‘BU SABAH HAVA BERRAK, HER ŞEY BİLLURDAN GİBİ’
-ADANA-
Huzur veren bir Cahit Sıtkı Tarancı şiiri şöyle başlıyor:
“Bu sabah hava berrak/ bu sabah her şey billurdan gibi/ gök masmavi bu sabah/ güzel şeyler düşünelim diye/ yemyeşil oluvermiş ağaçlar/ bulutlara hayretinden.”
Şöyle devam ediyor:
“Işıldıyor kanat seslerinde kuşların/ ilk uçtukları günün altın sevinci/ karlı dağlardır sefere çıkmış/ vadideki suyun şırıltısında/ ben gülüm ben karanfil/ ben de yasemin diye/ renk renk kokularla çiçekler/ sahiplerinden memnun evlerin bahçelerinde.”
Ve şöyle bitiyor:
“Boy boy insan gölgeleri kımıldar/ güneşi içmiş kaldırımlarda/ belli adım atışlarından/ içlerinden geçen şey. // Bütün erkekler delikanlı/ bütün kızlar genç kız/ fakirinde refah/ hastasında sağlık. // Sorulsa çocuk bahçesi derim/ karşıdaki mezarlık. // Bu sabah hava berrak/ bu sabah her şey billurdan gibi…”
BAHARI KAÇIRANLARIN HÜZNÜ
Güneşi içmiş kaldırımlarda yürümek, kuşların ilk uçtukları günün altın sevincine ortak olmak, karanfilden yasemine renk renk çiçekleri koklamak istiyoruz.
Ömür baharı elimizden uçup gidiyor, ölümün hazan mevsimini yaşıyoruz mayısında nisanında martında 2020’nin. Bahar ekinoksunu kaçırdık, portakal çiçeklerinin o büyüleyici kokusunu soluyamadık, şimdi de hıdrellezi kaçırıyoruz. Umudu, aşkı, sevinci yakalamaya çalışırken hüzün bulutları ellerimize yağmurunu, boranını bırakıyor.
Kaçırıyoruz baharı; şimdi ilkyazdayız, mayıstayız. Adına “koronavirüs” denilen uçsuz bucaksız bir yastayız.
Gecenin lacivert hüznüne sabahın berrak ve billurdan aydınlığını katmak için şiirlere sığınıyoruz. Şiirlere sığınmak zorundayız. Şairlerin o evrensel ve o sonsuzluğu ifade eden seslenişlerine kulak vermek mecburiyetindeyiz. Vermezsek yaşayamayız. Yoksa nefes alamayız.
Koronavirüs günlerinde yazılar yazıyor, notlar alıyoruz; “Bugünler de geçecek” diyoruz, umuda tutunmaya çalışıyoruz. Sonuçta insanız. Yaşamak istiyoruz. Bugünler geçtikten sonra hayata yeniden karışmayı umuyoruz.
ÜZERİMİZDE PATLAYAN FIRTINALAR
Koronavirüs günleri fırtınayla geçiyor. Gün gün gelen ölüm haberleri umudumuzu kırsa da, biz yine de mayısın güneşine ve sıcağına değdiriyoruz tenimizi. Maksim Gorki’nin “‘Fırtına Habercisi’nin Türküsü”ne eşlik ederken, sanki dalgalı bir denizin ortasında bir o yana bir bu yana sallanıyor gibiyiz.
Ne diyor o türküde Maksim Gorki:
“Denizin uçurumu üstünde mavi bir alev gibi yanıyor bulutların sürüsü. Deniz, yakalayıp şimşeklerin oklarını, söndürüyor sonsuz bağrında ve yansıları bu şimşeklerin, kıvrılarak ateşten yılanlar gibi, silinip gidiyorlar denizde.”
Ve haberci sesleniyor:
“Fırtına! Fırtına patlayacak birazdan!”
“‘Fırtına Habercisi’nin Türküsü” şöyle bitiyor:
“Gözü pek fırtına habercisidir bu, böğürürken deniz kudurmuşçasına, şimşeklerin arasından süzülen. Ve haykırıyor zaferin peygamberi: ‘Varsın daha güçlü, daha güçlü patlasın fırtına!’”
BULUT GÖZLÜ BUZAĞIYI KOŞTURAN SEVİNÇ
Koronavirüs günleri elbet geçip gidecek. Bize bugünlerin, bize yarınların şiirleri, türküleri kalacak. Ve biz okuyup söyleyeceğiz:
“Bu sabah mutluluğa aç pencereni/ bir güzel arın dünkü kederinden/ bahar geldi, bahar geldi güneşin doğduğu yerden/ çocuğum uzat ellerini. // Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı/ duy böyle koşturan sevinci/ dinle nasıl telaş telaş çarpıyor/ toprak ananın kalbi. // Şöyle yanı başıma çimenlere uzan/ kulak ver gümbürtüsüne dünyanın/ baharın, gençliğin ve aşkın/ türküsünü söyleyelim bir ağızdan.” (Ataol Behramoğlu)