‘HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR BİZE’
-ADANA-
Hilmi Yavuz’un “Hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız” dizelerine belki bugünlerde daha çok tutunuyoruz.
“Tutkulu”, “sevecen” ve bir o kadar da “yalnızız”.
“Acının teleğinden” yahut “gecelerin lacivert gergefinde” şiiri bir “kuş gibi örerek” bugünlerin geçmesini bekliyoruz.
Ve diyoruz ki:
“Biz ki sessiz ve yağız/ bir yazın yumağını çözerek/ ve ölümü bir kepenk gibi örterek üstümüze/ ovayı köpürte köpürte akan küheylân/ ve günleri hoyrat bir mahmuz/ ya da atlastan bir çarkıfelek/ gibi döndüre döndüre/ bir mahpustan bir mahpusa yollandığımız.”
‘KAHKAHA KUŞLARI’ BİZİ TERK ETTİLER
Dışarıda ölüm saçan Covid-19 salgını, içeride daha güvende olmak için sığındığımız şairler ve onların dizeleri…
Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi “acı çekiyoruz” günlerdir, “acı çekiyoruz” susarak; “deprem kargaşasında yaşıyoruz” ne zamandır ve “acılara tutunarak”.
Belki de bir Attila İlhan şiirindeyiz, “Söyleşir/ evvelce biz bu tenhalarda/ ziyade gülüşürdük/ pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının” diyoruz.
Oysa şimdi öyle miyiz? O “kahkaha kuşları” çoktandır terk edip gittiler bizi. Şimdi bir ağıttayız. Ağır ağır kaldırıyorlar hüznümüzü.
Behçet Aysan’ın dizeleriyle sanki bir sefere çıkıyor gibiyiz:
“Sen bu şiiri okurken/ ben belki başka bir şehirde olurum. // Kötü geçen bir güzü/ ve umutsuz bir aşkı anlatan. // Rüzgârda savrulan/ kâğıt parçalarına/ yazılmış. // Dağıtılmamış/ bildiriler gibi. // Uzun bir yolculuğa hazırlanan/ yalnız bir yolculuğa. // Çünkü beyaz bir gemidir ölüm. // Siyah denizlerin/ hep çağırdığı. // Batık bir gemi. // Sönmüş yıldızlar gibidir. // Yitik adreslere benzer ölüm. // Yanık otlar gibi. // Sen bu şiiri okurken/ ben belki başka bir şehirde ölürüm.”
‘KARADUTUM, ÇATAL KARAM, ÇİNGENEM’
Oysa yaşamak ne güzeldir… Oysa sevdiğin kadının gözlerinde ne tatlı şiirler birikmiştir… Oysa “Bugünler de geçecek” umudu ne çok sarmıştır yürekleri…
Kemal Burkay gibi gülümsüyoruzdur belki de:
“Haydi, gülümse, bulutlar gitsin/ yoksa ben nasıl yenilenirim/ belki şehre bir film gelir/ bir güzel orman olur yazılarda/ iklim değişir, Akdeniz olur, gülümse. // Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm/ tüm şehir bana küstü/ bir kedim bile yok, anlıyor musun? // Haydi, gülümse.”
Belki Bedri Rahmi Eyüboğlu gibiyizdir, sevdiğimiz kadının gözlerinde kaybolup gitmişizdir:
“Karadutum, çatal karam, çingenem/ nar tanem, nur tanem, bir tanem/ ağaç isem dalımsın salkım saçak/ petek isem balımsın ağulum/ günahımsın, vebalimsin/ dili mercan, dizi mercan, dişi mercan/ yoluna bir can koyduğum/ gökte ararken yerde bulduğum/ karadutum, çatal karam, çingenem.”
Ya da bir Orhan Veli Kanık gibi “yelken” olmuşuz, “kürek” olmuşuz, “dümen” olmuşuzdur:
“Gün doğmadan/ deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola/ kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında/ içinde bir iş görmenin saadeti/ gideceksin.”
‘BİR TÜRKÜ Kİ GAMLI; GÖLGELER BUĞULU, DERİN’
Sevinç de vardır, umut da vardır, hüzün de vardır bu hayatta. Hepsi bizim içindir. Ölümler ve ayrılıklar zamanıdır bugünler. Covid-19, can almaya devam etmektedir. Bizlerse şiirlerde nefes almayı sürdürmekte; Ahmet Hamdi Tanpınar gibi mavilerde, türkülerde, gölgelerde hüzünlenmekteyizdir:
“Mavi, maviydi gökyüzü/ bulutlar beyaz, beyazdı/ boşluğu ve üzüntüsü/ içinde ne garip bir yazdı. // Garip, güzel, sonra mahzun/ ışıkla yağmur beraber/ bir türkü ki gamlı, uzun/ ve sen gülünce açan güller. // Beyaz, beyazdı bulutlar/ gölgeler buğulu, derin/ ah, o hiç dinmeyen rüzgâr/ ve uykusu çiçeklerin. // Kim bilir, şimdi neredesin/ senindir yine akşamlar/ merdivende ayak sesin/ rıhtım taşında gölgen var.”