalır. / Konyak içer sarhoş olur, / Sabahı da işbaşı yapardı şafakla.

Gelelim sonuncuya. / Hiçbirine bağlanmadım / Ona bağlandığım kadar. / Sade kadın değil, insan. / Ne kibarlık budalası, / Ne malda mülkte gözü var. / Hür olsak der, / Eşit olsak der. / İnsanları sevmesini bilir / Yaşamayı sevdiği kadar.

Nahit Hanım, yalnız Orhan Veli değil başka pek çok şairin de şiirlerinin ilham kaynağı olmuştur. İlk eşinden ayrıldıktan sonra Orhan Veli’yle yaşadığı aşk, O ölünceye dek sürdü. Orhan Veli arkadaşının evinde yemek yerken aniden fenalaşması üzerine Cerrahpaşa Hastanesi’ne kaldırıldı. 14 Kasım 1950’de, beyin kanaması sonucu girdiği komada yaşamını yitirdi.

Nahit Hanım, ikinci evliliğini 1955 yılında şair Arif Damar’la yaptı. Ancak “Fıratlı” soyadını kullanmaya devam etti.

Nahit Hanım’ın evi gençliğindeki gibi ömrünün son günlerine kadar yazar ve şairlerin toplantı mekânı oldu. Edebiyatçılar, onun cuma sofralarında bir araya geldiler.

17 Mayıs 2002 günü 93 yaşında iken hayatını yitiren Nahit Hanım, yüreğinde yüzlerce dostluk ve aşkın anısıyla kimilerini kederlere boğarak kimilerinde derin izler bırakarak Feriköy Mezarlığı’na gömülmüştür.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar