EDEBİYAT 

BEDEN YARASI

Görüyordum; ama neyi? Renk ve görünmeden arınmış bir fezayı, bir okyanusu… Organlarım vardı; fakat ellerimi hangi uzvuma temas ettirsem, yokluktan yapılmışa benzeyen ellerime esir inceliğinde bir mevcudiyet geçmiyordu. Bir hayal, bir hayalettim.” – Filibeli Ahmet Hilmi, ‘A’mâk-ı Hayal’

A’mâk-ı Hayal’; düşünür, yazar Filibeli Ahmet Hilmi’nin 1908 yılında kaleme aldığı ve Türk edebiyatında gerçeküstücü tonda yazılmış ilk roman kabul edilir.

Fransız filozof, akıl hastası, tiyatrocu Antonin Artuad’yla özdeşleşen “organsızlaşan beden”; sonraları Deleuze-Guattari ikilisi ve bilakis Gilles Deleuze tarafından çokça işlenip özellikle edebî metinde izi sürülen im olarak çıkar karşımıza.

Deleuze, ‘Anlamın Mantığı’nda, Guattari’yle birlikte yazdıkları ‘Anti-Oidepus’te bedeni, organları ve tüm vücut sıvılarını ortaya döküp inceleyecektir. Oysa tasavvuf ehli Ahmet Hilmi, “mevcudiyetten geçmeyen” ve “yokluktan yapılmışa benzeyen”, organsızlaşan organlara ve bedenlere onlarca yıl önce dokunmuştu onlardan. Dahası, bunu yaparken edebî olanla yoğurdu felsefî olanı. Felsefe, her şeyin üzerine düşünmeyi kapsayan bir düşünce etkinliğiyse; Filibeli bu payeyi almayı çoktan hak etti. Tarih, tasavvuf, siyaset, felsefe ile ilintili kitaplar yazdı. Gazeteler, dergiler kurdu. Gazeteleri ve dergileri, “Siyonizm ve masonluğun propagandasını yapıyor” denilerek kapatıldı. 1914 yılında, henüz 49 yaşındayken öldü. Ölüm kâğıdına “bakır zehirlenmesi” yazdılar.

Ahmet Hilmi mistikti. Kabala gibi öğretilerle ilgilendi. Daha sonra gerçeküstücü edebiyatımızı derinden etkiledi. Örneğin ‘Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’ ile ‘Yalnızız’da bir belirip bir kaybolan felsefeciler biraz Ahmet Hilmi’den ve de Aynalı Baba’dan esin taşır.

Walter Benjamin, Freud gibi XX. yüzyılın en büyük fikir insanlarından biriydi. Doğum tarihi kafa kâğıdına 1892 yazılmıştır. Kabala ve Yahudi gizemciliği ile erken dönemde ilgilenmişti. 1925’te Frankfurt Üniversitesi’ne girmek için bugün bile aşılamamış (Nietzsche’den bolca esin taşıyan) ‘Alman Tragedyası’nın Kökeni’ni yazdı. XX. yüzyılın en ulu sanat tarihçisini Frankfurt Üniversitesi’ne almadılar. O da fikir üretmeyen üniversitenin tûtî dilli akademik çevresini çok istemedi. Üniversiteye girmedi. Daha büyük işler yaptı.

Benjamin 48 yaşında öldü. Alman vatandaşlığından türlü bahanelerle çıkartılmış, Fransa’da bir mülteci gibi yaşıyordu nicedir. Almanlar Fransa’yı işgal edince evinden kaçtı, Gestapo’ya yakalanacağını öğrenince ölmeyi seçti.

1930 yılında ‘Uygarlıkların Huzursuzluğu’ ile Alman halkı tarafından teveccühle karşılanan Freud, büyük usta Goethe adına verilen ödülü kazandı.

Aynı Freud’un kitapları, aynı Almanya’da 1933’te, Berlin’de, halkın gözü önünde yakıldı.

Freud, günümüzde Çekya sınırları içerisinde olan, döneminde Avusturya İmparatorluğu’na bağlı Moravya’da, 1856 yılında doğdu.

Yaşlı Freud ölmeden bir yıl önce Hitler, Avrupa’nın neredeyse yarısını işgal edince Londra’ya kaçtı. ‘Uygarlığın Huzursuzluğu’nda şöyle demişti:

Doğaya asla sahip olamayacağız; kendisi de bu doğanın bir parçası olan organizmamız ise her zaman geçici, uyum ve verim kapasitesi sınırlı bir yapı olarak kalacak.

Freud, bugün psikolojinin temelini oluşturan, çığır açıcı kavramları ortaya atıp inceleyen ve bunları edebî eserler üzerinden de okuyan bir nörologdu. Aynı zamanda çok iyi bir yazardı.

İşaretin alanı, çizginin içerdiği değişen anlamlarla ayırt edilen çeşitli alanları kapsamaktadır. Bu anlamlar: geometrideki çizgi, yazıdaki çizgi ve mutlak işaretlerdeki çizgi (bu itibarla, yani temsil ettiği şey tarafından yapılmayan büyülü çizgi). (…) Mutlak leke. Mutlak lekenin doğası –yani lekenin mitolojik özü– üzerine keşfedilebilecek her şey, işaretin tersine, lekenin bütün alanı için önemli olacaktır. (…) Mutlak işaret genellikle canlılarda görünmez, cansız yapılarda, ağaçlarda vb. iz bırakırken leke esas olarak canlılar üzerinde (İsa’nın bedenindeki yaralar, yüz kızarması, belki cüzam ve doğum lekeleri) ortaya çıkmaktadır.” diye yazmıştı Benjamin. ‘İm’i imledi. Bilge Karasu’nun ‘Gece’sindeki “gece işçileri” gibi. Distopyayı yaşaması istenirken distopyayı içerisinden çözümledi: İmgeyi; lekeler, işaretler, fotoğraflar, Freud’un yazıları, resimler ve yekpare evren üzerinden okudu.

Varlığın özünün, var olanla eşitlenemeyeceği için her türlü teşbihten münezzeh olduğunu gördü.

İsa’nın acıyla kristalleşen, taşlaşan beden yaraları; cüzama, kara vebaya, koleraya, çiçek hastalığına, vereme yakalanan insanlardan bir “mutlaklığı” devralır ve sürdürür: Bedende açılan yara, Samsa’nın duvarda devasa, kara bir hamamböceği olarak belirmesinden daha hakikidir. Koronavirüse yakalananlara daha dikkatli bakın: Bedene açılan yara, varlığın özünü serer gören gözlere. Hakiki olanı vermeyen fotoğraflara yansır örneğin; videolarla sayısız çoğaltılır. Korku, medya eliyle bölünür ve hep yeniden üretilir. Oysa yazıyla okur, kitapla yazı, varlıkla fotoğraf, fotoğrafla imge ve gören gözle anlayan arasına binlerce perde çekilmiştir.

Yara, “yaralanabilirlik” kategorisinde bir nasstır. Kristeva’yı ansıtır biçimde yeniden üretilir: İğrenç, kendi içindeliği kısıtlanan tüm güçleriyle mekânı zapt eden hâline gelir. Bunun edebiyata yansıması acı ve âlîdir: Gregor Samsa, sırtına saplanmış çürük bir elmayla bir hamamböceği olarak yok olur. Fakat bu yok oluş, belirişten iz taşımaz: Saklı varlık, görünmeyen, bir süpürgeyle çöpe atılacak iğrence dönüşür.

Jose Saramago, Albert Camus, Refik Halit Karay, Mihail Afanasyeviç Bulgakov, Giovanni Boccacio, Orhan Pamuk, Daniel Defoe, Gabriel Garcia Marquez, Jack London, Halide Edip Adıvar, Ahmed Mithat Efendi, Şemseddin Sami, Franz Kafka, Philip Roth, D. H. Lawrance…

Onların yazdıkları, pandemilerde ve de zihinsel boşluklarda çürüyüp kokuşanları, göksel ya da yersel düşleri içinde yazmaktan ibaretti.

Pandemi ve edebiyat, Osmanlı düşünce tarihi ve tıp tarihiyle de zaman zaman at başı gitmiştir.

Diğer yazının konusu olsun.

DEĞİNİLER:

  • Filibeli Ahmet Hilmi, ‘A’mâk-ı Hayal’ (Hayalin Derinlikleri), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019.
  • Sigmund Freud, ‘Uygarlığın Huzursuzluğu’ (Çev. Haluk Barışcan), Metis Yayınları, İstanbul, 2014.
  • Walter Benjamin, ‘Seçme Yazılar’ (Haz. ve Çev. Tunç Tayanç), Dipnot Yayınları, İstanbul, 2018.
  • Zeynep Sayın, ‘İmgenin Pornografisi’, Metis Yayınları, İstanbul, 2009.

|

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar