EDEBİYAT YAŞAM 

‘ÜÇ KIRMIZI GÜVERCİN, ALIN YAZIMIZI ÇİZİYORLAR IŞIKTA…’

Ağustos geldi geçti, eylül geldi geçiyor; ekim de, kasım da gelip geçecek ömrümüzden. Ve bizim; zamanı ay ay, mevsim mevsim yakalamaya çalışma gayretimiz bıkmadan usanmadan devam edecek.

Aylarla özdeşleştirdiğimiz şiirler de, yazılar da mevsimlerle birlikte değişecek; sözcüklerle buluşurken kâh baharda neşelenecek, kâh güzde hüzünleneceğiz.

Belki de pastırma yazı zamanında; Yunan şair Yorgo Seferis’in dizelerini okuyacak, içimizdeki zorbayı biraz olsun uzaklaştıracağız:

Battı artık akrep burcunun parlak yıldızı/ insanın içindeki zorba uzaklaştı./ Artık sevecektir bu ışıkta/ daha önce hiç sevmemiş olan./ Ve sen sayısız pencereleri açık/ koca bir evde bulursun kendini/ önce hangisinden bakacağını bilmeden/ odalardan odalara koşarsın./ Çünkü yitip gidecektir çam ağaçları/ yansıyan dağlar, kuş cıvıltıları./ Deniz kuru cam parçalarına dönecektir, kuzeyden güneye./ Gözlerin boşaltacaktır gün ışığını/ nasıl ve hep birlikte susarsa ağustosböcekleri.

EYLÜLLERE, EKİMLERE, KASIMLARA ARTIK UZAKTAN BAKIYORUZ

Geçmiş yıllarda ömrümüzün mevsimleri daha farklı kovalardı birbirini. Çünkü biz de giderdik peşlerinden. Şimdi artık ayrı bir zamandayız. Mevsimler yine birbirini kovalıyor; ancak bizler yerimizde sayıyoruz. Covid-19 sabitledi yaşantımızı. Ve bizi ne zaman serbest bırakacağı şimdilik bilinmiyor.

Yaz biterken nefes nefese karşıladığımız eylüllere, ekimlere, kasımlara şimdi uzaktan bakıyoruz. Onlar yine gelip geçiyor, biz bakakalıyoruz. Canımız sıkılıyor, özgürlüğe alışkın ruhumuzu şimdi evlere, evlerin belki de küçücük odalarına hapsediyoruz. Kederliyiz, yalnızız.

Yorgo Seferis’in dizeleri umarsız bekleyişimizi, artık bizi serinletmeyen mevsim rüzgârlarını dile getiriyor:

Hiç durmadan haberciyi bekledik/ gözlerimizi dikip/ çamlara, kıyıya, yıldızlara/ bir olup sabanın demiriyle, omurgasıyla geminin/ ilk tohumu arıyorduk/ eski oyun yeniden başlasın diye.

Rüzgâr ne denli esse bizi serinletmiyor/ ve servilerin dibinde büyümüyor gölge/ dağlara uzanıyor yamaçlar boyunca hep. // Taşıyoruz omuzlarımızda ağırlıklarını/ nasıl öleceklerini artık bilmeyen dostlarımızın.

PASTIRMA YAZI YİNE GELECEK VE BİZ VUSLATA ERECEĞİZ BU SEFER

Günler geçip gidiyor, işte… Ama bizler duruyoruz. Durmak zorundayız. Durup beklemeye mecburuz. “Haberciyi” beklemeye devam edeceğiz. Ama bileceğiz ki o haber bir gün mutlaka gelecek.

Mevsimler yine döndüğünde, temmuzlar ağustosla buluşup eylül kapısında beklediğinde ve eylül pastırma yazıyla sarmaş dolaş olmaya başladığında yine çıkacağız sokaklara. Tepemizde yazdan kalma ışıltılarla kaldırımları sarı yaprak hışırtısında arşınlayacağız. Arşınlayacağız ve bu sefer ereceğiz vuslata.

Fakat şimdi değil. Şu an üzgünüz. Bir müddet daha üzgün kalacağız:

Üzgünüm bir yudum bile içmeden/ bıraktığım için koca bir ırmağın akıp gitmesini/ parmaklarımın arasından./ Taşa gömülüyorum şimdi./ Kırmızı toprakta küçük bir çam/ tek can yoldaşı bana kalan./ Sevdiğim ne varsa kayboldu/ geçen yaz yeni olan evlerle/ güz rüzgârlarının yıktığı.

SEVDİĞİMİZ KİŞİLERİ YİTİRİYORUZ; İÇİMİZ HÜZÜN FIRTINASI

Işıkta üç kırmızı güvercin/ alın yazımızı çiziyorlar ışıkta/ renkleriyle davranışlarıyla/ sevdiğimiz kişilerin” diyor Yorgo Seferis.

1900 yılında İzmir’de doğan, 63 yaşında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen şair; dizeleriyle o günlerden bugünlere bize el sallıyor.

Sevdiğimiz kişileri yitirdiğimiz koronavirüs günlerinde içimizde hüzün fırtınası, dalga dalga yayılıyor:

Şimdi akşam inerken şehrimize, düdüklerini öttürüyor gemiler/ öttürüp duruyorlar/ ama ne bir tayfa kımıldıyor/ ne ıslak bir zincir parlıyor güneşin son aydınlığında/ mermer bir heykel gibi duruyor kaptan beyazlar/ ve sırmalar içinde.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar