HÜCREM DÖRT DUVAR; YALNIZLIĞIM BENİ BOĞAR!
-İSTANBUL-
279 gündür bu hücrede tutuluyorum. Karanlık, nefes almanın, hatta hareket etmenin bile çok zor olduğu bu yerde sonumun ne olacağını bilmeden bekliyorum. Etliye sütlüye karışmadan, huzurlu bir hayat yaşarken içine düştüğüm şu duruma bak!
Aslında sakin bir hayatım vardı. Çevremde benim gibi yaşayanlar, keyfimize bakar, günümüzü gün ederdik. Karışanımız olmazdı pek. Kimi zaman, genelde de haftada bir aramızdan seçtiklerini bazen gönüllü bazen de zorla alır götürürlerdi. Gidenler, korkuyla karışık bir heyecanla uyarlardı bu emirlere. Korkarlardı; çünkü zorbalıkla götürüldükleri çok olurdu. Heyecan duyarlardı; çünkü mutlu sona inançlarını kaybetmek istemezlerdi. Karşı koyamadıklarını da eklemem gerek. Bir daha haber alamazdık onlardan. Şimdi çok mutlu oldukları söylense de inandırıcı gelmezdi.
Yine böyle bir günde sakin sakin otururken birden ortalık hareketlenmeye başladı. Bize doğru yaklaşan seslerden önemli bir şeyler olacağı hissediliyordu. Acaba sıra bana mı gelmişti? Endişeli bir şekilde ve birbirimize sokularak beklemeye başladık. Sesler, korkunç çığlıklara dönmeye başladı. Görevliler, bizi zorla mahallenin çıkışındaki su kanalına doğru itti. Ne kadar direnmeye çalışsak da böyle büyük bir baskına karşı durmak imkânsızdı. Hepimiz ezilip gidecektik bu kargaşada.
Karşı duramayacağımı anlayınca, hızlıca plan yapmaya çalıştım. Bizi aynı anda bu kanala sokarlarsa kurtuluş mümkün değildi. Ancak birbirini neredeyse tepeleyerek ilerleyen kalabalıkta sıkışıp kaldım. Kendimi dışarı atmaya çalışıyordum; ama çok zordu. Bu kez kalabalığın önüne doğru geçersem belki sağ ya da sol tarafa kaçmam mümkün olur diye hızlandım. Genç ve kuvvetli olmamın da etkisiyle önümdekileri iterek en öne doğru koşmaya başladım.
Öne geçmeyi başardım; ama arkadan gelen baskıyla ezilmemek için hemen yan tarafta gördüğüm ilk kapıya attım kendimi. Kalabalığın tamamı karşıdaki kapıya yöneldi. Geride kalanların haykırışlarından büyük bir şiddet uygulandığı anlaşılıyordu. Ben de kimse bu kapıyı fark etmeden hemen içeriye daldım.
Tamamen karanlık bir yerdeydim. İçeri girince kapı kendiliğinden üzerime kapandı. Tekrar açmak için döndüm; ama sadece dışarıdan açılabilen kapılardandı maalesef. Karanlıkta sağa sola çarparak ilerlemeye çabalarken bir başka kapı gürültüyle açıldı. Daha ne olduğunu anlayamadan, içeri giren iki kişi kollarımdan tutarak beni küçücük bir odanın içine attı.
Nefes almak ve hareket etmek neredeyse imkânsızdı. Karanlığın ve havasızlığın üzerine yorgunluğum da eklenince duvara yaslanarak uyumaya bıraktım kendimi. Ne kadar uyuduğumu ve ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum. Hâlâ sıkışık bir şekilde durduğum hücrenin duvarlarına vurmaya başladım. Birazdan içeriye önce ışık, sonra görevliler girdi. Artık dayanamayacağımı ve beni daha geniş bir yere almazlarsa havasızlıktan öleceğimi söyledim. Sertçe odadan çıkarıp ilerideki daha geniş bir odaya koydular.
Ne için burada olduğumu anlamadığım gibi benden ne istedikleriyle ilgili de bir fikrim yoktu. Sorgusuz sualsiz getirilmiş ve beklemeye alınmıştım. Geçmişte anlatılanlardan yola çıkarsam benim de geri dönüşüm artık mümkün olmayacaktı. Eski hayatımı bir daha bulamayacaktım. Bunun yarattığı korku ve üzüntüyle bir kenara çöküp ağlamaya başladım.
Bir süre sonra yiyecek vermek için açtılar kapıyı. Canım istemese de hayatta kalabilmek için yemek zorundaydım. Ben de verilen her şeyi yemeye devam ettim. Nadiren kapı açılıyor, bana bakıp tekrar kapatıyorlardı. Psikolojik bir savaş vardı sanki. Aklımı kaybetmemi mi bekliyorlar diye düşünmeye başlamıştım artık.
Yine aynı şekilde geçeceğini düşündüğüm bir günde, daha büyük bir odaya götürüldüm. Çok geniş olmasa da içinde rahat hareket edebileceğim bir yerdi burası. Yaşadığım zor şartlara rağmen yine de bir mutluluk ifadesiyle girdim yeni hücreme.
Daha rahat olacağımı düşünmem büyük hataymış. Odaya girer girmez üzerime su püskürtmeye başladılar. Şaşkınlık içerisinde sağa sola kaçmaya çabalarken, her yanıma basınçlı su pompalıyorlardı. Amaçlarının her koşulda beni huzursuz etmek olduğu belliydi artık. Yapmam gereken, aklıma sahip olmaktı. İşkenceyi daha da artırmak için odanın neredeyse üçte birini suyla doldurup o şekilde de bıraktılar. Yukarıdaki borudan akan su, odadan sızan suyun eksiğini tamamlıyordu. Burada da bir havuz problemi karşıma çıkmıştı.
İnsan hayatta her şeye alışabiliyor! Bu şartlara bile alışmaya başladım. Suda yaşamak çok zordu; ama üzerimdeki kıyafetlerden kalın bir ip yapıp su borusuna takmıştım. Yatacağım zaman kendimi oraya asıyordum. Böylece, ölmeden ama yine de sürünerek hayatta kalıyordum. Zaman zaman isyan edip hücrenin duvarlarını tekmelesem de, bağırıp çağırsam da bir şey değişmiyordu. Arada bir bakıyor, sonra da beni aynı durumda bırakıp gidiyorlardı.
Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamam mümkün olmazdı eğer duvara çentikleri atmasaydım. Tamı tamına 279 gündür burada, kanalizasyondan dönüştürülmüş olması muhtemel bir yerde tutuluyordum. Beni suyun dışında tutan ipin yıpranması ve beni taşımayacak hale gelmesi ölümümün de yaklaşması anlamına geliyordu. Bağırıyordum, tekmeliyordum, her yeri parçalamaya çalışıyordum; ama kimsenin umurunda değildi. Artık hiçbir şey yapmıyor, yemek yemiyor ve tuvaletimi de yaptığım suyun içerisinde deli gibi dolaşıyordum.
Sonunda dayanacak gücüm kalmadı ve kendimi suyun içine bıraktım. Boğulmak ve hayatıma son vermek yaşadıklarımdan çok daha iyi olacaktı muhtemelen. Suyun içerisinde hareketsiz bir halde boğulmayı beklerken, birden odadaki su boşalmaya başladı. Bu sırada dışarıdan da kavgaya benzer bağırışlar geliyordu. Kapı açıldı ve inanılmaz parlaklıkta bir ışık gözümü kamaştırdı. Odada su kalmamıştı. Beni yaka paça dışarı çıkardılar. Sanki yeterince acı çekmemişim gibi beni dışarı çıkaranlardan bir tanesi, olanca gücüyle vurarak işkenceye devam etti. Kendimi daha fazla tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bana acımasızca vuran adam yanındakine döndüğünde, şu sözlerini duyabildim: “Gözünüz aydın, nur topu gibi bir oğlunuz oldu…”